20 Kasım 2005 Pazar günü Limmud Kültür Festivali gerçekleşti. Gazetemizden genişçe bir ekibin katıldığı günden izlenimleri Viktor Kuzu, Tuna Saylağ, David Ojalvo ve Hay Eytan Yanarocak`ın yazılarıyla sunuyoruz
Böyle Pazar günü mü olur?
Viktor KUZU
Pazar günleri miskinlik günümdür. Seçtiğim aktivitelerde tek kıstasım da beynimi en az seviyede kullanmak. Ama bu Pazar farklı bir şey yaptım ve uzun bir aradan sonra (ÖSS sınavı) ilk defa bir Pazar günü beynimi kullandığımı hissettim, aydınlandım. Kolay değil bir gün boyunca sanattan kültüre, gelenekten cemaat meselelerine, Yahudilikten dış politikaya bir dünya konuda uzmanından, hem de interaktif cinsinden o kadar şey öğren sonra da kendini zehir gibi hissetme. Eminim benim gibi 700 küsür cemaat üyesi de benzer şekilde hissediyordur.
Pazar günü UOML, Limmud organizasyonuna ev sahipliği yaptı. Sayesinde zehir gibi olduk.
Limmud ilginç bir oluşum. Tanıtımlara bakınca bu bir "kültür festivali". Dolayısıyla o gün okulda öğrenirken eğlenmeyi bilen bir kalabalık toplanıyor.
Her şeyin başında bu işi ülkemizde organize eden ekibe teşekkür etmek gerekiyor. Farketmemiş olanlar için gün boyu üzerlerinde beyaz Limmud t-shirtleri, boyunlarında kırmızı fularları yavrukurtlar misali oradan oraya koşturan gençlerin organizasyonun başarısına katkısı büyüktü. Ama anladığım kadarıyla Limmud daha önce yurt dışında uygulanmış, felsefesi ve değişmez kuralları olan bir sistem. Ülkemizdeki uygulamada da bu yurtdışı menşeliğin büyük katkılarını gördük.
Aynı anda Ulus Musevi Lisesi’nin 11 farklı mekanında eşzamanlı konferanslar, paneller düzenlendi. Dolayısıyla neyin, nerede, ne zaman olduğunu keşfetmek için başarılı bir sinyalizasyona ihtiyaç vardı. Girişte dağıtılan katalog, her katta asılı "şu an buradasınız" haritaları ve dediğim gibi canla başla çalışan Limmud gönüllüleri ile sinyalizasyon işi gerçekten kusursuzdu.
Şimdi dünyaca onaylanmış Limmud sistemine duyduğu hayranlığını kanıtlamış biri olarak yetkililere rahatça sorabilirim: Tamam o kırmızı fularlar görevlilerin fark edilmesini sağlıyor falan ama gelecek sene için daha az rüküş gözüken bir şey bulunabilir mi acaba?
Gelecek yılın Limmud kostümlerini bırakıp geçen Pazar gününe dönersek, gün boyunca hoşuma giden batılı standartlardan bir diğeri de zamanlamalara gösterilen hassasiyetti. Ancak belirtmeden geçemeyeceğim konferanslar tam zamanında başladığı için cemaatimizin önemli bir bölümü günün ilk etkinliklerine katılamadı.
Konferansların bitişi de kronometre destekli Limmud izcileri sayesinde hep tam zamanında oldu. Süre bitmeye yakın Limmud izcisi, konuşmacının önüne kaç dakikası kaldığını bildiren bir yazı bırakıyor, konuşmacı da ister istemez konuşmasını toparlıyordu.
Bir panelde bir arkadaş ara ara yanındaki masa lambasını açıp kapatınca, "tamam" dedim "şimdi konuşmacıya sinyal gitti, birşey olacak". Sonradan anladık ki arkadaşın canı sıkılmış masa lambasıyla oynuyor.
Günün eğlenceli yanlarından bir diğeri de, konferans zamanları çakıştığından "şimdi neye katılsam acaba" derdine düşmüş insanları seyretmekti. Ellerinde program okulun katları arasında böylece koştururken, kontejan doluluğu yüzünden zar zor karar verdiği konferansa giremeyen de çok oldu.Yer olmadığı için içeri alınmadığımız bir konferansın kapısındaki görevliye dert yandığımızda "seneye gelir seyredersiniz" demesini de ayrıca başarılı bir pazarlama stratejisi olarak kayıtlara geçmek istiyorum. Şimdiden gelecek yılı beklemeye başlayanlar olduğuna ben bizzat şahidim.
Elimdeki fotograf makinasından cesaret alarak başı sonu ayırmadan olabildiğince konferansa girmeye çalıştım. Bu koşuşturma içinde anlatılanlara tam olarak vakıf olamasam da gerek konular, gerek konuşmacılar ve gerekse teknik alt yapı anlamında konferanslar başarılıydı. Zaten konferanslar ile ilgili detayları ayrıntılarıyla yine bu sayfada bulacaksınız. Bu konuyu benim açımdan kapatmadan belirtmek istediğim bir nokta var.
Sabah gazetesi dış haberler yazarı ve Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Soli Özel’in cemaat nezzinde starlık mertebesine yükselmiş olduğunu söyleyebilirim. 105 kişi kapasiteli salonda herhalde 300’den fazla izleyici Soli Özel’in 2006 öngörülerini dinlemek için nefessiz kalmayı göze almıştı. Fikirlerinin ne kadarına katılırlar bilemem ama cemaatin bir konuşmacı olarak Soli Özel’i sonuna kadar bağrına bastığına şüphe yok.
Bitiyorum dedim ama gün boyu yediğim şeyler aklıma gelince yazmadan edemedim. Katlarda hazır bekleyen ikramlar her ne kadar koşuşturma arasında açlığımızı kesmiş olsa da kantin katında kurulan sofra inanılmazdı. Bugün için mutfaklarını açıp, hünerlerini sergileyen herkese de buradan ayrıca teşekkürler.
Kültür festivalini gezerken
Batya KEBUDİ & David OJALVO
Süper kadın olmalı mı?
Meri Bahar’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen panele - İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç hastalıkları Ana Bilim Dalı Medikal Onkoloji Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, İÜ Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi VKV Amerikan Hastanesi Pediatri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rejin Kebudi, İzmir Devlet Opera ve Balesi Solist Sanatçısı Linet Sau katıldı. Onlar Profesyonel hayatta kazandıkları başarıların yanı sıra mutlu evliliklerini sürdürebiliyorlar. Hayata bakış açılarında her zaman ailenin çok önemli bir yeri olduğunu vurguladılar. İşten arta kalan tüm zamanlarını eşlerine ve çocuklarına ayırdıklarını paylaştılar. Yoğun stresli zamanlarında aile bireylerinden destek gördüklerini ve onlar olmadan her şeyin altından kalkmanın çok mümkün olmayacağını dile getirdiler. Tüm yoğunluklarının arasında spor yapmaya ve arkadaşlarına vakit ayırmaya çalıştıklarını belirttiler. Gerek iş hayatındaki sorumlulukları gerekse aile hayatlarındaki sorumlulukları, hayatı doyasıya yaşamak için paylaşımın çok önemli olduğunu, bu şekilde daha başarılı olduklarına inandıklarını söylediler.
Ortodoks Yahudilikte Tüp Bebek
Doç. Dr. Moşe Benhabib, konuşmasında Yahudilikte tüp bebek ve diğer birtakım yararlı üreme teknikleri karşısında Ortodoks Yahudilerin tepkilerini ve bu yöntemlerin uygulanması sırasında karşılaşılan problemler ve çözümleri anlattı. Yahudilikte çocuk sahibi olmanın öneminden yola çıkan Moşe Benhabib, çocuk sahibi olamayan çiftlerin neler yaşadıklarını bilimsel verilerin ışığında, zaman zaman izleyicilerini güldürerek aktardı. İsrail’de çocuk sahibi olmak üzere bilimsel yöntemlere başvuran çiftlerin, devlet tarafından maddi ve manevi olarak teşvik edildiğini dile getiren Moşe Benhabib, günümüzde bilim ve din otoritelerinin uzlaştığı bir yolda üreme tekniklerinin başarıyla uygulandığını konuşmasında vurguladı.
Yurtdışı Eğitim
Berk Uziyel’in konuşmacı olduğu seminerde yurtdışı eğitimin artı ve eksi yönleri tartışıldı. Uziyel yurt dışında eğitim gördü. Daha sonra iki sene bir firmada çalışarak deneyim kazandı. Sekiz sene yurtdışında kaldığını belirten Uziyel, arkadaş çevresinde farklılıklar olduğunu belirtti. Lise yıllarında çevresinde çok daha fazla arkadaşı olduğunu, fakat yurtdışına gittikten sonra bazı farklılıkların oluştuğunu bu sayının azaldığını söyledi. Yurtdışında kaldığı süre içerisinde kendisi gibi çeşitli ülkelerden gelen insanlarla tanışma fırsatı olduğunu ve farklı kültürleri tanımanın ufkunu çok genişlettiğini belirtti. Gençlerin rağbet gösterdiği söyleşide yurtdışı eğitiminin avantajları ve dezavantajları tartışıldı.
Kişisel Gelişim
Bireysel terapi konusunda başarılı bir isim olan Doç. Dr. Nita Scherler’in söyleşisine oldukça kalabalık bir topluluk katıldı. Kişisel gelişime önem veren kişilerin bu yolda bir adım daha ileri gidebilmeleri için duyu organlarımızı ne seviyede kullandığımız tartışıldı. Hayatımıza farklı tatlar, farklı kokular katmak için çabalamak gerektiği vurgulandı. Kişisel gelişime yönelik bir adım atmanın amaçlandığı bu faaliyette, katılımcılarla söyleşerek yanıt üretildi. Küçük yaşlarda şekillenen algılama ve anlamlandırma mekanizmalarının yetişkin yaşamdaki izdüşümü nedir? Ben kimim? Hayatımın anlamı ne? Şu an kendimi nerde görüyorum? İlerisi için hedeflerim nedir? Gelecekte nasıl bir hayat istiyorum? Bir birey olarak kendime katacaklarım neler? Farklılaşma yolunda, uygulanabilir en somut adım nedir? Kişisel gelişimin göstergeleri nelerdir?’ sorularına katılımcılarla beraber somut bir yanıt arandı.
Limmud belleğimizin gök kubbesinde hoş bir seda bıraktı
Tuna SAYLAĞ
"İyiki, oradaydım" dediğim, büyük bir kültürel doyum yaşadığım ve seneye tekrarlanacağını ümit ettiğim Limmud’da zorlandığım tek konu, bizlere sunulan birbirinden ilginç seçenekler arasından tercih yapmak oldu. Kendi kendime "Acaba Mario Levi ile ‘Lunaparklar’da’ mı dolaşsam, yoksa psikolog Nita Scherler’in yardımıyla kendimi geliştirmeye mi çalışsam? Ya da en iyisi Karmiyel ile dans edip kurtlarımı mı döksem veya daha ciddi takılıp Soli Özel’den gelecek yıl bizi nelerin beklediğini mi öğrensem" diye uzun uzun düşündüm. Sonunda, gözü tahıl ambarında kalmış horoz misali, aklım kaçırdıklarımda, tercihlerimi yaptım. Sizlerle izlediğim etkinliklerin bazılarını kısaca paylaşacağım. Ancak onlara gelmeden önce Limmud hakkında daha söylenecek o kadar hoş söz, dile getirilecek o kadar güzel an ve kutlanacak o kadar çok isim var ki....Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler!
Osmanlı’da mücevher geleneği
Kültür festivalinin ilk saat diliminde yer alan seminerlerden biri de sanat tarihi profesörü Gül İrepoğlu’nun sunduğu "Osmanlı’da mücevher"idi. Daha çok hanımların rağbet ettiği etkinlikte İrepoğlu, renkli slaytlar eşliğinde Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’ndeki 16., 17. ve 18. yüzyıllara ait eşsiz parçalardan (küpe, yüzük, broş, kemer, başlık, hançer, taht, matara, kuran kapları at koşumları, fincan zarfları, sorguç vs..) örnekler sunarak ve tarihsel anekdotlar eşliğinde, dinleyenleri Osmanlı’daki kuyumculuk sanatı, mücevher ve simgeledikleri hakkında bilgilendirdi, soruları cevaplandırdı.
Prof. Shulamit Reinharz’danYahudilik ve sanatçı olmanın ilişkisi
Günün en çok ilgi toplayan konferanslarından biriydi. Kendini "Sanatı ve sanatçıyı anlamaya çalışan bir sosyoloğum" diyerek tanıtan Brandeis Üniversitesi sosyoloji profesörü Reinharz’ın samimi ve canlı kişiliği sayesinde interaktif bir şekilde gelişen faaliyet, konuşmacı ve katılımcıların karşılıklı soru-cevaplarıyla bir bilgi yarışması havasında sürdü. İlgi ve merakı her an canlı tutan Reinharz, Tora’dan verdiği ilginç ayrıntılar, örnekler ve yaptığı yorumlarla Yahudilikte yasak olan sanatın belli bir mantıkla nasıl yasal hale geldiğini anlattı. Reinharz, ilk sanatkarın, tabiatı ve kendi suretinde insanı yarattığı için, Tanrı olduğunu ifade etti.
Türk Yahudileri mercek altında
Bir başka ilginç etkinlik de yazar Liz Behmoaras’ın yönettiği, Radikal’den Doç. Nuray Mert, Sabancı Üniversitesi Tarih bölümünden Nazan Maksudyan, Atina Üniversitesi’nden, Ankara doğumlu Hercules Millas’ın katıldıkları, Türkiye’de Müslüman ve diğer azınlıkların gözüyle Yahudilerin, antisemitizm ve nedenlerinin tartışıldığı paneldi. Dikkat çekici olan, belki de ilk kez, diğer azınlıkların yani Rum ve Ermenilerin gözüyle Yahudiler hakkındaki duygu ve düşüncelerin anlatılmasıydı. Her üç konuk katılımcının da farklı derecelerde de olsa antisemitizmin var olduğunu kabul ettikleri faaliyette, bunun sebepleri üzerinde duruldu, konuyla ilgili kişisel deneyimler ve anılar aktarıldı.
Limmud ve Hayim Azses’in ardından...
Hay Eytan YANAROCAK
Limmud Kültür Festivali’nde Yahudi Ajansında çalışan ve Sefarad Eğitim Merkezi’nde eğitim proje müdürlüğü görevinde bulunan Hayim Azses’in "İsrail Yahudi Devleti veya Yahudiler için Ülke" ve "İsrail-Filistin Psikolojik Savaşı" adlı iki seminerine katılma şansı yakaladım. Azses’in düşüncelerini sizlerle paylaşmak isterim.
Azses, "İsrail Yahudi Devleti veya Yahudiler için Ülke" adlı ilk seminerinde Yahudi ulusunun üç ana öğeye dayandığını anlattı. Bu öğeler din, ulus bilinci ve ülke. Azses, Yahudilerin tarih boyunca çektiği bütün acıları bu üç unsura bağlıyor.
Azses Yahudilerin kendilerini ve kimliklerini kaybetmeden bunca sene ayakta kalmasını yine bu üç unsura bağlamakla birlikte tarihten örneklerle savını güçlendirdi. Yohanan Ben Zakai isimli Rabi Romalılar tarafından istila edilmiş Kudüs’ü canlı bir şekilde terk ederek Yavne şehrinde bir Tora okulu açmasını ve Yahudilerin Kudüs’e tekrar muzaffer olarak dönebilmeleri için eğitim almaları gerektiğini belirtmiş ve Yahudilikteki eğitimin ne kadar önemli olduğunun altını çizmişti. Yohanan Ben Zakai sayesinde, malesef dünyanın bir çok tarafına yayılan Yahudiler yeşivalarını kurmaya başladılar.. Yeşivalar her zaman "Zahor", yani "Hatırla" ilkesinin üzerine kurulmuştur. Azses, Yohanan Ben Zakai’nin felsefesinin son ayağının, yani Kudüs’e geri dönüşün unutulduğunun altını çizdi.
Azses’in seminerinde en çarpıcı bölüm ise "Siglo D’oro" yani İspanya’da Sefarad Yahudilerinin yaşamış olduğu Altın Çağ idi. Azses, İspanya’daki Altın Çağ’da Yahudilerin hem Tora’ya, hem de fen bilimlerine bağlı olduklarını ve toplumun tam bir birlik içinde bulunduğunu belirtirken, İspanya’ya sadece verimlilik katan Yahudilerin 1391 Sevilla Pogrom’undan ders çıkarmayıp 1492 yılında "ya vaftiz ya ölüm" sloganı ile karşı karşıya kaldıklarını, dahası bundan çok değil, yarım asır önce gerçekleşen Şoah’da 6 milyon dindaşımızın hiç değilse bir kısmının İspanya’daki bu "Altın Çağ" dan ders çıkartarak hayatta kalabileceğini savundu. Yahudilerin tarih boyunca eylemden uzak, her şeyi Tanrı’dan beklediklerini söyleyen Azses, her şeyi Tanrı’dan beklemenin doğru olmadığını bu yüzden Yahudilerin de, olumsuz bir yönde şekillendirilen kaderlerine boyun eğdiklerini vurguladı.
İsrail’deki ultra-ortodoks Yahudilerinin İsrail’de din kurallarına uygun yaşam isteklerini ve seküler Yahudilerin bu düşüncelere nasıl karşı durduğunu gösteren küçük bir film sundu. Azses, sözlerini ise ünlü Rav Kuk’un sözleriyle noktaladı: "Hepimiz birbirimizi sevmeliyiz."
Azses, ikinci konferansı olan "İsrail-Filistin Psikolojik Savaşı" adlı seminerinde ise ilkin Filistin tezlerini savunduktan sonra bunları Yahudi tezleri ile çürüttü. Azses Filistin karalama propagandasına nasıl karşı-propaganda ile karşılık verilebileceği ve bunu Avrupa’da özellikle Fransa’da nasıl uygulamaya konduğunu açıkladı.
20 Kasım 2005 Pazar günü bize bu keyifli saatleri yaşatanlara ve Hayim Azses’e sonsuz teşekkürler.