Uluslararası politikayı oluşturan unsurlardan bir tanesi güçler dengesidir. Bazı ülkeler diğer ülkelere göre daha güçlüdür ve uluslararası arenada farklı rollerde oynar. Ancak günümüz dünya politikasının süper gücü olarak bilinen ABDye ekonomik güç açısından rakip ülkeler ortaya çıkmaya başladı. Bunlar arasında birinci sırada Rusya ve Çin yer alıyor. ABD ve Rusya 2002 yılında nükleer silah üretimini azaltmak amacı ile tarihi Moskova anlaşmasına imza attılar. İki ülke arasındaki dostluğu simgeleyen bu anlaşmaya rağmen ABD ve Rusyanın ayrıldığı bir nokta ortaya çıkıyor; İran ve Irak ile olan ilişkiler. Rusya bu ülkelerin en büyük destekçisi olarak görülürken, bu ülkeler ABDnin en büyük düşmanı kabul ediliyor. Rusyanın dış politikasında yapmakta olduğu bu tarz manevralar tüm dünya kamu oyu tarafından şaşkınlıkla izleniyor.
Soğuk savaşın sona ermesi ile ekonomik bir çöküş yaşayan Rusya, yirminci yüzyılın sonunda ABDye muhtaç bir duruma geldi. NATO ile işbirliği yapıyor ve açık pazar ekonomisini benimsiyordu. Buna karşılık ABD, Rus ekonomisinin toparlanması için bu ülkeye yönelik yatırımları teşvik ediyor, enerji yatırımları konusunda ortak hareket kararı almaktan çekinmiyordu. Geçmişin düşman iki süper gücü, Soğuk Savaş'ı geride bırakmış, sıcak bir dostluk başlatmıştı.
1999 yılında Putin ülkesinin kalkınması ve eski gücüne kavuşması için belli başlı politikalarını dünyaya duyurdu. Putine göre Rus ekonomisinin büyümesi petrol ve doğalgaz başta olmak üzere yeraltı zenginliklerinin çıkartılmasına ve serbest piyasa fiyatlarında çok alternatifli yollarla pazarlanmasına bağlıydı. Ayrıca Sovyet döneminden kalan ekonomik yapının düzelmesi birincil şart olmalıydı. Eğer bu proje gerçekleşmezse, Putine göre, Rusya eski mirasının kurbanı olmaya devam edecekti. Sonuç olarak, Putinin çizdiği ekonomik yapılanma 2005 yılı sonu itibari ile gerçekleşti. Rusya, artık dünya politikasında tekrar özlediği aktif rolu almaya başladı. Putin'in dünya politikasında aktif rol alma projesi önce yakın çevresi olan Ukrayna ve Gürcistanda başlatıldı. Daha sonra Ortadoğudaki karışıklığı fırsat bilerek oradaki dengeleri değiştirmeye başladı.
21. yüzyıl için ABD'nin karşısında ekonomik olarak Çin, güvenlik olarak ise El Kaide gibi terör örgütü ağları yer alması bekleniyordu. Rusya ile yaşanan Soğuk Savaş gibi kötü bir macera yerini dostluk ilişkisine bırakmıştı. Ancak Rusyanın enerji kaynaklarında göstermiş olduğu atak, tüm varsayımları çürüttü ve ABDnin yeniden Rusyaya şüphe ile yaklaşmasına yol açtı.
Rusya'nın dış politikada sergilediği pasif tutumu 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve Irak işgali ile değişti. Bu dönemde petrol piyasalarında görülen dalgalanmalar Rusya'yı yeniden ekonomik ve siyasi bir güç haline getirdi. Petrol fiyatlarındaki artış Rusyanın işine gelirken, ABD için büyük bir ekonomik sıkıntı yarattı. Rusya Devlet Başkanı Putin bu durumdan faydalanmaktan kaçınmadı. Rusya'nın enerji politikalarında yaratmış olduğu üstünlük ile dış politikadaki çıkarların örtüşmesi Avrupa ve ABDde tedirginlik yarattı.
2006 yılında GNJ dönem başkanlığının Rusya'da olması ile Kremlin tarihi bir fırsatın eşiğine gelmiş oldu. İçinde ABD'nin de yer aldığı dünya ekonomi ve siyasetine yön veren bir gruba başkanlık etmek Rusya dış politikasında önemli bir değişime sebep oldu. Bunun bir göstergesi de enerji üstünlüğünü dış politikada Ukrayna, Moldovya ve Gürcistana karşı silah olarak kullanmasında açıkça görebiliriz.
Rusyanın dış politikasındaki değişimine dünya politikasındaki karışıklık da büyük destek verdi. Irak savaşı ve ardından İranda Ahmedinecadin iktidarı, ABDnin Ortadoğu liderliği planlarını suya düşürdü. Ayrıca, Hamasın seçimle iktidar olması İsrail - Filistin meselesinde yeni bir belirsizliğin başlangıcı oldu. Rusyanın dünya liderliğine soyunduğu bir dönemde Hamas gibi bir terör örgütüne ev sahipliği yapması ve Moskovaya davet etmesi ABD tarafından sindirilmesi zor bir durum oldu. Rusyanın kendi iç politikasında Çeçen gruplarına karşı sergilediği tavır, dünyaca terör örgütü kabul edilen Hamasa gösterdiği politik davranış ile hiç örtüşmüyor. İsrail - Filistin meselesi için ortaya atılan "Yol Haritası" barış projeleri, Dörtlü (Quartet) olarak tanınan ABD, AB, Rusya ve BM tarafından hazırlanmıştı. Ancak, Rusyanın Haması Moskovada ağırlaması bu projenin de suya düşebileceği sinyalini verdi.
ABD ve ABden gelen bütün tepkilere rağmen Rusya yeni dış politikasına hiç çekinmeden devam ediyor. Bunun sebebi ise Putin yönetiminin petrol ve doğal gaz kaynakları açısından süper güç olan Rusyaya sonsuz güvenmesi ve bu sayede dünyaya meydan okuyabilmesi. Bu nedenle Kremlinin dış politikadaki davranış biçimi temel alındığı zaman ABDnin Rus hükümeti ile "seçici işbirliği" içinde olmasını anlayışla karşılamak lazım.
Rusyanın son dönem uluslararası arenada sahnelediği tablo her türlü diplomatik ilişkiye açık olduğunun bir göstergesi. Rus yönetiminin dış politikası incelendiğinde olayları pragmatik bir yaklaşımla çözmeye çalıştığı anlaşılıyor. Yönetimin yeni sloganı ise "uluslararası çıkarları maksimize, diğer devletlerle olan çatışmayı ise minimize etmek". Bu nedenle ABDnin, Rusya ile atacağı her adıma dikkat etmesi ve şüphe ile yaklaşması çok doğal. Rusyanın dünya politikasında sergilediği tüm bu şaşırtıcı tavırlara rağmen, ABD ve ABnin enerji kaynakları açısından üstün olan Rusyaya uzun bir süre daha boyun eğeceği düşünülüyor.