28 Ekim cuma sabahi üç günlük Çanakkale gezisine başlandi

Ester YANNİERCemaatimize mensup doktorlar arasındaki saygın yerini koruyan, sağlık sorunları olan kişilerin yardımına koşan Prof. Dr. Mois Bahar, Or-Ahayim Hastanesi`ne de her zaman yardım elini uzatmıştır. Gerek tıbbı cihaz alımlarında, gerek ameliyathane yenilemelerinde, gerek yeni Geriatri binası proje çalışmalarında Prof. Dr. Mois Bahar, hastane yönetim ku

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba

Solmaz KAMURAN

28 Ekim cuma sabahı, saat dokuz. Açıkhava tiyatrosunun önünden değişik yaşlarda kadınlı, erkekli yüz otuz kadar yolcuyla üç otobüs kalkıyor. Yüzler bir parça mahmur olsa da bütün gözlerde heyecan pırıltıları dolaşıyor. Kimbilir belki de bazılarının dün gece yürek çırpıntıları içinde kirpiği kirpiğine değmedi. Kolay mı "Eski Sevgili"yle yeniden buluşup koklaşmak, hem de yıllar sonra…
Onlar, kopup giden takvim yapraklarıyla sayıları giderek azalmış olan Çanakkale Yahudileri. Geçmişle gelecek arasındaki, bir zamanlar toplumsal fırtınalarla, yağmurlarla yıkılmaya yüz tutmuş olan maneviyat köprüsünün ayaklarını onarmak, sağlamlaştırmak üzere son on üç yıldır yaptıkları gibi, üç günlüğüne de olsa biricik memleketlerine gidiyorlar yine.
Kimi orada doğmuş, kiminin de anası, babası, ninesi, dedesi. Kimi İstanbul gurbetinde, kimi İsrail gurbetinde gelin olmuş, damat olmuş Çanakkale’ye. Yemeğini pişirmeyi, şarkısını söylemeyi öğrenmiş; asırlık çınarların, daracık sokakların, mavi gökyüzünde rüzgarla sürüklenen beyaz bulutların, Boğaz’ın hırçın dalgalarının sarmaladığı anılar bohçasını sevmiş ve beş yüz yıllık o bohçaya birer kurutulmuş gül de onlar bırakmış. Şimdi sırada taptaze güller var: Tekirdağ’ın iki yanı artık kendi yalnızlığına terk edilmiş yazlık evlerle dolu yoluna girildiğinde otobüsün içinde neşeyle koşuşturmaya başlayan minik Çanakkaleliler… Sohbetler çok geniş bir zaman yelpazesi içinde coşa köpüre sürüyor. Biri, "Kırklarda İstanbul’a yirmi dört saatte gidilirdi," diyor. "Steir marka otobüsle, tahta karoser, lastikler ikide bir patlar." Bir diğeri söze karışıyor, "Bayramlarda sepetli motosiklete binerdik. Yedi çocuk. Adam başı beş kuruş. Hastane Bayırı’na kadar gider gelirdik." "Ah, ah," diye sızlanıyor bir hanım, "Limon bile yoktu o zamanlar, koruk kullanırdı anacığım." "Ne vardı ki zaten?" bu ses daha arkalardan. Ve sonra bir başkası: "Çok sıkıntı çektik çok." Rektör lakaplı Moiz Bey ekliyor, "Ama, sana şunu söyleyeyim. Mutluyduk, çok mutluyduk yine de." Herkes ona katılıp başını sallıyor. Sonra şarkılar başlıyor ve türküler, hatta tekerlemeler:
"Saya saya sayadan / Sular akar kayadan / Kayacı derler bize / Özendik geldik size
Hanım yenge eyvallah / Kuzum yenge eyvallah / Bir olmazsa iki olsun / Şeytanın gözü kör olsun"
Otobüsler Keşan sapağından dönüp Maydos’a yönleniyor. Koru Dağı’nda yüksekçe bir tepede mola. Enez Koyu nasıl da pırıl pırıl, Ege’nin tuzlu havası Marmara’nınkine karışmış. Ya o mis kokulu çamlar…
Ecabat’ta arabalı vapura binildiğinde artık heyecan dorukta, nemli gözler karşı kıyıya, özlenen şehre, Çanakkale’ye kilitlenmiş. Vapur iskeleye tok bir sesle vurup yanaşıyor. Oteller güzel, konforlu, sıcak, ama olmasa da zaten kimin umurunda? Şimdi başka görevler var yapılacak.
Cemaati gurbette bir sinagog "Mekor Hayim", ama ayakta. Çanakkale aşığı Penso ailesinin önderliğinde onarılmış, temizlenmiş, ibadete hazır hale getirilmiş. Saat altıya doğru dualar başlıyor, ilahiler söyleniyor. Kadın erkek herkesin yüzünde huzurlu bir mutluluk. Şalom Şabat!
Akşam yemeği neşe içinde geçiyor, yine şarkılar, şarkılar, şarkılar… Rav Moşe Benveniste ve Ortaköy Sinagogu’nun genç ve değerli Rav’ı Naftali Haleva ‘nın liderliğinde coşku herkesi sarıyor. Bu akşam unutulmayacak.
Cumartesi sabahı sinagog daha da kalabalık, ilk defa üst kat da açılıyor. Hahamlar artık dört bir yana dönerek hitap ediyor salonda. İbadet uzuyor, bugün çok özel bir gün, en eskiden en yeniye kaybedilmiş bütün Çanakkaleliler anılacak, ruhlarına dua edilecek. Yosi Penso denilince annesinin yanaklarından sicim gibi iniyor yaşlar. Elimi omzuna koyuyorum, ama dağlanan ana yüreği teselli mi bulur?
İbadetin ardından eski fırınların, iki katlı küçümen evlerin, taş döşeli sokakların arasından geçilerek otele dönülüyor. Yolda Çanakkale esnafı eski komşularının yolunu kesip hasretle kucaklıyor onları. Hatır soranlar, el öpenler, ağlayanlar… Aynı havayı solumuş, aynı suyu içmiş, hayatı balıyla, biberiyle paylaşmış dostlar onlar. Birbirini seven, özleyen dostlar…
Öğleden sonra kimi sahilde dolaşıyor "Eskala De Maydos"u anarak, kimi "Yahudi Mahallesi"nde; kimi de daha eskilere gidiyor, bu toprakların en eski sahiplerinin şehrine, Troia’ya. Rüzgar tanrısı Boreas’ın nefesiyle aşınmış binlerce yıllık taşlar…Ben düşünüyorum, Troia Atı pek hoş, ama şu güzelim şehre bir de Homeros heykeli dikilse olmaz mı?
İçi mutlulukla dolu günler ne çabuk geçer gider, yaşananlar ne çabuk anı olur ve ayrılık zamanı ne çabuk gelir…
Pazar sabahı duadan sonra mezarlığa gidiliyor. Yanyana dizili Müslüman ve Yahudi mezarları… Çanakkaleliler din, dil, ırk ayrımı olmadan hep birlikte yatıyor orada. Mütevekkil bir hüzün var herkesin yüreğinde. Analar, babalar, kardeşler, nineler, dedeler anılıyor hasretle. İki yanı selvili yoldan dış kapıya ilerlerken yaşlıca, başı örtülü bir kadın ellerini havaya kaldırmış dua ediyor bir Müslüman mezarının başında. Kalabalık dikkatini çekiyor, "Kimsiniz?" diye soruyor.
 "Çanakkaleliyiz."
"Kimlerdensiniz?
Cevabı duyunca bağırıyor kadın, "Ester, beni tanımadın mı? Ben Belkıs, çeyizci Belkıs."
Nasıl bir sarmaş dolaş olma, nasıl bir sevinç. "Benim çeyizimi de sen yaptın," diyor biri. "Benimkini de, benimkini de…"
Belkıs Hanım’ın marifetli ellerinin ürünleri kimbilir şimdi nerelerde, hangi dolaplarda, hangi sandıklarda?
Öğle saatlerinde arabalı vapur Çanakkale’yi geride bırakıp yeniden Ecabat’a doğru ilerliyor beyaz köpüklü dalgaların arasında. Sessizce vedalaşıyor yürekler anılarla. Otobüsler ardarda yola koyuluyor. Gelibolu’ya kadar süren düşünceli bir sessizlik. Ne der türküler, "Ayrılık, ah ayrılık, her bir dertten ala yaman ayrılık…"
Ama bir de umutlar var, yeniden kavuşmanın hayali var. Gelibolu’da yemek molası verilince bu hayali şıkır şıkır bir güneş cilalıyor. Sahilde, açık havada, martı çığlıklarının arasında keyifle lüferler yeniliyor, şaraplar içiliyor. Ve planlar yapılıyor, 2006 yılının Çanakkale gezisi nasıl ve ne zaman olacak?
Bence yerinizi şimdiden ayırtın. Sevgi çemberi çığ gibi büyüyor, geçmişle geleceği birleştiren köprü artık sapasağlam.