Rusya ve yeni diş politikasi…

Suzet DALVAİkinci Dünya Savaşı sonundan 1991 yılına kadar süren Soğuk Savaş döneminde dünya politikasına imzasını atmış bir ülke olan eski SSCB -bugünkü Rusya, son on beş yıl içerisinde yeniden uluslararası arenada sesini duyurmaya başladı. Soğuk Savaş döneminde ABD`nin bir numaralı düşmanı olarak bilinen eski SSCB, Gorb

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Uluslararası politikayı oluşturan unsurlardan bir tanesi güçler dengesidir. Bazı ülkeler diğer ülkelere göre daha güçlüdür ve uluslararası arenada farklı rollerde oynar. Ancak günümüz dünya politikasının süper gücü olarak bilinen ABD’ye ekonomik güç açısından rakip ülkeler ortaya çıkmaya başladı. Bunlar arasında birinci sırada Rusya ve Çin yer alıyor. ABD ve Rusya 2002 yılında nükleer silah üretimini azaltmak amacı ile tarihi Moskova anlaşmasına imza attılar. İki ülke arasındaki dostluğu simgeleyen bu anlaşmaya rağmen ABD ve Rusya’nın ayrıldığı bir nokta ortaya çıkıyor; İran ve Irak ile olan ilişkiler. Rusya bu ülkelerin en büyük destekçisi olarak görülürken, bu ülkeler ABD’nin en büyük düşmanı kabul ediliyor. Rusya’nın dış politikasında yapmakta olduğu bu tarz manevralar tüm dünya kamu oyu tarafından şaşkınlıkla izleniyor.
Soğuk savaşın sona ermesi ile ekonomik bir çöküş yaşayan Rusya, yirminci yüzyılın sonunda ABD’ye muhtaç bir duruma geldi. NATO ile işbirliği yapıyor ve açık pazar ekonomisini benimsiyordu. Buna karşılık ABD, Rus ekonomisinin toparlanması için bu ülkeye yönelik yatırımları teşvik ediyor, enerji yatırımları konusunda ortak hareket kararı almaktan çekinmiyordu. Geçmişin düşman iki süper gücü, Soğuk Savaş'ı geride bırakmış, sıcak bir dostluk başlatmıştı.
1999 yılında Putin ülkesinin kalkınması ve eski gücüne kavuşması için belli başlı politikalarını dünyaya duyurdu. Putin’e göre Rus ekonomisinin büyümesi petrol ve doğalgaz başta olmak üzere yeraltı zenginliklerinin çıkartılmasına ve serbest piyasa fiyatlarında çok alternatifli yollarla pazarlanmasına bağlıydı. Ayrıca Sovyet döneminden kalan ekonomik yapının düzelmesi birincil şart olmalıydı. Eğer bu proje gerçekleşmezse, Putin’e göre, Rusya eski mirasının kurbanı olmaya devam edecekti. Sonuç olarak, Putin’in çizdiği ekonomik yapılanma 2005 yılı sonu itibari ile gerçekleşti. Rusya, artık dünya politikasında tekrar özlediği aktif rolu almaya başladı. Putin'in dünya politikasında aktif rol alma projesi önce yakın çevresi olan Ukrayna ve Gürcistan’da başlatıldı. Daha sonra Ortadoğu’daki karışıklığı fırsat bilerek oradaki dengeleri değiştirmeye başladı.
21. yüzyıl için ABD'nin karşısında ekonomik olarak Çin, güvenlik olarak ise El Kaide gibi terör örgütü ağları yer alması bekleniyordu. Rusya ile yaşanan Soğuk Savaş gibi kötü bir macera yerini dostluk ilişkisine bırakmıştı. Ancak Rusya’nın enerji kaynaklarında göstermiş olduğu atak, tüm varsayımları çürüttü ve ABD’nin yeniden Rusya’ya şüphe ile yaklaşmasına yol açtı.
Rusya'nın dış politikada sergilediği pasif tutumu 11 Eylül  2001 terör saldırıları ve Irak işgali ile değişti. Bu dönemde petrol piyasalarında görülen dalgalanmalar Rusya'yı yeniden ekonomik ve siyasi bir güç haline getirdi. Petrol fiyatlarındaki artış Rusya’nın işine gelirken, ABD için büyük bir ekonomik sıkıntı yarattı. Rusya Devlet Başkanı Putin bu durumdan faydalanmaktan kaçınmadı. Rusya'nın enerji politikalarında yaratmış olduğu üstünlük ile dış politikadaki çıkarların örtüşmesi Avrupa ve ABD’de tedirginlik yarattı.
2006 yılında GNJ dönem başkanlığının Rusya'da olması ile Kremlin tarihi bir fırsatın eşiğine gelmiş oldu. İçinde ABD'nin de yer aldığı dünya ekonomi ve siyasetine yön veren bir gruba başkanlık etmek Rusya dış politikasında önemli bir değişime sebep oldu. Bunun bir göstergesi de enerji üstünlüğünü dış politikada Ukrayna, Moldovya ve Gürcistan’a karşı silah olarak kullanmasında açıkça görebiliriz.
Rusya’nın dış politikasındaki değişimine dünya politikasındaki karışıklık da büyük destek verdi. Irak savaşı ve ardından İran’da Ahmedinecad’in iktidarı, ABD’nin Ortadoğu liderliği planlarını suya düşürdü. Ayrıca, Hamas’ın seçimle iktidar olması İsrail - Filistin meselesinde yeni bir belirsizliğin başlangıcı oldu. Rusya’nın dünya liderliğine soyunduğu bir dönemde Hamas gibi bir terör örgütüne ev sahipliği yapması ve  Moskova’ya davet etmesi ABD tarafından sindirilmesi zor bir durum oldu. Rusya’nın kendi iç politikasında Çeçen gruplarına karşı sergilediği tavır, dünyaca terör örgütü kabul edilen Hamas’a gösterdiği politik davranış ile hiç örtüşmüyor. İsrail - Filistin meselesi için ortaya atılan "Yol Haritası" barış projeleri, Dörtlü (Quartet) olarak tanınan ABD, AB, Rusya ve BM tarafından hazırlanmıştı. Ancak, Rusya’nın Hamas’ı Moskova’da ağırlaması bu projenin de suya düşebileceği sinyalini verdi.
ABD ve AB’den gelen bütün tepkilere rağmen Rusya yeni dış politikasına hiç çekinmeden devam ediyor. Bunun sebebi ise Putin yönetiminin petrol ve doğal gaz kaynakları açısından süper güç olan Rusya’ya sonsuz güvenmesi ve bu sayede dünyaya meydan okuyabilmesi. Bu nedenle Kremlin’in dış politikadaki davranış biçimi temel alındığı zaman ABD’nin Rus hükümeti ile "seçici işbirliği" içinde olmasını anlayışla karşılamak lazım.
Rusya’nın son dönem uluslararası arenada sahnelediği tablo her türlü diplomatik ilişkiye açık olduğunun bir göstergesi. Rus yönetiminin dış politikası incelendiğinde olayları pragmatik bir yaklaşımla çözmeye çalıştığı anlaşılıyor. Yönetimin yeni sloganı ise "uluslararası çıkarları maksimize, diğer devletlerle olan çatışmayı ise minimize etmek". Bu nedenle ABD’nin, Rusya ile atacağı her adıma dikkat etmesi ve şüphe ile yaklaşması çok doğal.  Rusya’nın dünya politikasında sergilediği tüm bu şaşırtıcı tavırlara rağmen, ABD ve AB’nin enerji kaynakları açısından üstün olan Rusya’ya uzun bir süre daha boyun eğeceği düşünülüyor.