İslami terörizmin uluslararası bir sorun olarak ortaya çıkmasının öyküsü Amerikanın Kolorado eyaletine kadar uzanır. 1949 yılında orta yaşlı Mısırlı bir okul müfettişi olan Sayyid Kutbun Koloradoya gelmesi ve gördüklerini yorumlama biçimi İslami terörizmin geleceğini şekillendirecek en önemli olaylardan biri olacak ve 11 Eylülde İkiz Kuleleri deviren uçakları kullanan teröristleri doğrudan etkileyecekti.
Sayyid Kutb ABD ye bu ülkenin eğitim sistemini incelemek üzere Mısır hükümeti tarafından yollanmıştı. Fakat Kutb ABDde geçirdiği süre zarfında Amerikan hayat tarzını da gözlemlemişti. Kutba göre Amerikalıların hepsi aşırı bireyselciydi ve tek düşündükleri şey kendi bireysel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarıydı. Amerikalılar dışardan bakıldığınıda son derece özgür ve huzurlu gözüküyorlardı fakat aslında içten içe tamamen yozlaşmış, ahlaki görecelilikleri yüzünden hiç bir şeye inanmayıp herşeyi sorgulayan birer sorunlu insana dönüşmüşlerdi.
Kutbun bir akşam yerel bir kilisenin düzenlediği dans gösterisinde gördükleri, kafasındaki Amerika imajının tam bir fotoğrafını çekiyordu. Dönemin ünlü şarkısı "Baby its cold outside" eşliğinde kadın ve erkeklerden oluşan çiftler dans ediyordu ve Kutbun sözleriyle "Göğüsler göğüslerle buluşmuş, eller de belleri sarmıştı". Ve işte bu Kutbun kafasındaki dışarıdan mutlu ve modern gözüken fakat içten içe yolsuzlaşan ve eriyen Amerika imajıydı. Dans eden kişiler özgür olduklarını zannediyorlardı fakat aslında kendi bencil isteklerinin kapanına kısılmışlardı.
Kutbun İslami terör için önemli olmaya başlayacağı dönem ise ABDde geçirdiği bir yıldan sonra, kendi ülkesi Mısıra dönmesi ve ABDde gördüğü bu bireyselcilik, bencillik ve ahlaki göreceliliğin kendi ülkesini ele geçirmesine engel olamaya karar vermesiydi.
Kutb Mısıra geri döndüğünde Amerikanın bireyci ve bencil değerlerinin yavaş yavaş Mısır toplumuna da bulaştığını gördü. Cazibesi yüksek "Amerikan Rüyası", Mısırlı liderleri ve Mısır halkını etkisi altına alıyordu. Kutb Mısıra dönüşünde Mısırın İslamlaşmasını savunan Müslüman Kardeşler örgütüne katıldı ve siyasi olarak etkin bir kişilik haline geldi. Özellikle İngilterenin etkisinin Mısırdan tamamen yok olmasını sağlayan devrimden sonra başa geçen Cemal Abdel Nassırın ülkenin laik ve ABD dostu bir ülke olmasına karar vermesi ile, Kutbun kafasında hiç bir şüphe kalmamıştı; artık Mısırlı liderler ve Mısır halkı yozlaşmış ve bireyselleşmişti. Dolayısı ile Kutba göre bu insanları bu durumdan kurtarabilecek ve bir devrim yapıp laik yönetimi değiştiriecek bir İslami öncü guruba ihtiyaç vardı. Kutba göre artık Mısırdaki liderler ve halk o kadar soysuzlaşmıştı ki artık bunlara Müslüman bile denemezdi ve dolayısıyla öldürülmelerinde herhangi bir sakınca yoktu. Bu fikirlerinin yaygınlaşmasından sonra, Kutb rejim tarafından tutuklandı ve 1966 yılında idam edildi. Fakat ABDden dönüşünden idam edilene kadar geçen süre zarfında Kutbun fikirleri Mısırdaki çeşitli çevrelerde destek buldu ve Kutbun idam edildiği günden bir gün sonra bu günkü El Kaidenin iki numaralı ismi ve bir doktor olan Ayman El Zavari, Kutbun istediği gibi ülkeyi soysuz liderlerinden kurtarıp ülkeye İslami yönetimi getirmeyi amaçlayan İslami Öncü gurubunu kurdu.
Ayman El Zavari ve kurduğu İslamcı grup için siyasi şartlar tam da istedikleri gibi uygundu. 1967 yılında Mısırın da aralarında olduğu Arap devletleri İsraile karşı giriştikleri savaşta sadece 6 gün içinde utanç verici bir yıkıma uğramışlardı. 1967 Savaşı o dönemde Arap liderlerce çokça teşvik edilen Arap milliyetçiliği fikrinin de ağır bir darbe aldığı ve milliyetçiliğin kitleleri mobilize etmede artık kullanılamadığı bir dönem oldu ve bu Arap milliyetçiliğininden boşalan ve kitleleri aynen Arap milliyetçiliği gibi mobilize etmeyi amaçlayan başka bir ideolojiyinin yükselmesine zemin hazırladı; İslamcılık.
Bu arada Zavari, Kutbun yolunda giden diğer kişilerle bir araya gelerek İslami Cihad örgütünü kurdu. Mısırda İslamcıların kaderini değiştiren olay ise, Enver Sedatın Al-Jihad gurubu üyeleri tarafından öldürülmesi olacaktı. Bu olayın ardında içlerinde Zavarinin de bulunduğu 300 İslamcı militan Mısırda tutuklandı. Fakat Zavariyi ve tüm İslamcı teröristleri hapisten kurtaracak bir olay yaşanacaktı. 1979 yılının Noel Bayramında SSCB Afganistanı işgal etti ve Afgan mücahitlerin SSCBye cihad ilan etmeleriyle, hapishanelerinde tuttukları İslamcı militanlardan kurtulmak için can atan Ortadoğu daki rejimler için gün doğmuş oldu. Mısır ve Suudi Arabistanın da dahil olduğu Ortadoğudaki bazı rejimler Afganistanda ölüp bir daha geri gelmemeleri dileğiyle, rejim karşıtı baş belaları olarak gördükleri İslamcı militanları Afganistana SSCBye karşı girişilen Cihada yolladı. İşte tam da bu sırada Zavari, Sayyid Kutbdan öğrendiği dünya vizyonunu hayata geçirmesini sağlayacak fırsatı Afganistanda buldu. Yine Afgan Cihadı için gönüllü olarak Afganistana giden Suudi Arabistanın en zengin ailelerinden birinin çocuğu olan Usame Bin Ladin, Zavari ile Afgan Cihadı sırasında tanıştı ve Zavarinin kafasındaki İslami dünya vizyonunun doğruluğuna inanıp kendi kişisel servetini bu dava uğruna harcamaya ikna oldu.
Afgan Cihadının; ABDnin lojistik ve Suudi Arabistanın ekonomik yardımı ile kazanılması ABDde, SSCBye karşı büyük bir zafer kazanıldığı izlenimini yarattı. Amerikalılar, SSCByi yenenin kendileri olduklarından emindiler, fakat Afganistandaki İslamcılara göre SSCByi Afganistandan atan ABD değil, kendileriydi. İslamcılar bir süper gücü "tek başlarına" alt ettiklerine inanmışlardı ve şimdi sıra, kendi fikirlerince İslam alemindeki tüm ahlaki çöküşün sebebi olan diğer süper güce; ABDye gelmişti. Fakat bu saldırıyı gerçekleştirmek için iki şeyi görmeleri gerekiyordu.
Birincisi, İslam alemindeki İslamcı devrimlerin kendi düşündükleri gibi gelişmemesiydi. İslamcılara göre, eğer militanlar bu ülkelerdeki liderleri vahşi bir şekilde öldürebilirse halk da ayaklanıp onları takip edecek ve İslami devrimler gerçekleşecekti. Fakat İran örneği bir daha tekararlanmadı, Sedatın ölümünden sonra Mısırda İslami devrim olmadığı gibi özellikle Cezayirdeki iç savaş sırasında İslamcıların uyguladığı aşırı vahşet halkın tepkisine yol açmış ve bir çok yerde İslamcılar alehine gösteriler düzenlenmişti. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki Cezayirdeki iç savaşın İslamcıların zaferiyle noktalanamaması, Sudandaki Hasan Turabi öderliğindeki İslamcıların yenilgisi, Çeçenistanın elde ettiği zaferden sonra Rusyaya tekrar boyun eğmesi ve bu bölgedeki İslamcıların ikitidarı tamamen ele alamamaları, Bosnadaki iç savaşın tüm çabalara rağmen bir Cihada ve daha sonra da bir İslam devrimine dönüştürülememesi İslamcı ideolojinin 1990ların sonunda artık çekiciliğini yitirdiğini ve başarısız olduğunu gösteriyordu. Dolaysıyla İslamcılar bir taktik değiştirme yoluna gittiler; içerideki düşmanı,yani Müslüman ülkelerdeki "soysuz" liderleri öldürüp halkın ayaklanmasını beklemek yerine, doğrudan dışarıdaki düşmana yani, ABDye saldıracaklardı ve ABDde yaratacakları büyük boyutlu yıkım, Müslüman halkları ayaklandırıp kendi taraflarına çekecekti.
İkincisi ise, İslamcı terrörsitlerin küreselleşmenin olanaklarını fark etmesiydi. En kaba tabiriyle küreselleşme; fikirlerin, insanların ve sermayenin daha önce hiç tanık olunmamış bir iletişim ve teknoloji devrimi sayesinde dünyada hiçbir engele takılmadan serbestçe dolaşabilmesi demektir. İşte bu küreselleşme devriminin farkına varan İslamcılar, internet sayesinde fikirlerini, uçaklar sayesinde üyelerini ve küresel çapta işleyen finans piyasaları sayesinde sermayelerini dünyanın bir ucundan diğer ucuna yollayabilmişlerdir. Aslında bu açıdan bakılınca 11 Eylül, İslamcıların küreselleşmenin nimetlerinin nasıl da farkına vardığının apaçık bir fotoğrafıdır. Saldırı; kişlerin serbest dolaşımına izin veren sistem dolayısıyla Amerikaya gidip uçuş eğitimi alabilen Mısırlı teröristlerce, iletişim teknolojilerindeki devrimden faydalanabilip internet ve bilgisayarlar kullanımı ile hazırlanarak uygulanmış planlar eşliğinde ve küreselleşmenin ne anlama geldiğini anladıklarını anlatmaya çalışırcasına seçilen hedefle; Dünya Ticaret Merkezi, yani dünya finans kapitalizminin merkezine yapılmıştır.
İşte yukarıda açıklamaya çalıştığım bu iki sebepten ötürü İslamcılar artık ABDyi vurmaları gerektiğini düşünmüşlerdi. 1990larda Afganistandaki eğitim kamplarında eğittiği teröristlerin adlarını bir dosyaya kaydeden ve dosyayı EL KAİDE, yani Arapça "Database, Veri tabanı" diye kaydeden Suudi dolar milyarderi Osama Bin Ladin ve örgütü EL KAİDE 21.yyda hem ABDnin, hem de Avrupa ve İsrailin en çok arananlar listesine girmeyi başardı.Örgüt önce Kenya ve Tanzanyadaki ABD büyükelçilikleri saldırıları daha sonra Yemendeki USS. Cole savaş gemisi saldırısı ve 11 Eylül ile ABDnin, Madrid ve Londra saldırılarıyla Avrupanın ve sürekli kendisine karşı Cihad çağrısı yaptığı İsrailin gündemindeki en önemli güvenlik tehditlerinden biri olmayı sürdürüyor.