Çoğu kişiye göre İsrail siyasetindeki çatlaklar söz konusu olduğunda İşçi Partisi ile sağcı Likud Partisinin arasındaki anlaşmazlıklar gelir akla. Fakat İsrail iç siyaseti için daha temel olan başka bir ayrılık noktası, laik kesimle dinci kesim arasındaki ayrılıklardır. Konunun daha doğru kavranması açısından belirtilmesi gerekir ki, İsrailde dinci ve laik kavramları tam olarak netleşmemiş birer kavramdır. Kimin dinci, kimin laik olduğunu belirleyecek bir otorite olmadığı gibi, kendilerini laik olarak tanımlayan bir çok Yahudi de bazı dini aktivitelere katılıyorlar. Bunun yanı sıra laik kesim kendi içinde siyasal spektrumun sağı ve solu olarak ikiye ayrılırken, dinci kesim arasında da dini uygulama derecelerine göre ve İsrail Devletine bakış açısından farklı guruplar mevcuttur. İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 8ni oluşturan Siyonist dinciler, İsrail Devletinin Tanrı ile İsrailoğulları arasındaki kutsal anlaşmanın bir devamı olarak kurulduğuna inanırken, nüfusun yüzde 4,5ni oluşturan Haredim denen diğer grup ise, İsrail devletinin laik bir devlet olduğunu ve bu devletin kutsal olma özelliğini ancak Mesihin gelmesiyle kazanabileceğini savunur.
İki kamp arasında son yıllarda çok büyüyen bu tartışma kendini iki kesimin birbirlerine taktıkları adlarda da belli ediyor. Laik kesim dinciler için İsrailin İslami Cihadları derken, dinci kesim ise laikleri Yahudiliğe herkesten çok zarar veren kafirler olarak adlandırıyor. Son yıllarda kendini daha da belli eden bu bölünmeden sonra İsraillilerin büyük kesimi iki kesim arasında çok ciddi kültürel ve toplumsal farklar bulunduğunu düşünüyor. Toplumdaki ılımlı sesler bu görüşe katılmasalar dahi, dinci ve laik kesimler arasında farklı bölgelerde oturma, farklı giyinme ve farklı okullara gitme gibi ciddi bir ayrışmanın var olduğunu kabul ediyorlar. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için burada sorulması gereken soru şu; iki kesim arasındaki çatışma hangi kavramlar üstünden gerçekleşiyor ve bu iki kesim bu kavramlara nasıl bakıyor. Temel olarak iki kesimi birbirinden ayıran üç kavram var; birincisi devlet yapısı, ikincisi anayasal düzen, üçüncüsü ise iki tarafın toprak vermeye nasıl baktıkları.
İki kesim arasında tartışma yaratan ilk kavram devlet yapısı. Tarafların çözüme kavuşturamadıkları; "İsrail Yahudiler için kurulmuş bir devlet mi" yoksa "bir Yahudi devleti mi?" sorusu. Bu devletin vatandaşları öncelikli olarak "İsrailli" mi yoksa "Yahudi" mi? Aslında bu tartışma milliyetçilik teorilerinde sıkça görülen, etnik milliyetçilikle siyasal milliyetçilik arasındaki tartışmadan başka bir şey değildir. Laik grup yukarıdaki bu soruya Theodore Herzlin klasik siyonizminden esinlenerek İsrailin dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş Yahudiler için kurulmuş bir devlet olduğu cevabını verir. Bu perspektif Yahudiliğin bir din olarak etkisini tanımakla beraber, evrensel çoğulculuk normlarına Ortodoks Yahudilik normlarından çok daha açıktır. Yukarıdaki soruya İsrailin bir Yahudi devleti olduğu cevabını veren dinci kesim için ise İsrail Yahudi değerlerini yansıtmalı ve Yahudi hukukunu uygulamalıdır. Dinci kesimin perspektifi Rav Samuel Mohileverin şu sözü ile açıklanabilir; "Hayatımızın kaynağı Tora, atalarımızın topraklarında yeniden doğuşumuzun temeli olmalıdır."
Dinci ve laik kesim arasındaki diğer bir tartışma kaynağı da İsrail Devletinin anayasasıdır. Yukarıda belirtilen devletin tanımı tartışmasının bir uzantısı olarak laik kesim bu devletin laik bir anayasaya sahip olmasını isterken, dinci kesim ise Yahudi hukukunun hüküm sürmesini arzu eder. İsraildeki laik kesimin kendilerine uygun laik bir anayasa yapma çabaları dinci kesimi memnun etmediği için iki kesim arasında "Statüko" anlaşması denen anlaşma yapılmış ve bu anlaşma ile dinci kesimin isteklerinin belli bir bölümü karşılanmıştır. İki taraf arasındaki anlaşmaya göre; devlet kurumlarındaki mutfaklar kosher mutfaklar olacak, dini okul sistemi hükümet tarafından finanse edilecek, din bilginleri ve aşırı dinci kadınlar askerlik görevinden muaf tutulacaklar, Yahudi bayramları ve Şabat günü resmi tatil olacak, evlilik ve boşanma gibi iki önemli konu Ortodoks dini otoritelere bırakılacak. Bugün bir çok laik Yahudi bir taraftan, Statüko anlaşmasındaki maddelerin sorun çıkartmayacağını hatta İsrail Devleti tarafından korunması gerektiğini düşünürken, diğer yandan dinci Yahudilerin gittikçe dini kuralları genişletmeye ve toplum hayatının içine sokmaya çalıştıklarından şikayet ediyorlar.
Dinci Yahudiler ise gün geçtikçe, Yahudi değerlerine aykırı eylem ve hareketlerin İsrail toplumunda kök salmaya başladığından yakınmaktalar. Bu iki kesim arasındaki bu anlaşma; Şabat günü yapılan eğlenceler, kürtaj, otopsi, kamuya ait alanlardaki reklamlarda kadınların afişe edilmesi ve arkeolojik kazılar gibi Ortodoks Yahudiliğin yasakladığı konularda bozuluyor. Bu çatışma son olarak dinci partilerin koalisyonlara destek verme karşılığı hükümetlerden bazı maddi ve siyasal ödünler koparması ile meclis gündemine de girmiş durumda.
Üçüncü çatışma ise tarafların topraklar konusundaki görüşlerinde ortaya çıkıyor. Dini inançları doğrultusunda alınan toprakların Mesih çağına işaret ettiğini düşünen dinci Yahudiler için Batı Şeriya ve Gazze çok önem taşıyor. Siyasi bazı kazançlar karşılığında bu toprakların Araplara geri verilebileceğini düşünen solcu laik kesim, dinci kesim ile bu konuda taban tabana zıt düşüyor. Bu tartışma öncelikle kendini Yitshak Rabinin öldürülmesinde gösterdi. Bu toprakların verilmesine karşı çıkan aşırı dinci-milliyetçi bir Yahudinin Yitshak Rabini öldürmesinden sonra, İsrail toplumunun büyük bir kesimi sokaklara dökülüp gösteriler yaptı.
Son olarak iki kesim arasındaki bu görüş farkı 2005 yılının Ağustos ayındaki Gazzeden geri çekilme sırasında kendini gösterdi. Laik kesimin ağırlıkta olduğu Tel Aviv, geri çekilmeyi desteklediğini gösteren mavi renge bürünürken, daha ziyade dinci kesimin ağırlıkta olduğu Kudüs, geri çekilme karşıtı olan turuncuya renge büründü ve hükümet karşıtı protestolara sahne oldu. Her ne kadar bazı şiddet olayları yaşandıysa da Gazzeden geri çekilme göreceli olarak sakin gerçekleşti. Fakat bu iki taraf arasındaki bölünme, ileride bir İsrail hükümetinin, kollektif Yahudi bilinci açısından Gazzeden çok daha önemli olan Batı Şeriadan geri çekilmeyi gündeme getirmesi halinde, yeniden ancak bu kez toplumu daha bölücü bir biçimde, İsrailin önüne ciddi bir sorun olarak gelebilir.