Bu konunun irdelenmesi, gazetenin başyazarlarından Yakup Barokasın "bir Türk Yahudisi Nobel ödülü alabilir mi?" sorusunu toplumun gözleri önüne sermesinden sonra başladı.
Konunun güncelliği her türlü şüpheden uzak tutulmak lâzım gelir. Önce şunun cevabını araştıralım: "Bir Türk Müslüman Nobel ödülü kazanabilir mi?" Yanıt hiç duraksamadan verilebilir. "Neden kazanmasın?"
Bu soruyu hemen bir diğeri takip eder. "Neden bugüne dek kazanmadı?"
Genç Türkiye Cumhuriyeti sesini yeni yeni hemen her alanda duyurmaya başladı da ondan. Cumhuriyetimiz henüz 82 yaşında. 82 yıl tarih sürecinde kısa bir dönemdir. Atatürk inkılâpları meyvelerini vermeye başladı. Görsel sanatlarda; resim, heykel, karikatür, seramik ve fotoğraf; müzikte yaratıcılık eş deyişle beste yapmak ve çalmak, eş deyişle icra etmek; edebiyatta roman, öykü, oyun ve şiir
Saydıklarımız sanat denilen muhteşem oluşumun ayrılmaz parçalarıdır ve Türkiye bütünüyle bu alanlarda Avrupalı meslektaşlarıyla rekabet edebilecek yüzeye gelmektedir, bazı alanlarda gelmiştir bile.
Küçük bir başarı değildir elde edilmeye başlananlar. En güzeli ülke, Cumhuriyetin ön yıllarındaki emekleme durumundan yavaş yavaş yürüme aşamasına ulaştı. Koşma günleri de uzakta değildir artık.
Bu yazının başlığı "Türk Yahudilerinin Sanattaki yeri nedir?"
Türk Yahudilerinin sanattaki yeri Türk Müslüman toplumunun sanattaki yeri içindedir. Türk Yahudileri azınlık konumunda yer alırlar. Azınlıklar mensubu bulundukları geniş toplumun parçasını oluşturuyor. Örneğin: İngiliz Yahudileri, İngiliz Hıristiyan toplumunun bir parçasıdır. Geniş toplumun ilerlemesi veya kendini geliştirmesi o ülkedeki azınlığa da yansır. Her ülkede azınlıklar sanat ve bilim kollarında mensubu oldukları geniş toplumla paralel görünümde yürürler. Diğer bir deyişle aynı kulvarda ilerlerler. Bu yürüme bazen bir adım geriden olur bazen da bir adım ileriden. İstisnaların dışında genel ölçü budur demek olası.
Bir örnek: 2005 yılı Nobel Edebiyat Ödülünü İngiliz yazar Harold Pinter aldı. Pinter, bir Yahudi. Harold Pinter, Shakespeare, Bernard Shaw, Charles Dickens gibi dahi yazarlar yetiştirebilen bir ülkenin kimliğini taşımakta. Bunu göz önünde tutmak lâzım
Başarısını geniş çapta İngiltere gibi edebiyat alanında dünyanın en ileri bir ülkesinde yetişmesine de borçludur hiç şüphesiz.
Türk Müslümanları geliştikçe ve kendilerini geliştirme yolunda adımlar attıkça Türk Yahudileri de bundan nasiplerini alacaklardır.
Başka bir perspektiften de konuya değinebiliriz: Cumhuriyetin varlığı Türkiyede ekonomi alanında çağdaş şirketler oluşmasına da destek verdi. Osmanlı İmparatorluğunun bireysel ekonomik üniteleri Cumhuriyet rejiminde uluslararası işletmelere dönüşmeğe başladı. Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı pek çok örneğin başında gelenler. Bunlar özel sektörün lokomotifleri oldular. Sanatı, hemen hemen her kolda kitlelerin dikkatine sunmak için de katkıda bulunuyorlar. Sevinilecek bir gerçektir ki, pek çok işletme bunları takip ediyor.
Bir ülkenin ekonomik durumu iyi değilse, ne yazık ki, sanat da gelişemiyor. Bireysel çabalarla bazı başarılar elde ediliyor ancak; sanat kitlelere yayılamıyor.
Bu arada devletin ve belediyelerin sanata verdikleri hizmetten bahis etmemek nankörlük olur.
Sanatı yaşanan mekânlarda duyumsamak gerekir.
Her evde bir müzik aletini yaşamak, odaların duvarlarında resimlerle dost olmak. Evdeki kitaplığın zenginliğini duyumsamak
Ayda bir tiyatroya gitmek veya sanatsal açıdan iddialı bir film izlemek
Bir konserin tadını bilmek
İş adamı, serbest meslek sahibi, ev hanımı, öğrenci, tezgâhtar, fabrika çalışanı... Kim olursa olsun, kaç Türk Yahudisi bu değindiklerimizin bir kaçıyla bile olsa ilgili?
Bunları bilmeden Türk Yahudilerinin sanattaki yerleri nedir sorusuna yanıt arayamayız. Yanıt verirsek bu yanıt eskilerin deyimiyle çok afakî (havai, dereden tepeden söz ) olur.
Toplumda Türk Yahudileri iş hayatına bağlılıkları, hattâ düşkünlükleriyle bilinir. Öyle tanımlanır; ancak bunun son on yılda değişmekte olduğunu iddia etmek hak bilirlik sayılmalı. Vakko, Alarko ve Profilo gibi ticaret ve sanayi ile iştigal eden ağır başlı şirketlerin yanında bireyler de sanat yaşamında kendilerini ispatlamak yoluna girdiler. Hatta bunun kaygısına düşmeleri bile çok güzel bir oluşum.
Bir çırpıda akla gelenleri hemen sayalım.
- Edebiyatta Mario Levi,
- Fotoğrafta İzzet Keribar
- Karikatürde İzel Rozental ve İrvin Mandel
- Müzikte Yeşua Aroyo
- Oyun yazarlığında Beki L.Bahar.
Beki L. Baharın "Ben de bu kadar güzelini yazabilir miyim?" çarpıntısıyla için için kıskandığım bir şiiri var. Ortaköy meydanında bir elektrik direğine koydukları bir levhaya kazılı
Beşiktaş Belediyesine şiiri oraya asmak inceliğini gösterdikleri için teşekkür etmek istiyorum.
- Resim ve şiirde Habib Gerez,
- Seramikte Sara Aji,
- Sefarad şarkılarının Türkiyedeki tanıtma duayeni Karen Gerson Şarhon,
- Yontuda Nadya Arditi,
Tiyatroda da gelişmeler hızla kaydediliyor. Özellikle müzikal sahneye koymakta ve icrada amatörlükten profesyonelliğe doğru yol alınmakta. Nedim Saban tiyatro okumuş bir kişi olarak pek çok özel tiyatro gibi tutunma ve beğenilme savaşı vermekte. Ancak, "Salı Ziyaretleri" ni sahneye koymakla diğer başarılarına bir yenisini kattı.
Yazıyı hazırlama sürecinde hatırlayamadığım isimler varsa özür dilerim.
Bir nokta daha var ki değinmeden geçemeyeceğim, neredeyse atasözü oldu: "Sanat karın doyurmaz." Bu sav ne dereceye kadar ve hangi şartlarda doğrudur?
Etrafa bakmak lâzım
İki öğe üzerinde tartışılabilir: Birincisi en iyisi, eş deyişle, bir numara olmak gerekli
İkincisi çok iyi bir pazarlama gerekli
İki öğenin birinde eksiklik varsa sanatın karın doyurmayacağını kabul edebiliriz.
Bir örnek: Picasso dünya çapında bir ressam
Bir numara ve çok da iyi bir iş adamı
Yoksa bu mertebeye gelemezdi! Yaptıklarını büyük topluluklara ustalıkla kabul ettirebilen bir yetenek
Picasso ayarında nice sanatçılar var ki yapıtlarına müşteri bulmakta acizler ve ne yazık ki kaybolmaya mahkûmlar
Salt üretmek değil, tüketmek de şart. Bunu yapamayanlar kabahati toplumda boşu boşuna aramasınlar. Çözümü kendi içlerinde bulmaya çalışsınlar. Böylece vakit kaybetmemiş olurlar.
Bu arenada sanatsal faaliyetlere yer veren Yahudi kuruluşlarını sevgiyle anmayı unutmamalıyız. Şalom Gazetesi bunlardan biridir. Diğeri, "Terziler Sinagogu", diye Türkçeye çevirebileceğimiz Schneidertempel. Bir sanat merkezidir orası. Aktiftir, ciddidir ve kalitenin arayıcısıdır.
Bu yazıma son verirken bir dilekte bulunabilir miyim? Yahudi Cemaati yöneticileri sanat ile daha yakından ilgilenmeli ve maddi katkıda bulunmalı. Batı ülkelerinin Yahudi cemaatleri yıllık bütçelerinin ufak bir bölümünü örneğin yüzde birini üyelerinin sanatsal etkinliklerini desteklemek için harcıyorlar. Böyle bir katkının vereceği sanatsal meyveler bireylerin olduğu kadar cemaat yöneticilerinin de kıvancı haline gelir.
Sanat sonsuz bir oluşum maratonu. Maratonu dışarıdan izlemek bile çok keyif verici olmaz mı?