"Kaybeden" tarafin hikayesi

Avi HALİ[email protected]ünya Hamas`ın zaferini konuşurken, geçtiğimiz ay yapılan Filistin seçimleri bir diğer yönüyle de tarihteki yerini alıyor. 70`lerden beri Filistin direnişinin sembolü El-Fetih`in halkın desteğini ve meclis çoğunluğunu kaybetmeye kadar giden hikayesi, Filistin`in son 30 yılını anlatıyor

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Seçimleri Hamas’ın kazanmasıyla birlikte kelimenin tam anlamıyla politik bir ‘süreç’ yaşayan Filistin Otoritesi’nin eski şekliyle yoluna devam edemeyeceği açıkça ortaya çıkmış durumda. Filistin Otoritesi’ne yasal işlerlik sağlayan El Fetih, devlet için gerekli altyapıyı sağlayamamış olmasının bedelini iktidarını kaybederek ödüyor. Ancak bölgede ciddî bir sorun yaşanmakta olduğunu küresel kamuoyuna kabul ettiren El Fetih’in stratejisi ve sonuçta İsrail’in sorunu algılayışında yarattığı değişiklikler bugünden sonrasını, anlamak açısından büyük önem taşıyor.
El Fetih,1958’de çoğunluğu Arap ülkelerinde yaşamını sürdüren –sürgündeki– Filistinli öğrencilerin kurduğu bir örgüt olarak kendini var etmişti. Kuveyt’te gerçekleşen ilk toplantı sonrası diğer Arap hareketleriyle bağları olan, Filistin millî kimliğini benimsemiş yeni bir örgüt kuruluşunu dünyaya duyurdu. Amaç, millî bir Filistin devleti kurmaktı. Bu amaç doğrultusunda, İsrail’le savaşmak üzere kurulmuş, gizli hücrelerden oluşan bir yapı tasarlayan El Fetih, bir dergi yayımlayarak faaliyete geçmişti. Kendini davasına adamış ve eğitimli bir Filistinli olarak öne çıkan Yaser Arafat, örgütü yöneten isim olarak 1960’ların ilk yarısında kendinden bahsettirmeye başlamıştı.
Tam da bu zamanlarda Arafat, yer altına inmiş, profesyonel bir devrimci olarak, İsrail’e karşı silahlı mücadele amacıyla Ürdün’e geçmişti.
O yıllarda, Filistin mücadelesi Arap Birliği’nin etkisi altındaydı. Çeşitli örgüt ve silahlı grupları bünyesinde toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Arap ülkelerinin yeni politik enstrümanı olarak o günlerde ortaya çıktı. Filistinli örgütler ve Arap devletlerini organize eden örgüt "İsrail’i denize dökmeyi" temel amaç olarak belirlediğini kamuoyuna duyurumuştu. Bu söyleme rağmen örgüt, El Fetih’e göre uzlaşmacı ve durağan bir siyaset izledi.
1967’de 6 Gün Savaşı’nın yarattığı yeni politik ortam, Arap ülkelerinin askerî anlamda hezimetinin ötesinde, görece radikal bir örgüt olan El Fetih’in bir kitle hareketi olarak ortaya çıkması sonucunu doğurdu. Filistin hareketi, Arap ülkelerinden çok El Fetih adıyla anılır hale gelmişti. El Fetih iyi örgütlenmiş, popüler bir hareket olarak, çökmüş FKÖ’ye tekrar işlerlik kazandırmayı başarmıştı. 1969’da Arafat FKÖ’nün başına geçmiş, FKÖ’yü ‘şaka’ olmaktan çıkarmıştı. Filistin, bağımsız, kendi politik dengeleri olan bir şemsiyenin altında birleşiyordu. 1973 savaşı da Filistin hareketinin Arap devletlerinden özgürleşmesine yardımcı olan bir diğer etmendi. 1970’ler tüm dünyada, silahlı hareketlere bakışın görece yumuşak olduğu, silahlı mücadelenin hızla popülerleştiği bir dönemdi. "Bağımsız FKÖ" Ürdün’de bir gerçeklik olarak ortaya çıkarken bu süreci doğru kullanmayı iyi bildi. Örgüt’ün uçak kaçırma benzeri eylemleri, daha sonra dünyanın farklı yerlerinde, çeşitli görüşlere mensup birçok silahlı örgüte ilham kaynağı olacak kadar başarılıydı. 
El Fetih’in hızlı yükselişi, FKÖ’yü terörist olarak tanımlayan İsrail’i zorda bırakmıştı. Konvansyonel politikalar işlevsiz kalıyordu. Arap Birliği devletleri kimi dengeleri sakınarak hareket ederken, El Fetih’in kaybedecek bir şeyi olmaması İsrail için gerçek bir tehlike, baskı kaynağıydı. Ürdün’den yürütülen saldırılar Kral Hüseyin’in üzerindeki baskıyı arttırdı. Sonuçta haşarı FKÖ Lübnan’a sürüldü. Arafat Lübnan’da, Ürdün’de uyguladığı stratejiyi ufak değişikliklerle devam ettirdi.
Arafat’a karşı düzenlenen çeşitli suikast denemeleri başarısızlığa uğradıkça ve Arafat defalarca ölümden dönerek efsaneleştikçe, Arafat ve örgütü El Fetih’in İsrail kamuoyu açısından "canavarlaştığı" süreç hızlanmıştı. Nihayetinde bu antipati Lübnan’ın İsrail tarafından işgaliyle sonuçlandı. Bugün bölge siyasetini hâlâ çeşitli şekillerde etkileyen bu olay, İsrail’in uluslararası mekanizmalar tarafından kınanmasına ve FKÖ’nün -Filistin sorununun- dünyaca bilinmesine yol açtı.
El Fetih Lübnan’ın işgaliyle merkezini Tunus’a taşıdı. Bu ağır darbe FKÖ’yü cidden zayıflatmasına rağmen, Filistin’de politikanın ve Filistin kimliğinin netleşmesine yol açan bir olaylar zincirini başlattı. İsrail’in gayrimeşru işgaline karşı İntifada’nın (ayaklanma) başlamasına kadar bu şekilde devam eden ufuksuz politika, Arafat’ın İntifada’nın doğal lideri ve sözcüsü olarak kabul edilmesiyle yeni bir yola girdi. El Fetih İntifada boyunca silah kullanmamaya ve saldırgan görünmemeye önem verdi. Geçen süre içinde Arafat’ın "İsrail de dahil tüm komşularıyla barış içinde yaşamak istediklerini" açıklaması gerekli açılımı sağlamıştı. ABD’nin kimi sebeplerle soruna çözüm bulma yönünde hareket etmeye başlamasıyla birlikte çeşitli açılardan eleştirilebilecek Oslo süreci de doğmuş oldu.
Barış sürecinin en büyük faydası –her iki taraf da tüm anlaşmalara rağmen, alternatif bir gündem üzerinden politika yapmaya devam ettiler– diğerinin yokoluşu üzerinden varoluş fikrinin gücünü yitirmiş olmasıydı. Silahlı/askerî mücadele dışında kanallar oluşturuldu.
Filistin Otoritesi’nin kabulüyle birlikte bölgede yeni bir devletin kurulacağı kesinlik kazandı. Gerekli altyapıyı oluşturmak üzere gerçekleştirilen seçimlerden El Fetih galip çıktı.
Seçim sürecinin sonunda, Filistin’e Birleşmiş Milletler nezdinde tanınma sağlayan Yaser Arafat’ın galip gelmesi herkesçe beklenilen bir sonuçtu ama yine de Filistin için gerçek bir dönüm noktası oldu. Ancak, seçimlere yol açan karşılıklı tanımanın, 10 yıl önce El Fetih’le görüşmeye çalışanların, cumhurbaşkanı dahi olsa, hapisle tehdit edildiği İsrail’de yarattığı etki görülmeye değerdi. Şiddet sarmalı kırılmıştı... Yitzhak Rabin suikasti tüm dengeleri değiştirdi. Oslo ruhu ancak Rabin’in ölümüne kadar devam etti.
Öte yandan Filistin Otoritesi’ni yönetmek üzere göreve başlayan Arafat, kendini çok parçalı bir politik yapının içinde buldu. FKÖ şemsiyesini kabul eden irili ufaklı onlarca örgütün yanı sıra, Hamas, İslamî Cihad gibi çizgi dışı örgütlerin hareketleri de Arafat’ın sorumluluğundaydı. Bir gerilla örgütünü, devlet mekanizmasına oturtmanın geleneksel zorlukları bir yana, El Fetih’in kendine özgü kimi problemleri de vardı. Kırk yılı aşkın süredir devam eden mücadele örgütte kuşak farklılıklarının ortaya çıkmasına yol açmıştı. Filistin’de doğanlarla, sürgünden dönenler arasında fikir ve duygu farklılıkları El Fetih’in Filistin halkı üzerindeki meşruiyetini zayıflatıyordu.
Filistin Otoritesi’nin tamamen dışa bağımlı ekonomisinin, işgal ve barış sürecindeki aksaklıklarla birleşimi örgüt için yıkıcı oldu. Arafat’ın başını çektiği "yaşlıların" yolsuzluklara karışması, üstüne üstlük işsizliğin temel problem olduğu Filistin’de partizan politikalar izlemesi çürümeyi hızlandırdı. Barış sürecinin Oslo sonrasında ilerleme sağlanamayan, durağan ortamı da El Fetih’in popülaritesinin düşüş sebeplerinden biri oldu. Ancak bu metnin ortaya çıkmasının sebebi olan, Hamas’ın güçlenme sürecini hatırlamadan El Fetih’in düşüşünü yorumlamak gerçekten zor olacaktır. Bu sebeple doğrudan El Fetih’le ilgili çözümlemeler çeşitli tek yanlı bakışlar içermek durumunda kalacaktır. Sonuç olarak, devam eden bir tarihten bahsettiğimize göre tartışmasız söylenebilecek olan, 2004’te Arafat’ın ölümüyle birlikte örgütün, en azından şimdilik, çözüldüğüdür. El Fetih’in militan bir örgüt olarak, devlet yapılanmasını üstlenmesi ise temel hata olarak görülebilir. El Fetih’in örgüt dışı bir sivil otorite yaratarak yönetimi devretmemesinin bedelini ödediği düşünülebilir.