Hasan Sas`dan tribünlere...

Erol SABANBMW firmasının Z serisinde çıkardığı son modeli Z4`ü ilk olarak estetik bir roadster olarak gördük. Türkiye piyasasında da yakında yerini alacak olan Z4 Coupé, göz alıcı tasarımı ve üstün performansıyla roadster modelinin başarılı bir takipçisi. Firmanın bu modele yerleştirdiği güçlü motor ve uyguladığ&#

Spor
9 Ocak 2008 Çarşamba

Doğan LEVENT

Pazartesi günkü Hürriyet gazetesinin manşetindeki sözler dikkat çekiyor: "Kafam kel, canım çok yanıyor." Sözlerin sahibi Hasan Şaş... Milli futbolcuyla Trabzonspor taraftarları arasında geçen çakmaklı, küfürlü diyalog yazının konusu. Hem kafasına çakmak yemekten hem de provokatör muamelesi görmekten yakınıyor Hasan. Agresifliğinin nedeninin koro halinde küfür yemesi olduğunu, hadi küfüre bile razı duruma getirildiğini ancak çakmak veya bozuk para atıldığı zaman canının çok yandığını söylüyor. "Tamam küfür edebilirler ama lütfen rica ediyorum çakmak veya bozuk para atmasınlar. Çünkü kafam kel, canım çok yanıyor." diyor Şaş.
Bu haberden yola çıkarak Hasan’ı tiye alanlar olacaktır. "Taraftarız biz"in ardından ekstrem derecede yozlaşmışlığın aktığı tribünlere oynamayı, "yazı yazma"ya tercih edenlerin maalesef çoğunlukta olduğu sayfalarda bu sözleri ciddiye alıp "Ya, biz bu noktaya mı gelmişiz..." diye oturup düşünenlerin değil, dalgasını geçeceklerin sesinin çıkması sürpriz olmayacaktır.
Biz sesimiz kısık çıksa da, "Ne hale gelmişiz ya?" diyenlerden olalım. Hakikatten biz ne hale gelmişiz ki tribünlerde aklı fikri bir kenara bırakmış, içgüdülerine teslim olmuş kitlelerin sahaya koltuk, bıçak, taş atmalarını normalleştirmişiz kafamızda da bir tek Hasan’ın agresifliği derdimiz... Kaldı ki Hasan’ın veya bir başkasının agresifliğini beklemiyor ki tribünler patlamak için. İki güzel hareket izlemeye gelenlerden daha fazla karşı tribüne bakıp sövmeye gelenlerin sayısı. Bir çok şehirde, bir çok stadta...
Ne hale geldiğimiz açık da, nasıl geldiğimizi anlatmak, analiz etmek bu köşeye sığacak iş değil. Daha bu sayfadaki ilk yazımızda söylemiştik, tribünler duyguların en uç noktalarda yaşandığı alanlardır diye...  Makro boyutta yaşanan ekonomik, sosyal, politik problemlerin günlük yaşama etkisine girmek bu yazının işi değil. Ama şu kadarını eklemek mümkün: Dertlerinin yanında, hergün binlerce iletişim kanalından pompalanan popüler kültürün çarpıklıklarını da bastırılmış biçimde içinde depolayan insanın normal yaşamındaki sus pus haline inat öfkesini, alıp veremediğini, biriktirip saklamak zorunda kaldığı isyanını kustuğu yerler stadyumlar. Alev alev yanan bu ateşin üzerine körükle gidenler de futbol denen oyunla pek alakadar olmayıp, bu oyunun aktörleri olmayı yine de başaranlar ve ne gariptir ki tribüne oynayıp Hasan’ı, Tuncay’ı, Tümer’i ateşe atanlar da onlar...
Pazar akşamı Telegol’de Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın ile Ziya Şengül’ün "Galatasaray’ın Kalamış tesisleri Fenerbahçe semtinde, niye Kalamış adını kullanıyorsunuz?" sorusunun dönüp dolaşmasıyla açılan "eski günler" muhabbeti görülmeye değerdi. İkili Fenerbahçe’yle Galatasaray’ın yan yana olan tesislerinde arada duvar bulunmadığı zamanlarda yaşananları anlatıyorlardı, renkleri önemsemeksizin edilen doyumsuz sohbetleri, esprileri, o güzel insanları anıyorlardı ki... Cevabını kimsenin merak etmediği, sansasyonla işi olan bir soru kesti attı muhabbeti... Bugün geçmişin güzelliklerine tahammül edemiyor maalesef... Bizim jenerasyonun yetişemediği güzelliklere...