Paris varoşlarında başlayıp Fransanın büyük kentlerinde ve Avrupanın çeşitli ülkelerinde yaşayan gençlerin katılması ile genişleyen yoksul Arap ve siyahi gençlerin isyanı, özellikle Fransanın son 30 yıl süresince gündelik hayatta uyguladığı ayrımcılığın bir birikimi olarak başladı.
Geniş bir sömürge imparatorluğu olan Fransa 1948 yılında yayınladığı bir bildiri ile Cezayir gibi kendisine bağlı ülkelerin sömürge olmadıklarını, bu ülkelerin Fransa toprakları içinde yer aldıklarını açıklamıştı. Fakat İkinci Dünya Savaşı sırasında kendisini destekleyen Kuzey Afrikadaki bu sömürgelerinin savaş bitiminde bağımsızlık talepleri veya Fransız vatandaşları ile eşit haklara sahip olma istekleri kabul edilmedi. 1950li yıllarda Fransaya karşı teşkilatlanan halk sırasıyla önce Fas ve Tunusta, daha sonra da Cezayirde savaşarak 132 yıllık işgali sona erdirip bağımsızlıklarını ilan ettiler.
İkinci Dünya Savaşı sebebi ile çalışan (erkek) nüfusun azalması ve Fransızların tercih etmedikleri işlerdeki emek gücü ihtiyacını karşılamak için savaş sonrası Fransanın davet ettiği Kuzey Afrikalı göçmenler çoğalarak günümüzde 5,5 milyon kişiye ulaştılar ve nüfusun %10unu teşkil ediyorlar. Aralarında sporda başarılı olan birkaç isim dışında, ekonomik veya kültürel alanda başarılı olan bir örneğe rastlanmazken, Fransızların "30 şanslı yıl" olarak tanımladıkları İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ekonomik gelişmede fabrikalarda çalışan bu göçmenlerin de büyük rolü vardır.
Büyük şehir merkezlerine uzak, bu şehirlerin birçok olanağından yoksun, savaş sırasında inşa edilmiş, bugün 50 yıllık olan bakımsız ve kalabalık apartmanlara yerleştirilen göçmenlerin ana merkezlere çok az bir bağlantısı olup, eğitim, sağlık, eğlence ve kültürel açıdan birçok eksiği olan bu yaşamlarını 1990 yılında Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand şu şekilde betimliyordu:
"Nefes alınamayan bir mahallede doğan, kelimelerle ifade edilemeyecek denli çirkin devasa apartmanlarda yaşayan, bundan daha çirkin gri toprakların içindeki gri duvarlar arasına hapsedilmiş, gri bir yaşama mahkum edilmiş ve çevresi onu delirtinceye kadar yüzüne bakmayacak bir toplumla kuşatılmış bir genç ne umabilir?"
İsyancı gençlerle yapılan söyleşilere bakıldığında, İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozynin söylemlerinin bu isyanın patlaması için gerekli kıvılcımları yarattığı anlaşılıyor. Aynı anda Diyanet Bakanlığını da yürüten Sarkozy göçmenleri "serseriler" olarak niteleyip, "Varoşlar 'Karsher (traktörlerdeki kuş pisliği ve çamuru temizlemek için kullanılan endüstriyel bir temizlik maddesi markası) ile temizlenmeli" ve Fransızcada halkın bir grubunun tamamını, en alt kademe insan, halkın en yoksulu olarak tanımlayan "racaille" (cüruf) gibi ifadeler kullanarak tanımladı.
Sarkozynin televizyon aracılığı ile yaptığı bu tarz söylemleri seyreden gençler kendilerinin hedef alındığını hissediyorlar. Sokakta polisin uyguladığı denetim, tutuklama ve kontroller de bu kanılarını güçlendiriyor. Birçok genç; Sarkozynin kendilerine yönelik, "hepiniz aynısınız" söylemine karşı çıkarak doğdukları gün potansiyel suçlu olarak görülmek istemediklerini ve hükümetin bu şekilde yaklaşımının kendi aralarında ortak bir dayanışma yarattığını ve seslerini duyurmak için bu yola başvurmak zoruna kaldıklarını anlatıyor.
Nicolas Sarkozynin varoş gençliğine karşı olan bu tutumu Fransızlar arasında destek buluyor, devlet televizyonu France 2nin yaptığı bir ankete göre Fransızların %57si Sarkozyyi bu konuda destekliyor. Sarkozynin bu söylemleri seçmenleri tarafından destekleniyor, fakat varolan sorunu çözmeyeceği ve şiddeti arttırmaya yaradığı bir gerçek.
Maruz kaldıkları ayrımcılık, üçüncü kuşak göçmenlerde şiddet olarak dışa vuruyor. Çoğu Müslüman olan isyancı gençler, eylemlerinde bu kimliklerini öne çıkarmasa da, onların 'vatandaş sayılma' taleplerini dinlerine bağlamayı seçenler oldu. Bu açıdan bakıldığında, son dönemde dünyada İslam adına yapılan terörist eylemlerle kimlik arayışında olan bu gençlerin isyanı arasında benzerlik kurmak gerçek nedenlerin anlaşılmamasına sebep oluyor.
Aralık ayında "Beur (Arap) Yürüyüşü" olarak anılan, göçmenlerin eşit haklar için 100 bin kişi ile Parise yaptıkları yürüyüşün 22. yıldönümü anıldı. 1980lerden itibaren Fransız halkı ile bütünleşmek isteyen göçmenler bu isteklerinde başarılı olamayınca, çareyi yerel camilerde toplanan kökten dinci hareketlere katılmakta buldular. Bu akımın medyada da görünen yüzü olan felsefe profesörü Tarık Ramazanın söylevleri göçmen gençliği tarafından takip ediliyor.
Paris, Lyon, Toulouse, Lille gibi büyük kentlerin dışına itilen göçmenlerin gettolaşmasını engellemek ve hayat standartlarını yükseltmek için birçok iyileştirme programı üretildi. Fakat hiçbiri tam anlamıyla uygulanmadı veya politikacılardan maddi ve manevi destek görmedi. İlk geldikleri zaman gözden uzak tutulup yok farz edilen bu göçmenler için hiçbir asimilasyon veya uyum programı hazırlamayan Fransa, şu an birikmiş büyük bir sosyal problem ile karşı karşıya.
İstatistiksel olarak duruma bakıldığında; göçmenler arasında %30 oranında işsizlik, %43 oranında diplomasızlık ve bunların sonucu olarak yüksek suç oranı ilk göze çarpan veriler. Bu mahallelerde gençleri meslek sahibi yapmaya yönelik projelere ayrılan fon her sene azaltılmış ve bu gençler bir bakıma kendi kaderlerine terk edilmiş. Bu kronik sorunu çözmek üzere son 30 yıldır Arap ve siyahi vatandaşlarını kendi ekonomi ve kültürüne dahil etme çabası göstermeyen iktidarın, bu kişileri günlük hayatta da tam ve eşit Fransız vatandaşı olmalarını sağlamak için radikal çözümler üretmesi gerekiyor.