Albert Ali Salah

Boğaziçi Üniversitesi`nde Bilgisayar Mühendisi, bir akademisyen, üç boyutlu yüz tanıma teknikleri analisti ve aynı zamanda bir tenorPınar DERKAZEZEn son üniversite yıllarımda gördüğüm Ali Salah`a geçenlerde rastlayınca halen üniversitede olduğunu öğrendim. Kendisi bilgisayar mühendisliğini en yoğun yaşayan ve yeniliklere imza atan kişil

Ekonomi
9 Ocak 2008 Çarşamba
Google-fight’da "Albert Ali Salah" ismi ile tanıdığım birçok kişiyi karşılaştırdığımda genellikle rakiplerini geride bıraktığını gördüm.   Bize kendinden bahsedebilir misin?
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde doktora yapmaktayım.  Daha önce de aynı bölümden lisans ve yüksek lisans diplomalarını aldım.  Üniversitenin ve bölümün güzel ortamı beni akademik hayatta kalmaya itti.  Branşım son derece hareketli.  Odaklandığım alan Yapay Öğrenme (Machine Learning), Yapay Zeka’nın (Artificial Intelligence) bir alt branşıdır. Bilgisayara çeşitli matematiksel ve istatistiksel modeller ile yüz tanıma, konuşma tanıma gibi görüntü tanıma (pattern recognition) problemlerini çözdürmeyi ve insan algısının yapabildiklerini yaptırmayı amaçlar. Örnek vermek gerekirse, master tezimde insan gözünün mekanizmasına benzer bir tanıma algoritması geliştirmiştim. 
Üniversite dışında Teknotürk.org adlı web sitesinin editörüyüm.  Teknotürk’te bilişim dünyası ile ilgili çeşitli kişiler tarafından yazılan Türkçe makaleleri yayınlayarak bilişim dilinin Türkiye’de yaygınlaşmasını ve anlaşılmasını sağlamaya çalışıyoruz.  Bunun dışında amatör olarak son beş senedir İstanbul Avrupa Korosu’nda tenor olarak söylüyorum, yaklaşık on senedir de İstanbul Film Festivali'nde altyazı çevirmeniyim.

Üniversitede yapmakta olduğunuz araştırmalarda "Biyometri"ye odaklanıyorsun.  Biyometri nedir? 
Biyometri, insanın fiziksel özellikleriyle kimlik kontrolünün yapılmasıdır.  Çok basit örnek vermek gerekirse sokaktaki CCTV kameralarından kişilerin fotoğrafları çekiliyor ve fotoğraflar suç dosyaları ile eşleştirilerek kişinin aranılan bir kişi olup olmadığı anlaşılıyor. Fotoğraflar bu iş için çok yeterli olmadığından başka veri yolları da araştırılıyor. İris ve retina, parmak ve el izi, ses, duruş, imza, biyometrik sistemlerde kullanılıyor. Özellikle 11 Eylül’den sonra güvenliğin artırılması için biyometri pazarına yönelik çok büyük ödenekler ayrılmış durumda ve bu konuda yapılan her türlü yeniliğe büyük talep var.
Son yıllarda lazer tarayıcıların ucuzlamasıyla üç boyutlu yüz bilgisi önem kazandı. Çalıştığım Algısal Zeka Laboratuvarı'nda üç-boyutlu yüz tanıma sistemleri geliştiriyoruz. Avrupa Birliği’nin sponsor olduğu Biosecure (http://www.biosecure.info/) 6. Çerçeve projesi kapsamında üç-boyutlu yüz tanıma konusunda en önde gelen grup bizimkisi. Ayrıca, bir diğer 6. Çerçeve projesi Similar kapsamında "işaret dilinin otomatik tanınması" üzerinde çalışmaktayız. İfade tanıma ile ilgili çalışmalarımız var. Şu anda internet’te kameralar aracılığı ile yüz imgeleri gidip gelebiliyor, fakat bunlar video olarak gittiği için çok yüksek veri transferi oluyor. Yapmaya çalıştığımız, insan yüzündeki ifadelerin bilgisayar tarafından kodlanması ve karşı tarafa sadece bu kodun gönderilmesidir.  Bu şekilde karşı tarafta 3-boyutlu yüz bilgisinin oluşması sağlanacak; görüntülü iletişim çok daha hızlı ve gerçek zamanlı olarak gerçekleşebilecek. 

Doktora tezinin konusu nedir?
Çalışmamın konusu mevcut üç-boyutlu yüz tanıma tekniklerinin analizi ve bunların iyileştirilmeleri için özellikle insan beyninden esinlenmiş tekniklerin geliştirilmesidir.  İnsanlar yüz tanıma konusunda bilgisayarların çok üstünde bir başarı sergiliyorlar. Bilişsel (cognitive) bilim, psikofizik ve psikoloji alanındaki bulgulardan yola çıkarak bu başarının nereden kaynaklandığına bakıyoruz ve bilgisayarlar için önerilen yüz tanıma modellerini insanlarda yüz tanıma için geliştirilmiş teorilerle karşılaştırıyoruz. Bu problem son yarım yüzyıldır mühendisleri uğraştırıyor. Yüz tanıma, bilgisayarcıları bugüne kadar en çok uğraştırmış tanıma problemidir, ama bu problemin ne kadar zor olduğunu psikologlar fark etmiş ve insan beyninde bu problemin nasıl çözüldüğü pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bir iki kere gördüğümüz bir insan yüzünü aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, farklı bir ışık altında, değişik bir pozda görsek bile tekrar tanıyabiliyoruz. Henüz bilgisayar sistemleri bu başarıyı gösteremiyorlar.

Üç boyutlu tanıma yerine neden iki-boyutlu bir fotoğraftan tanımaya çalışılmıyor?
Resimlerden yüz tanımanın zorluğundan kaynaklanıyor. Işıklandırma çok büyük problem. Aynı açıdan çekilmiş fakat farklı ışıklandırılmış fotoğrafların arasında çok büyük farklar olduğundan bilgisayarın bunu algılayabilmesi çok zor oluyor. Işıklandırmadan dolayı yüzdeki detaylar çok farklı görülüyor ve kişiler ayırt edilemiyor. Uygulanan tekniklerden biri ışıklandırmanın kontrollü olarak yapılması veya fotoğraflardaki ışık faktörünün azaltılmasıdır. Bu konuda çok çalışıldı, birçok teknik geliştirildi. Şimdi üç-boyutlu çalışmalara ağırlık verilmiş durumda. İnsan yüzü üzerinde üç-boyutlu 30000 nokta taranarak ayırt edici özellikler belirlenmeye çalışılıyor.  Piyasada da bulunan 3-boyutlu tarayıcı cihazlar ile bu yapılabiliyor. Ayrı bir yöntem olarak bir objenin değişik açılardan çekilen fotoğraflarının birleştirilmesi ile 3-boyutlu modellemeler yapılabiliyor.

Bilgisayarlara bu tür tanıma özellikleri neden katılıyor?
Örneğin, bir binaya girişte kimlik bırakılıyor, bilgisayar kayıtlarında bu şekilde bir kontrol yapılıyor.  Yani, bilgisayarın kişiyi tanıyabilmesi için her türlü kolaylık sağlanıyor. Ancak, tanınmak istenmeyen kişiler en basitinden bir bıyık ve gözlük takarak bilgisayarların tanımamaları için çeşitli zorluklar yaratıyorlar. Bu problemin çözülmesine yönelik olarak dahil olduğumuz projelerin kapsamı çeşitli tanıma özelliklerinin geliştirilmesi şeklinde.

Bu araştırmalarda üniversite ve bireysel olarak fonları nasıl buluyorsunuz?
Fon kaynakları deneyim ile birlikte artıyor.  Boğaziçi Üniversitesi Vakfı'ndan doktora öğrencilerine konferanslara katılım için seyahat bütçeleri ve makale desteği var, TÜBİTAK ve Devlet Planlama Teşkilatı’ndan araştırma projeleri alınabiliyor. Hazırlanan proje dokümanlarının kurumlara gönderilmesi ile fon alınabiliyor.  Örneğin, projemiz için DPT’nin desteğiyle ciddi miktarda ekipman alabildik.
Bir de Avrupa Birliği'nin çerçeve programları var. Türkiye buraya iki yüz milyon Avro yatırdı, ama bu paranın geri dönüşü hükümetin beklediği şekilde olmuyor. Bu projeler açıklanırken hangi konuya ne kadar kaynak sağlanacağına karar veriliyor. Birleşik Krallık gibi ülkeler kendi üniversite ve enstitülerinin araştırma konularında daha fazla ödenek çıkması için dışişleri nezdinde kulis yapıyorlar. Daha doğrusu bütün ülkeler kulis yapıyor da, bazıları biraz daha etkili yapıyor diyelim. Kurumların bir konuda yaptığı çalışmalar ve kendi kaynakları proje almalarında önemli oluyor. Belli bir tecrübeniz varsa işi alıyorsunuz.
Hükümetin biz bu işe şu kadar para yatırdık, bu kadar para kazandık diye olaya bakması sığ bir yaklaşım olur, çünkü gelen paranın çoğu zaten araştırma sırasında harcanan paralar oluyor, devletin kasasına girmiyor. Çerçevenin projelerinin asıl faydası uluslararası ilişkiler kurmak ve bilgi birikimini artırmak. İsrail bile yüksek araştırma potansiyeline rağmen ancak beş senede koyduğu paraya denk bir girdi sağlayabildi.

Son olarak akademik hayatı seçmenin nedenlerini paylaşabilir misin?
Öğrenciler tüm öğrenim sistemini geçilmesi gereken ders ve imtahan bütünü olarak görüyorlar.  Eğitime testler, ezberler, yapılması gereken ödevlerle sınırlı bir dünya olarak bakıyorlar.  İmtahanlarda önceki dönemlerin sorularının çalışılması, kütüphaneye gitmeye ihtiyaç duyulmadan projelerin yapılması gibi kısa yollu çözümleri tercih ediyorlar.  Halbuki, üniversite ortamı çok daha farklı algılanabilir. Örneğin, çok iyi hocaların derslerine sadece dinleyici olarak katılabilmek, çeşitli klüplerde aktif rol almak, konferanslara katılmak kolaylıkla mümkün.  Tüm bunlar bireysel gelişim için çok önemli. Üniversitede sosyal ve kültürel imkanlar sınırsız. Akademiyi tercih etmemin sebebi üniversitenin sunduğu imkanları yaşam tarzı haline getirmiş olmam. Ayrıca, çok akıllı öğrenciler ve hocalarla birlikte çalışmanın da farklı bir keyfi var.

Üniversite hayatında hiç stres yok mu?
Tabii ki var, özellikle bir doktora öğrencisi için. Yeterlilik sınavı en büyük streslerden biri. Ayrıca, Alice Harikalar Diyarı’ndaki gibi bir "Kırmızı Kraliçe" olabilmek için sürekli okumak, dergileri takip etmek, konferansları kaçırmamak ve hatta önemli konferanslara konuşmacı olarak katılım çok önemli.  Çok hızlı ilerleyen ve durgunluğa izin vermeyen bir branşım var.