Diğerleri için zor, hatta imkansız olabilecek araştırmaları, engin kabalistik bilgisi ile başardı, doğaüstü güçlere de hükmetti. Saygı ve korku uyandıran bir kişiliği ve görünümü vardı. Oldukça heybetli fiziği, göğsüne kadar inen bembeyaz sakalı ile cidden çok azametli idi.
Büyük Loebin ünü yalnız Yahudilerce değil, onun yeteneklerini ve meziyetlerini takdir eden hıristiyanlarca da bilinirdi. Prag dışındaki şatosunda yaşayan ve İmparatorluğun yönetiminde söz sahibi olan, güçlü bir kontla sıkı ilişkileri vardı. Kontta Rabbi gibi, fizikle, tabii ve gizli ilimlerle ilgilenir, öğrenmek arzusu ile, o devrin simyacıları gibi, büyük bir buluşun düşünü kurardı. Bu araştırmalarında, Kont, zaman zaman hayranı olduğu Rabbiden yardım isterdi. Zira, bu devrin bilginleri, doğaüstü ilminin, insan eliyle yazılmış herhangi bir kitapta bulunmadığına inanır, Rabbi Leobin bunları Kabalanın gizlerinde bulduğu düşünülürdü. Aslında, Gettoda yaşayan Yahudiler arasında bu inanç çok kuvvetli idi, yani onlar da Rabbi için böyle düşünürlerdi. Ve Kont bu görüşünü Rabbiye ilettiğinde, o sürekli aksini iddia ederdi. Hatta, bunun pek az ölümüyle nasip olduğunu ilave ederdi. Kontun tüm ricaları, istekleri cevapsız kaldı, Rabbi hiçbir şey bilmediğinde ısrar etti.
Rabbi, Gettoda, küçük ve gösterissiz bir evde otururdu. Ama bu evin bodrumunda, yalnızca onun görebildiği, çok büyük bir simya laboratuarı bulunduğu herkes tarafından bilinirdi. Büyük Rabbi, ilmi araştırmalarını, ilginç deneylerini burada gerçekleştirirdi. Bazılarına göre, bu evin civarında, bazı garip sesler duyulur, acayip ışıklar görülürdü. Lakin, din adamının şahsının ve bilgisinin telkin ettiği saygı ve korku, bu olayların araştırılmasını engelliyordu. Daha da olağanüstü olan, arasıra, gecenin sessizliğini bozan ve laboratuarın derinliğinden gelen konuşmalardı. Rabbinin, sanki yanında sadık ve akıllı bir yardımcısı varmışçasına emirler verdiği duyulurdu. Ama, okuldaki öğrencileri ve çırakları, bu gece çalışmalarında, hiç kimsenin ilim adamına yardım etmediği konusundan kesinlikle emindiler.
Bir raslantı sonucu, bu esrarergiz yardımcının kim ya da ne olduğu anlaşıldı. Rebb Loeb, yaptığı ilmi araştırmaların sırrını açıklamak istemedi ama, yine de, bu deneylerde kendisine yardımcı olacak birine ihtiyacı vardı. Kilden bir insan vücudu yoğurup ve sahip olduğu Kabala ilim sayesinde bu heykele can verdi. Dilinin altına bir "Şem", Tanrının adını takarak, efsanelerde Golem adıyla geçen bir yardımcı yarattı. Bu sessiz ve kuvvetli hizmetkar, sürekli laboratuarda kalıp, Rabbinin emirlerine itaat, araştırmalarında yardım etmeye her an hazırdı.
Cuma günleri, gün batarken, tedbir olarak, rabbi, Goleme can veren Şemi çıkartır ve böylece onun, Şabatın sonuna dek cansız bir cisim olarak kalmasını sağlardı.
Fakat, bir cuma, oldukça yorgun olan Rabbi, dalgınlıkla bu tedbirini unuttu, sinagoga gitti. Şabatı karşılama duası başlar başlamaz bu müthiş yardımcı, öfkeyle sağa sola saldırmaya, laboratuarı karıp dökmeye başladı. Duvarları yıkıp, gizli yerinden çıkıp Rabbinin de evini kırıp geçti. Bununla da yetinmeyip sokağa çıktı ve önüne gelen herşeyi darmadağın etti.
Büyük Rabbiye durumu bildirdiklerinde, o, Şabat duasını durdurup, evine koştu, elini kaldırdı ve birtakım sözler mırıldandı. Bunun üzerine, Golem bir an durakladı ve yaratıcısının bakışları altında bodruma indi. Orada, Rabbi Loeb Şemi ağzından çıkardı. Sonra da, Şabatın bitiminde, bu zamanında yararlı, fakat bir o kadar da zararlı yardımcısını kırdı, parçaladı. Rivayete göre, bu kalıntılar, bugün bile, eski sinagogun harabesi altındadır. Rabbi Loeb, sinagoga döndüğünde, Şabat duasını yeni baştan almak zorunda kaldı. Bu olayın anısına, onun sinagogunda, Şabat başlangıç duasının iki kez tekrarı gelenek halini aldı.
Tüm kentte duyulan bu doğaüstü olay, Yahudiler arasında büyük yankılara ve yorumlara neden olduysa da, Rabbinin arkadaşı Kont hariç, hıristiyanlar fazla inanmayıp pek önem vermediler.
Kont için bu inanılmaz olay, Rabbinin Kabala bilgisinin tam bir kanıtıydı. Kendi kendine, "Demek ki tahminlerim doğruymuş. Bu harika adam Kabalayı tamamen çözmüş ve beni bu değerli bilgilere ortak etmek istemiyor. Ama şimdi, onu buna zorlayacak olanağım var" diye söylendi. Ertesi gün Rabbiyi çağırttı.
"Sizinle ilgili olağanüstü şeyler duydum. Dininize karşı cephe almış bazı budalalar, bunlara inanmayıp sizle alay edebilirler, ama ben inanıyorum. Çünkü doğa ve doğaüstü güçlerin din ayrımı yapmadıklarından kesinlikle eminim. Sanırım, artık Kabalayı bildiğinizi reddetmekte ısrar etmeyip, onu bana öğretecek ve benim öğretmenim olacaksınız" diyerek, Rabbinin aslında, çoktandır endişe ile beklediği bir konuşma yaptı. Buna rağmen, kendisi için sürpriz olmayan bu istekten ürktü ve imkansızlığını izah etmeye çalıştı.
"Rabbi, bilgilerinizi benden esirgemeyin! Aslında, öğrencilerinin görüşlerini genişletmek, onlara ilmi aşılamak, sizin gibi bir hoca için bir mutluluk ve kıvanç nedeni değil mi?" diyerek, Kont ısrarını sürdürdü.
Rabbide bunu yapamayacağını söyleyip, bu ısrarından vazgeçmesi için Konta rica etti. "Niçin yapamazsınız?" "Bunun zorluklarını, hatta imkansızlıklarını size izah etmem gerek. Sina dağındaki On Emire sadık İbrani din adamları bile, bu sırların dehlizlerinde kaybolmakta, bunları aşmakta zorluk çekmektedir. Yüksek affınıza sığınarak, Musa Peygamberin dininden olmayan birinin bunu başarabileceğine inanmıyorum."
"Hiç bir güç beni durduramaz. Yarından tezi yok, bana Kabalayı öğretmeye başlayacaksınız."
Rabbi, bir kez daha, böyle bir şeyin olamayacağını ifade etmek istedi ve Kontun acı hakaretleri ile karşılaştı.
"Demek siz, gerçekten o bencil, nankör, yalnız kendisi için yaşayan ve bu şekilde diğer ulusların tepkisini, nefretini kazanmış bir ulussunuz. Herkesin sizleri hor gördüğü, sizlerden uzaklaştığı bir dönemde, sizlere dostluğunu vermiş, sürülerinizi korumuş olan birine, Kutsal İmparatorluk Kontuna, yani bana, minnetinizi bu şekilde gösteriyorsunuz! Şimdiye kadar, lütuflarımın etkisini gördünüz. Bundan sonra, siz ve cemaatiniz, düş kırıklığımın, nefretimin ne olduğunu göreceksiniz."
Kontun kibirli ve öfkeli yapısını bilen Rabbi Loeb, son derece üzgündü. Nasıl davranacağını bilemiyordu. Öfkesinin şiddeti ile, odada, bir aşağı bir yukarı gidip gelen Kontu daha fazla kızdırmamak için, "Kabul! Madem ki o kadar istiyorsunuz, öğrencim olacaksınız." Dedi.
Rabbinin sözleri ile biraz yumuşayan Kont, hemen ertesi gün derslere başlama isteğini belirtice, Rabbi Loeb, "Beni yetiştiren öğretmenim, henüz bana, yeni öğrenci yetiştirme gücünü ve yetkisini vermedi. Dolayısı ile size verilecek ilk derste onun da bulunması gerek."
Bunun, dersleri ertelemek için bir bahane olduğunu ileri süren Konta, Rabbi, söylediklerinin gerçek olduğunu, hatta bu ilmin öğretilmesinde iki hocanını dahi yeterli olmayabileceğini belirtti.
"Hocanız ne zaman gelebilir?" diye soran Konta Rabbi, "On gün sonra, güneş batarken, hocam, Tunuslu Rabbi Abudaram ile burada olacağım" diye cevap verdi.
"Tunus mu dediniz? Afrikadaki Tunus? Fakat bu imkansız. Onu nasıl haberdar edeceksiniz? Bu kadar kısa bir zamanda nasıl gelebilir?"
Rabbi Loeb, büyük bir ciddiyetle, Rabbi Abudaramın haberi olduğunu söyleyip odadan çıktı. Belirtilen gün ve saatte, Büyük Loeb ve Rabbi Abudaram şatoya geldiler. Rabbi Loebin hocam diye tanıttığı adamı gören Kont, şaşkınlığını gizleyemedi. Loebin heybetli yapısı yanında, hocası, cidden, ufak tefek ve çelimsiz görünüyordu.
Konuklarını saygı ile karşılayan Kont, "Sizleri bekliyordum, sayın hocalarım" dedi. Onları, o devrin simya ile uğraşan kişilerinin sahip olduğu, sayısız kitap ve aletlerle dolu büyük laboratuarına götürdü, derslere orada başlayabileceklerini, bunun onlara uygun olup olmadığını sordu. O ana kadar ağzını açmamış olan Rabbi Abudaram, bunun mümkün olmadığını, bu laboratuarda derslere başlayamayacaklarını belirtti. Gururu incinen Kont, "Nasıl olur? Sizce Kollwrat Şatosu derslerinize layık bir yer değil mi?"
"Burada öğretmen benim ve dolayısı ile öğrencinin öğretmenine itaat etmesi gerekir" diyerek Rabbi Abudaram Kontun itirazını yanıtladı.
Kont bu sözlere gereken cevabı (!) vermek üzere Tunuslu Rabbiye döndü ve gördüğü değişiklik karşısında donup kaldı. Rabbinin boyu uzamış gibi idi. Gözlerinde şimşekler çakıyor, tüm kişiliğinde büyük bir otorite havası seziliyordu. Onun emredici bakışı ile sarsılan Kont, başını öne eğerek öğretmenine itaate hazır olduğunu söyledi. Rabbi Abudaram, arkasında Kont ve Rabbi Loeb olduğu halde şatodan ayrılıp şehir merkezine doğru yöneldiler. Dar ve karanlık sokaklardan geçerek, Gettoya, Loebin gösterişsiz evine vardılar.
Sayısız kapıları olan geniş dehlizlere giden merdivenlerden indiler. Praglı Rabbinin sade görünüşlü evinin altındaki bu muazzam yerler Kontu şaşırttı. Gördüğü bir takım şeyler onun korkuyla ürpermesine neden oldu. Karanlık bir köşede, etrafa saçılmış insan uzuvları vardı. Bir an için korkusunu yenemeyip, eliyle kılıcını yokladı. Sonra Golemi hatırlayarak kendisini topladı.
Tunuslu Rabbi Konta dönerek, "Kılıcınızı bir yere bırakın kont. Başlamak üzere olduğumuz bu dersler, ölümle değil hayatla ilgilive burada, keskin demir parçalarının yeri yok" dedi.
Kont, emre itaat etti. Mahzenin sonuna vardıklarında, Tunuslu din adamı, kapıyı açtı ve kendisini takip edenlerle birlikte bir odaya girdiler.
Bu odanın simsiyah duvarları ve kubbesi, ortasında da, üzeri beyaz kitaplarla dolu, kendi de beyaz bir masası vardı. Tavandan sarkan küçük bir lamba yanmıyor, yine de nereden geldiği belirsiz loş bir ışık, esrarengiz bir havada etrafı aydınlatıyordu. Bu mahzende, herşey, öğretecekleri ilim gibi esrarlı, gizemli görünüyordu.
Yanındakiler ayakta beklerken, Rabbi Abudaram oturdu, içinde esrarengiz yazılar bulunan, sahifeleri zamanla sararmış, büyük beyaz bir dosyayı açtı, alçak sesle bazı kelimeler mırıldandı.
Kont, öğreneceği gerçeklerin heyecanı ile, pür dikkat kesilmiş, bir çeşit hırsla dinliyordu. Kısa bir sessizlikten sonra, Rabbi Abudaram, beyaz kitabı kapatıp kalktı ve Kontu son derece etkileyen ciddi ve ağır bir sesle sordu:
"Sayın Kont, bu engin bilimin gizemli dehlizlerine girmeden önce, size son bir sorum olacak. Kabalanın kökleri, tek bir Tanrının varlığına inanmada, gerçek imanda, ilahi kurallara kesin uyumda yatıyor. Meçhulü örten sis perdesini aralamak, geleceği isteyen kişi, korkusuzca, pişmanlık ve vicdan azabı çekmeden geçmişine bakabilmelidir. Bunu yapabilirmisiniz?"
Kont bunu yapabileceğini söyledi. Bunun üzerine Rabbi, Konta arkasına bakmasını emretti, Kont başını çevirdi. Loş ışığın kaybolmasıyla duvarda belli belirsiz şekiller oluşmaya başladı. İlk başta bunlar, garip ışık ve gölgelerden ibaretken, yavaş yavaş şekiller belirginleşmeye başladı. Yüreğindeki sıkıntıyı atmaya çalışan ancak başaramayan Kont, nefesini tutmuş bakıyordu. Birdenbire bir çığlık atıp elleriyle gözlerini örttü: "Bu Patrick" diye haykırdı. "Evet, öldürmüş olduğum Patrick"
Kont, tüm soğukkanlılığını topladı, bunun dürüst bir düello olduğunu söyleyerek kendini savunmak istedi. Fakat Rabbi devam etti, " O, sizin rakibinizdi ve onu öldürebilmek amacı ile tahrik ettiniz. Silahsız kaldığında, sizden hayatını bağışlamanızı istedi. Fakat, siz kılıcınızla onu öldürünüz. Sina dağında bize verilen emirlerden birine uymayıp, bir insanı yok ettiniz. Bunun için size Kabalayı yasaklıyorum."
Kont, perişan bir haldeydi, sanki taş kesilmişti. Başını kaldırdığında, etrafında hiçbir şey göremedi, herşey sanki birden bire yok olmuştu. Yalnızca, tavandan sarkan küçük lamba, orada sessizce duran iki din adamını aydınlatıyordu. Kont, "Suçumu nasıl öğrendiğinizi bilmiyorum. Sizlerin bana öğretmenizi istediğim, fakat buna layık olmadığımı anladığım bu ilmin kapılarını, kendi ellerimle sonsuza kadar kapattığımı biliyorum." Rabbi Abudaram, "Tanrı, sırlarını, ancak, kendisiden korkanlara açıklar" dedi.
Ve, üçü, son derece duygulu, sessiz bir halde Rabbi Loebin dairesine çıktılar. Kont onlardan izin isteyip, karanlık sokaklarda kayboldu.
Kaynak: Contes et Legendes dİsrael