Globalleşme sürecinde terörün geçmişi ve yeni boyutu

Ceki BİLMENBugün tüm Batı medeniyetleri tarafından güvenlik tehdidi olarak gösterilen İslami terör; hangi ideoloji ile doğdu, küreselleşmenin hangi olanaklarından yararlandı, temeli kim tarafından atıldı, niçin ABD, Avrupa ve İsrail`in en temel düşmanı haline geldi?

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
İslami terörizmin uluslararası bir sorun olarak ortaya çıkmasının öyküsü Amerika’nın Kolorado eyaletine kadar uzanır. 1949 yılında orta yaşlı Mısırlı bir okul müfettişi olan Sayyid Kutb’un Kolorado’ya gelmesi ve gördüklerini yorumlama biçimi İslami terörizmin geleceğini şekillendirecek en önemli olaylardan biri olacak ve 11 Eylülde İkiz Kuleler’i deviren uçakları kullanan teröristleri doğrudan etkileyecekti.
Sayyid Kutb ABD’ ye bu ülkenin eğitim sistemini incelemek üzere Mısır hükümeti tarafından yollanmıştı. Fakat Kutb ABD’de geçirdiği süre zarfında Amerikan hayat tarzını da gözlemlemişti. Kutb’a göre Amerikalıların hepsi aşırı bireyselciydi ve tek düşündükleri şey kendi bireysel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarıydı. Amerikalılar dışardan bakıldığınıda son derece özgür ve huzurlu gözüküyorlardı fakat aslında içten içe tamamen yozlaşmış, ahlaki görecelilikleri yüzünden hiç bir şeye inanmayıp herşeyi sorgulayan birer sorunlu insana dönüşmüşlerdi.
Kutb’un bir akşam yerel bir kilisenin düzenlediği dans gösterisinde gördükleri, kafasındaki Amerika imajının tam bir fotoğrafını çekiyordu. Dönemin ünlü şarkısı "Baby its cold outside" eşliğinde kadın ve erkeklerden oluşan çiftler dans ediyordu ve Kutb’un sözleriyle "Göğüsler göğüslerle buluşmuş, eller de belleri sarmıştı".  Ve işte bu Kutb’un kafasındaki dışarıdan mutlu ve modern gözüken fakat içten içe yolsuzlaşan ve eriyen Amerika imajıydı. Dans eden kişiler  özgür olduklarını zannediyorlardı fakat aslında kendi bencil isteklerinin kapanına kısılmışlardı.
Kutb’un İslami terör için önemli olmaya başlayacağı dönem ise ABD’de geçirdiği bir yıldan sonra, kendi ülkesi Mısır’a dönmesi ve ABD’de gördüğü bu bireyselcilik, bencillik ve ahlaki göreceliliğin kendi ülkesini ele geçirmesine engel olamaya karar vermesiydi.
Kutb Mısır’a geri döndüğünde Amerika’nın bireyci ve bencil değerlerinin yavaş yavaş Mısır toplumuna da bulaştığını gördü. Cazibesi yüksek "Amerikan Rüyası", Mısırlı liderleri ve Mısır halkını etkisi altına alıyordu. Kutb Mısır’a dönüşünde Mısır’ın İslamlaşmasını savunan Müslüman Kardeşler örgütüne katıldı ve siyasi olarak etkin bir kişilik haline geldi. Özellikle İngiltere’nin etkisinin Mısır’dan tamamen yok olmasını sağlayan devrimden sonra başa geçen Cemal Abdel Nassır’ın ülkenin laik ve ABD dostu bir ülke olmasına karar vermesi ile, Kutb’un kafasında hiç bir şüphe kalmamıştı; artık Mısırlı liderler ve Mısır halkı yozlaşmış ve bireyselleşmişti. Dolayısı  ile Kutb’a göre bu insanları bu durumdan kurtarabilecek ve bir devrim yapıp laik yönetimi değiştiriecek bir İslami öncü guruba  ihtiyaç vardı. Kutb’a göre artık Mısır’daki liderler ve halk o kadar soysuzlaşmıştı ki artık bunlara Müslüman bile denemezdi ve dolayısıyla öldürülmelerinde herhangi bir sakınca yoktu. Bu fikirlerinin yaygınlaşmasından sonra, Kutb rejim tarafından tutuklandı ve 1966 yılında idam edildi. Fakat ABD’den dönüşünden idam edilene kadar geçen süre zarfında Kutb’un fikirleri Mısır’daki çeşitli çevrelerde destek buldu ve Kutb’un idam edildiği günden bir gün sonra bu günkü El Kaide’nin iki numaralı ismi ve bir doktor olan Ayman El Zavari, Kutb’un istediği gibi ülkeyi soysuz liderlerinden kurtarıp ülkeye İslami yönetimi getirmeyi amaçlayan İslami Öncü gurubunu kurdu.
Ayman El Zavari ve kurduğu  İslamcı grup için siyasi şartlar tam da istedikleri gibi uygundu. 1967 yılında Mısır’ın da aralarında olduğu Arap devletleri İsrail’e karşı giriştikleri savaşta sadece 6 gün içinde utanç verici bir yıkıma uğramışlardı. 1967 Savaşı o dönemde Arap liderlerce çokça teşvik edilen Arap milliyetçiliği fikrinin de ağır bir darbe aldığı ve milliyetçiliğin kitleleri mobilize etmede artık kullanılamadığı bir dönem oldu ve bu Arap milliyetçiliğininden boşalan ve kitleleri aynen Arap milliyetçiliği gibi mobilize etmeyi amaçlayan başka bir ideolojiyinin yükselmesine zemin hazırladı; İslamcılık.
Bu arada Zavari, Kutb’un yolunda giden diğer kişilerle bir araya gelerek İslami Cihad örgütünü kurdu. Mısır’da İslamcıların kaderini değiştiren olay ise, Enver Sedat’ın Al-Jihad gurubu üyeleri tarafından öldürülmesi olacaktı. Bu olayın ardında içlerinde Zavari’nin de bulunduğu 300 İslamcı militan Mısır’da tutuklandı. Fakat Zavari’yi ve tüm İslamcı teröristleri hapisten  kurtaracak bir olay yaşanacaktı. 1979 yılının Noel Bayramı’nda  SSCB Afganistan’ı işgal etti ve Afgan mücahitlerin SSCB’ye cihad ilan etmeleriyle, hapishanelerinde tuttukları İslamcı militanlardan kurtulmak için can atan Ortadoğu’ daki rejimler için gün doğmuş oldu. Mısır ve Suudi Arabistan’ın da dahil olduğu Ortadoğu’daki bazı rejimler Afganistan’da ölüp bir daha geri gelmemeleri dileğiyle, rejim karşıtı baş belaları olarak gördükleri  İslamcı militanları Afganistan’a SSCB’ye karşı girişilen Cihad’a yolladı. İşte tam da bu sırada Zavari, Sayyid Kutb’dan öğrendiği dünya vizyonunu hayata geçirmesini sağlayacak fırsatı Afganistan’da buldu. Yine Afgan Cihadı için gönüllü olarak Afganistan’a giden Suudi Arabistan’ın en zengin ailelerinden birinin çocuğu olan Usame Bin Ladin, Zavari ile Afgan Cihad’ı sırasında tanıştı ve Zavari’nin kafasındaki İslami dünya vizyonunun doğruluğuna inanıp kendi kişisel servetini bu dava uğruna harcamaya ikna oldu.
Afgan Cihadı’nın; ABD’nin lojistik ve Suudi Arabistan’ın ekonomik yardımı ile kazanılması ABD’de, SSCB’ye karşı büyük bir zafer kazanıldığı izlenimini yarattı. Amerikalılar, SSCB’yi yenenin kendileri olduklarından emindiler, fakat Afganistan’daki İslamcılara göre SSCB’yi Afganistan’dan atan ABD değil, kendileriydi. İslamcılar bir süper gücü "tek başlarına" alt ettiklerine inanmışlardı ve şimdi sıra, kendi fikirlerince  İslam alemindeki tüm ahlaki  çöküşün sebebi olan diğer süper güce; ABD’ye gelmişti. Fakat bu saldırıyı gerçekleştirmek için iki şeyi görmeleri gerekiyordu.
Birincisi, İslam alemindeki İslamcı devrimlerin kendi düşündükleri gibi gelişmemesiydi. İslamcılara göre, eğer militanlar bu ülkelerdeki liderleri vahşi bir şekilde öldürebilirse halk da ayaklanıp onları takip edecek ve İslami devrimler gerçekleşecekti. Fakat İran örneği bir daha tekararlanmadı, Sedat’ın ölümünden sonra Mısır’da İslami devrim olmadığı gibi özellikle Cezayir’deki iç savaş sırasında İslamcıların uyguladığı aşırı vahşet halkın tepkisine yol açmış ve bir çok yerde İslamcılar alehine gösteriler düzenlenmişti. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki Cezayir’deki iç savaşın İslamcıların zaferiyle noktalanamaması, Sudan’daki Hasan Turabi öderliğindeki İslamcıların yenilgisi, Çeçenistan’ın elde ettiği zaferden sonra Rusya’ya tekrar boyun eğmesi ve bu bölgedeki İslamcıların ikitidarı tamamen ele alamamaları, Bosna’daki iç savaşın tüm çabalara rağmen bir Cihad’a ve daha sonra da bir İslam devrimine dönüştürülememesi İslamcı ideolojinin 1990’ların sonunda artık çekiciliğini yitirdiğini ve başarısız olduğunu gösteriyordu. Dolaysıyla İslamcılar bir taktik değiştirme yoluna gittiler; içerideki düşmanı,yani Müslüman ülkelerdeki "soysuz" liderleri öldürüp halkın ayaklanmasını beklemek yerine, doğrudan  dışarıdaki düşmana yani, ABD’ye saldıracaklardı ve ABD’de yaratacakları büyük boyutlu yıkım, Müslüman halkları ayaklandırıp kendi taraflarına çekecekti.
İkincisi ise, İslamcı terrörsitlerin küreselleşmenin olanaklarını fark etmesiydi. En kaba tabiriyle küreselleşme; fikirlerin, insanların ve sermayenin daha önce hiç tanık olunmamış bir iletişim ve teknoloji devrimi sayesinde dünyada hiçbir engele takılmadan serbestçe dolaşabilmesi demektir. İşte bu küreselleşme devriminin farkına varan İslamcılar, internet sayesinde fikirlerini, uçaklar sayesinde üyelerini ve küresel çapta işleyen finans piyasaları sayesinde sermayelerini dünyanın bir ucundan diğer ucuna yollayabilmişlerdir. Aslında bu açıdan bakılınca 11 Eylül, İslamcıların küreselleşmenin nimetlerinin nasıl da farkına vardığının apaçık bir fotoğrafıdır. Saldırı; kişlerin serbest dolaşımına izin veren sistem dolayısıyla Amerika’ya gidip uçuş eğitimi alabilen Mısırlı teröristlerce, iletişim teknolojilerindeki devrimden faydalanabilip internet ve bilgisayarlar kullanımı ile hazırlanarak uygulanmış planlar eşliğinde ve küreselleşmenin ne anlama geldiğini anladıklarını anlatmaya çalışırcasına seçilen hedefle; Dünya Ticaret Merkezi, yani dünya finans kapitalizminin merkezine yapılmıştır.   
İşte yukarıda açıklamaya çalıştığım bu iki sebepten ötürü İslamcılar artık ABD’yi vurmaları gerektiğini düşünmüşlerdi. 1990’larda Afganistan’daki eğitim kamplarında eğittiği teröristlerin adlarını bir dosyaya kaydeden ve dosyayı EL KAİDE, yani Arapça "Database, Veri tabanı" diye kaydeden Suudi dolar milyarderi Osama Bin Ladin ve örgütü EL KAİDE 21.yy’da hem ABD’nin, hem de Avrupa ve İsrail’in en çok arananlar listesine girmeyi başardı.Örgüt önce Kenya ve Tanzanya’daki ABD büyükelçilikleri saldırıları daha sonra Yemen’deki USS. Cole savaş gemisi saldırısı ve 11 Eylül ile ABD’nin, Madrid ve Londra saldırılarıyla Avrupa’nın ve sürekli kendisine karşı Cihad çağrısı yaptığı İsrail’in gündemindeki en önemli güvenlik tehditlerinden biri olmayı sürdürüyor.