Harry Ojalvo: "İsrail kardeşim, Türkiye anavatanim..."

Ester YANNİER1920 yılında İzmir Hahambaşısı Palaçi ailesinin bir mensubu olarak dünyaya gelen Harry Ojalvo cemaatimizin çok renkli simalarından biri... Ojalvo, Atatürk ile unutamadığı bir anısını, 1960 İhtilali ve mahkeme salonunda izlediği Yassı Ada duruşmalarını, 500. Yıl Vakfı`nın kuruluş dönemini, araştırmaların

Röportaj
9 Ocak 2008 Çarşamba
Yaptığı araştırmalar sonucu  köklerinin İspanya’ya dayandığını keşfeden Harry Ojalvo’nun ailesi yaşanan göçle Selanik’e yerleşmiş. Geniş bir ailenin  ferdi olan babası Vital Ojalvo,  dedesi İzmir Hahambaşısı Palaçi’nin hayır duasını alarak ABD’ye gider ve Kaliforniya’da çalışmaya başlar. İstanbul’daki ABD Başkonsolosluğu için Türkçe bilen bir eleman arandığını öğrenir, başvurusu kabul edilerek önce Erzurum oradan Trabzon ve Selanik’e tayin edilir. Erzurum’da bulunduğu yıllarda  İstanbullu Gentille Kohen  ile evlenir. 1900 yılında Viktorya, 1903’te Alis, 1905’te Anjel, 1907’de Edmond ve 1920’de ise Harry Ojalvo dünyaya gelir.

Çocukluğunuzdan söz eder misiniz?

Çocukluğum 8 yaşına kadar Boton Han’da geçti. Sabah bizi bahçeye çıkartırlar, akşam olunca içeri alırlardı. Çocukluğum hep açık havada geçti.

Okul yıllarınız?

Ele avuca sığmaz bir çocuk olduğumdan üç yaşında Alman okuluna verdiler. Oradan Almanca, evde İzmir Hahambaşısı Palaçi’nin kızı olan babaannemden İspanyolca, Notre Dame De Sion’un ilk talebelerinden olan annemden Fransızca, mahalledeki çocuklardan Rumca ve Türkçe, inatla başka lisan konuşmayan babamdan İngilizce ve beş yaşıma kadar beni büyüten dadımdan İtalyanca öğrendim.  Öyle bir zaman geldi ki, tüm bu lisanları bir Rus salatası haline getirdim ve bir yaz mevsimi süresince evdekilerden başka hiç kimse beni anlamadı.
Tünel’den Sıraselvilere taşındığımızda  tramvaydan atladığım için Alman okulundan alarak  Saint Michel’e yazdırdılar. Fakat sonradan ağabeylerim ve dayım Galatasaray Lisesi’nde okuduklarından, beni de Galatasaray’a naklettiler. Gençliğim bu okulda geçti, 11. sınıfta High Scholl’a  gönderdiler. İlginç bir çocukluk geçirdim. 11 yaşıma bastığımda yazları babam  iki aylığına Suadiye kampına teslim ederdi. Orada atletizm, yüzme, tenis ve beyzbol öğrendim. Kış aylarında Beyoğlu Halkevi’nde buluşur aletli jimnastik, boks ve güreş yapardık.

Atatürk ile unutmadığınız bir anınız var…

16 yaşımda disiplin sıkmaya başlamıştı ve hürriyetimi ilan ettim. Büyükada’da babamın ayarladığı işten de hoşlanmayınca her gün trenle Florya’daki Hay-Layf Plajı’na gitmeye başladım. Tesadüf eseri boğulmak üzere olan birini kurtardım ve can kurtaran oldum. Burada bir ev tuttum, babamın verdiği para ile  bir de sandal satın aldım. Bir gün atla sabah gezintisini yapan Atatürk’le karşılaştım. Atımdan inerek, geçmesini bekliyordum ki;" çocuk, botla gezen sensin değil mi?" deyince nutkum tutulmuştu, "evet" der gibi başımı salladım." Pekiyi, bana denize girerken rastlarsan , yanıma gel  bota asılacağım, beni biraz gezdirirsin" dedi. Yanıt vermek istedim fakat boğazım kurumuştu yine başımı salladım ve denize girmesini kolladım.  Bir Pazar günü halkın içinde denizde idi. Bot ile yavaşça yanına gitmek istedim polis motorundan Halit kaptan bağırıyor ve işaret yapıyordu. Atatürk seslenerek, "bırak geçsin" dedi. Atamız botun aynasına tutunmuş, "aferin, unutmadın demek!" dedi. Ben de yine çıt yok. Biraz gezdirdim, işaretle az ötedeki merdivenlere doğru gitmemi istedi. Bu şekilde unutamayacağım tarihi bir an yaşadım.

Askerlik yıllarınız...

 1941’de askere gittim  1945’te döndüm. 3. Bölük Komutanı Florya’dan tanıdığım  Mustafa Kemal Gürler. Zara’da soğuk geçen bir kış sonrasında  sayesinde 105. Motorlu Ağır Topçu Alayı’na  yabancı dil bilen, şoför ve oto parçacısı olarak dahil oldum.  
Askerde olduğum dönemde bir gün komutan koğuşun basamağı kırıldığı için   yanına çağırarak  "basamağı yapmak için mezarlıktan taş al onu yonttur, kırılanın yerine yeni bir basamak yaptır" dedi. Olacak iş değil. Orada Yahudi mezarlığı vardı, bir de harabeye dönüşmüş bir kal. Kırık basamağı  tamir ettim. Komutan geldi kontrol etti ve ne kadar masraf yaptığımı sordu.  50 kuruş kadar bir masraf yaptığımı  söyledim ve karşılığında hemen arkasında duran "GMC Maintenance   and Repairs  Catalogue" (GMC tamir ve onarım katalogu) kitabını talep ettim. Oto yedek aksamının mesleğim olduğunu ekledim. Kitabın sayfalarında yer alan çizimlerden bazılarını sordu. Hepsinin Türkçe ve İngilizce karşılıklarını  söyleyince tüm kitabı tercüme etmemi istedi. Yanıma iki kişi daha aldım ve  bir nüshanın kendisine, birinin alay komutanına ve kolorduya, diğer  iki nüshanın ise sonradan Ankara’ya Milli Müdafaa’ya gönderildiğini öğrendik.  Kitap bittikten sonra izine çıkacaktım, fakat arada alay komutanı değişti, ABD’den gelen 155 milimetrelik topların kullanımını öğrenmek için kitapçıklarına bakmam görevi verildi. Yeni gelen teğmen beni tanımıyordu, elimde bu kitapçıkla görünce beni casus zannetti. Eyüpsultanlı olan alay komutanı Zeki Ulusoy’a casus yakaladığını söyledi. Ulusoy ise  casusu alayın dışında araması tavsiyesinde bulunarak, çalışmalarıma devam etmemi emretti.

Politikayla tanışmanız….

 1957’de  Sıraselviler’deki CHP’nin ilçe başkanlarının  kulübü olan Küçük Kulüp’e bilmeden üye oldum.  Başta briç oynuyordum, daha sonra CHP ilçe başkanları, parti ileri gelenleri, hatta İnönü’nün de  kulübe üye olduğunu ve briç oynadığını  gördüm. Aralarına katılmıştım, artık ayrılamazdım. İhtilal söylentileri  oluyordu, kaçmayı uygun görmedim. Kanaatimce iyi de oldu, çünkü büyük dostluklar edindim. En büyük dostum da Kurmay Albay Cemal Yıldırım’dı. Dokuz subay olayı yaşandığında Menderes’e karşı hareket ettiği için tevkif edilmişti, ancak ordunun baskısıyla beraat etmişti. Birgün kendimi onun sekreteri olarak buldum.
Beyoğlu’nda Cemal Yıldırım’la gezerken, Ankara’ya sevkedilme emriyle polisler geldiler. O zaman Vatan Cephesi’nden başka  15 kişilik bir  komisyon kurulmuştu. Bu komisyon  istediğini idam talebiyle Ankara’ya gönderiyordu. Beraber evinde gittik, oradan  kendisine Haydarpaşa’ya kadar eşlik ettim. Rakip Tarık Buray isimli bir karikatürüst vardı, o da tutuklanmıştı. Bütün bunlar ihtilale sebebiyet verdi.
İhtilalin haklı veya haksız olduğunu  mütalaa etmek bana düşmez, tarih bunu çoktan yaptı zaten. Fakat şahidi olduğum hadiseleri de anlatmak bana düşer. Öğrendiğim  kadarıyla 60 sehpa kurulmuştu, İnönü o zaman intihar ederim dedi, üç sehpayla işi bitirdiler. Tatsız bir süreçti.
Bir gün yattık, ertesi gün Milli Birlik Komitesi ihtilali çoktan yapmış,tutuklular Yassı Ada veya başka yerlere yollanmıştı… İhtilal öncesi sevk edilenler, İstanbul’a geri geldiler. 
Onların yanında bulunmam, cemaat tarafından hoş karşılanmadı.  Fakat hahambaşı seçimi dahil, cemaat için bir çok hizmeti yapmama vesile oldu. Mezarlık yolunu yaptırmak, bireylere destek vermek gibi...

Çok enerjiksiniz… bunu neye borçlusunuz?

Artık pek değilim, yaş 85… Ömrüm dokuz yaşından başlayarak, yaz -kış denizde geçti. Belki ondandır, evde hala açık pencere ile yatarım.

Dinamik yapınızı, bitip tükenmeyen enerjinizi araştırmacı ruhunuza bağlayabilir miyiz?

Bilemem, fakat beni bu yola iten hadiseler oldu, 1960 ihtilali sonrasında  Topçu Alayı’ndaki Komutanım Tarık  Güryay görüşmek istediğini söyledi. O zaman 66. Tümen Kumandanı Faruk Güventürk’ ten bir izin alarak  Yassı Ada’ya gittim. Orada hemen hemen tüm davalara iştirak ettim, ve öğle yemeklerimi  Salim Başol ve Tarık Güryay ile birlikte yedim. Her vatandaş size bunları anlatamaz.  Bayar tam bir anarşist, Fatin Rüştü Zorlu efendi fakat mütecaviz, hakimlere kafa tutmakla zorla kendisini astırttı diyebilirim.Yassı Ada’da ilginç davalara tanık oldum. Herkese nasip olmaz. Fakat biliyorum ki cemaatin nezdinde kötü bir puan oldu. Ne yapabilirim, kaçmayı uygun görmedim.
Şunu tekrar etmek istiyorum, ben itildim,hadiseler beni itti. Ben ne onu ne de bunu seçtim, kendimi olayların içinde buldum.
Suat Ulagay adında bir arkadaşım, Milli Birlik Komitesi ile birlikte Küçük Kulüp üyelerini davet ederek, hazine bomboş dedi. Kafası çalışan bir insan olarak, herkes yüzüğünü versin dedim ve Burgaz’ın yüzük kampanyasını ben idare ettim. Adalardan en çok Burgaz’dan para toplandı. Yüzüğünü istediklerime karşı antipatik göründüm, ama bunun âli bir durum olduğunun farkında değillerdi.

6lj Eylül olayları…

6lj Eylül bir tek  Burgaz Ada’da yaşanmadı. Bir küçük parmağım oldu işte…

500.  Yıl Vakfı ile gönül bağınız nasıl başladı?
Dr. Çiprut, Nedim Yahya, Gazeteci İzak Kohen ile birlikte bir gruptuk, beraber çalışıyorduk.  Sevdiğim işleri yapmak için kendimi emekliye ayırdığımda Nedim Yahya telefon ederek yeni kurdukları vakıfta görev almam için  davet etti.  Yahya, hasta olduğunu Jak Kamhi’ye de bunu açıklamadığını, gelip kendisine yardımcı olmamı rica etti. Yahya’ya manevi borcum vardı.

500. Yıl Vakfı kapsamında bir çok kitap yayınladınız bu nasıl oluştu?

Galatasaray Lisesi’ndeyken üç sene süresince Enver Bey adında bir tarih hocam vardı. Bana tarih sevgisini o aşıladı. Tarih mecmuası aldırırdı. Bu dergilerden cemaatimi ilgilendiren bilgileri hep not ederdim. O notların neticesinde  Profilo’daki müze oluştu.  Gece az uyur çok okurum, evde iki bin kitabım var…
Zülfaris’i de iki sen ben idare ettim.  Naim Güleryüz’e devrettim, kendisi iyi bir idarecidir.
"Şiirlerle  düşünceler"  kitabım dört lisanda yayımlandı. Onu "700. Yıl İçin Osmanlı  Tarihi, Vakıf Hikayesi" adlı kitap takip etti.  Anlayacağınız üzere sıfırdan başlamayı çok seviyorum ve araştırmaları yaptığım zaman gerçeklere dayandığını göstermek için belgelerle çalışıyorum.  İnsanlar bazı bilgilere ulaşmak için beni arıyorlar. Bunlardan  motive oluyorum. İnsanlar biraz budaladır, havuç siyaseti yaptın mı eşek koşar…

Yahudi toplumu ilk gençlik  yıllarınızda nasıldı, değişim ve gelişimi nasıl buluyorsunuz?

 Bazı şeyler,  olaylara, insanlara rağmen gerçekleşiyor. Sultan Hamit dönemiyle Cumhuriyet dönemi bir midir? Olamaz… en güzel örnek yobazların bisiklete şeytan arabası demeleri, bugün başı örtülü bir hanım Mercedes kullanıyor. Bir aşama var…
Vapur yürür ama kaptan yerinde çımacı oturursa vapur yine yürür ama sonunda kayaya çarpar…  1948 Yahudiliği artık yok. Olmayacak, olamaz da. Nedenini şöyle açıklayabilirim; İsrail’de beni gezdiren şoför seni Türk Rivyerası’na götüreyim dedi ve Batyam’a götürdü.  İsrail’de 125 bin Türk Yahudisi yaşıyor.İsrail’deki Türk diplomatlarına sorarsanız, Türkiye’de bu kadar İstanbullu görmediklerini söylerler. İstanbul’u oraya taşıdılar. Beyza Hanım’dan,  Sinirlioğlu’na değin tüm diplomatlar kendilerini evlerinde hissettiklerini dile getirirler…Bu  gerçektir..
Bu kişiler oraya göç etmeselerdi, aralarından onaylayacağım yöneticiler de  çıkardı.

Nasıl bir cemaat hayal ederdiniz?

Cemaat yönetiminde rahmetli Prof. Selim  Kaneti gibi insanlar görmek isterdim. Technion’u birincilikle  bitirmiş insanlarımız var, ama yönetimde onlara rastlamıyoruz.  Yönetimde, insanların hakkını veren  koruyan kişiler görmek isterdim…

O yıllarla, şimdinin şartları değişmedi mi?
Şartlar değişmedi , yollar tıkalı. Görev verildiğinde çalışacak pırıl pırıl insanlarımız var.
İyi bir Türk  olmak için öncelikle iyi bir Yahudi olmalıyız. Ben iyi bir Yahudiyim…
"Anavatanım Türkiye, İsrail de kardeşim" diyorum şiir kitabımda…Allahın bildiğini kuldan saklamanın anlamı yok.

Gençliğe mesajınız..

Tarihini bilmeyen bir millet kaybolmaya mahkumdur, öncelikle bunu öğrensinler. Tarihini bilmek, bu işi gerektiği gibi ele almaktır. Bu da UÖML’den geçer. Çocuklarını oraya versinler. YSK’ya kaydetsinler. Bunu iyi anlasınlar, biz bize benzeriz. Anlamadıkları zaman  kan kayıbı yaşanır.
Türkiye’ye önemli borçlarımız bulunduğunu  düşünüyorum.  Politikada müşterek menfaat vardır. Dostluk yoktur. Fakat İsrail ile can borcu ve dostluk var, çünkü asırlar boyu Osmanlılar olsun Türkiye Cumhuriyeti olsun  500 yıllık bembeyaz bir çizgi çiziyoruz. Bir iki kara nokta, 20 Sınıf ve Varlık Vergisi.  Başka ülkelerde ise  üzerinde bir çok kara nokta olan kıpkırmızı bir çizgi mevcuttur.
İlk evliliğini Lea Niyego ile yapan Harry Ojalvo’nun Janine adında bir kızı ve  Denis  adında bir oğlu  var.  Ojalvo, eşinin vefatından sonra  Klodet Ojalvo ile hayatını birleştirdi.
Bu denli, hareketli bir yaşam süren Harry Ojalvo’nun  hayatından bazı noktalara değindik. Anlattıklarımızdan fazlasını Ojalvo’nun  "M.S. 1186’dan Bu Yana  Bir Yahudi Serüveni" adlı hayatını aktardığı, bir belgesel niteliğindeki  kitabın içinde bulabilirsiniz.