YAŞAM YÜRÜYÜŞÜ 2006

SEZİN ESKİNAZİ / [email protected] Bilinmezliğe doğru…Yürüyoruz… Onların geçtiği bu yemyeşil gözüken yollarda yürüyoruz. Ne hissediyorlardı ellerinde bavulları bu yoldan geçerken? Terkedilmişliğin ve unutulmuşluğun verdiği acıyı mı, yolun sonundaki bilinmezliğin korkusunu mu? Yoksa artık her ikisini de hissede

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Bedenleriyle birlikte anıları da silinmeye çalışılırken bazıları direnmenin anlamsız olduğunu bildiği için ağır adımlarla bitiş noktasına yürümüş, bazıları ise savaşarak ölmeyi yeğlemişti.
Majdanek ölüm kampının gaz odalarından birinde o odada 7 dakika içinde ruhlarını teslim eden binlerce insanın anısına Kadiş okuyorduk… Herkes gözyaşlarını içine akıtıyordu sessizliğin gölgesinde. Ta ki, duayı okuyan Rav Nafi Haleva boğazında düğümlenen hıçkırığı daha fazla tutamayana kadar… Dayanamamıştık işte. Ölmek için bekleyenlerin birbirine yapışık vaziyette durduğu gibi, hepimiz birbirimize kenetlenmiştik. Bizim için acıydı orada bulunmak, gaz kokusunun kalıntılarını hala burnumuza çekmek, Nazilerin herkes ölmüş mü diye açtığı kapı deliklerinden içeri bakmak, kim ölecek kim yaşayacak ayrımının saniyeler içinde karar verildiği duş odasında durmak… Peki biz bunları hissediyorsak, onlar için nasıldı öyleyse?
Askerlere yakalanmamak için yirmi kişiyle birlikte çocuğunu da yanına alarak akla gelmeyecek bir yere saklanan annenin, bebeği ağlamaya başlayınca yirmi kişinin hayatına mal olmaması için onu boğup öldürmesi nasıl bir haykırıştı? Ya da bir babanın, ölüme doğru giderken ağlamasın diye uyku ilacı içirdiği çocuğunu soktuğu bir bavul içinde, geride bırakması… İşte bunları anlamak imkansızdı.
İnsan insana yapmıştı bu vahşeti. Elini karşındakinin yüreğine sokup, kalbini sökmek bu kadar kolaydı demek ki… Ya da bunları yapanlara karşı gözlerini kapamak ve kulaklarını tıkamak bu kadar basitti…
Peki başarmışlar mıydı yok etmeyi? Belki bedenlerini evet; ama hatıralar asla yok olmayacaklardı. Bizler oradaydık işte. 8 bin kişiyle birlikte 1,5 milyonun ölüme gittiği Auschwitz-Birkenau’da ayakta durup, ‘Hala… buradayız’ diyorduk sessizce… Kelimelere dökülmesi imkansız olan bu yolculukta kısacık ömrümüz avucumuzdan kayıp gitmeden onun değerini bilmeyi öğrenmiştik. Geride ise umutları yok olup giden insanlar gibi, alevi bir süre sonra sönecek olan mumlarımızı bırakıp, asla unutmayacağımız geçmişimizi yanımıza almıştık…

AUSCHWITZ
Turumuzun ikinci günü gerçekleşecek ‘Yaşam Yürüyüşü’ nün ilk durağı olan ve savaş sırasında Naziler tarafından inşa edilen en büyük toplama kamplarından biri olan Auschwitz 1’i ziyaret ettik. Burası en çok katliamın ve vahşetin yaşandığı yer olarak beynimize kazınmıştı. Kampa 2. Dünya Savaşı boyunca işgal edilen bölgelerdeki Yahudiler yerleştirilmişti. Kampa girdiğimizde karşımıza tüyler ürpertici bir şekilde, kandırılmanın verdiği acıyla birlikte  ‘Çalışmak Özgürleştirir’ (Arbeit Macht Frei) yazısı ile kampa getirilen Yahudilerin hangi ülkelerden geldiğini gösteren harita çıkmıştı. ‘Arbeit’in B’si ise ters yazılmıştı; çünkü Naziler eğlenceli buldukları bir olayı daha komik kılabilmek için yazıyı bu şekilde yazmaya karar vermişlerdi! İlk kurulduğu zamanlarda Polonyalı esirleri, Çingeneleri de içinde barındıran kamp, daha sonra yalnızca Yahudilere özgü hale getirilmişti. Bavullarını toplayıp ailesini yanına alan ve iş imkanı buldukları için sevinen Yahudiler kampa girdikten sonra bir daha asla çıkamayacaklarını bilmiyorlardı. Burası insanları hemen öldürmek değil, yavaş yavaş öldürmek içindi! Farklı amaçlar için kullanılan barakalarda hapishaneler, insanlar üzerinde akıl almaz deneyler yapmak için kurulan odalar, hiçbir şey yapmadığı halde insanları içeri atmak üzere yapılmış hücreler inşa edilmişti. Yahudilere yapılan işkenceler ise aklım almasa bile, Holokost kurtulanlarının hikayeleriyle hayat buluyordu. Masum insanların sekiz saat boyunca elektrikli iki direk arasında ayakta durmasına ve yaşamlarının ufak bir kıpırdamayla son bulmasına ön ayak olan Naziler, saatlerce yemeden, içmeden ve tuvaletini yapmadan ayakta durabilmeleri için özel olarak ‘ayakta durma hücreleri’ geliştirmişlerdi.
Kampın dört bir yanına yerleştirilen gözlem kuleleri sayesinde askerlerin, Yahudilerin her hareketini gözlemlemesi sağlanmıştı. Kampta bulunan duvar ise hiçbir suçu olmayan insanların toplu olarak kurşuna dizildiğine ve herkesin kulaklarını tıkayıp duymak istemediği çığlıklarına şahit olmuştu. Bu kampın ardından Auschwitz-Birkenau ve Monowitz inşa edilerek, ‘kesin çözüm’ için toplu kıyımlar hedeflenmişti. Şimdi müze haline getirilen Birkenau kampında insanlar gaz odalarında öldürülüp, krematoryumlarda yakılıyordu. Gittiğimiz gün yürüyüş olduğu için barakaların kapıları kilitlenmişti. Barakaları gezemesek de, içlerinde bulunan saçlar ve Tallet’ler gibi binlerce masum insana ait eşyaların varlığını bilmek, kanımı dondurmaya yetmişti.

YAŞAM YÜRÜYÜŞÜ
Binlerce Yahudi’nin 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz’den Auschwitz Birkenau’ya yaptığı ölüm yürüyüşü anısına 25 Nisan Salı günü otobüslerimizle geldiğimiz Auschwitz kampından Türkiye’den gelen grubumuz Türk bayrağı ile birlikte 3 km uzaklıktaki Birkenau’ya olan yürüyüşümüzü dünyanın dört bir yanından gelen 8 bin kişiyle birlikte gerçekleştirdik.  Hepimiz tek yürek olmuş, zaferimizi haykırıyorduk gökyüzüne.
Birkenau Kampı’na giden yol boyunca hoparlörden verilen Holokost sırasında hayatını kaybeden 6 milyon insanın isimleri, yaşları ve savaştan önce yaşadıkları ülkeler yüreğimizin derinliklerinde yankılanıyordu. 
Töreni ilk kez yöneten İsrail eski Başbakanı Şimon Peres çoğu Yahudi ve Polonyalılardan oluşan 8 bin kişiye seslendi. Peres konuşmasında Holokost’u inkar eden İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın Auschwitz’e gelip kurbanların arkalarında bıraktıklarını görmesi gerektiğini belirtmiş, daha sonra onun bile ‘Neden?’ diye sorabileceğini vurgulayarak, aklımdaki yankılanan düşünceleri dile getirmişti. Peres ayrıca savaş sırasında milyonlarca insanın ölümüne sessiz kalan 1930’lardaki ülkelerin liderlerinden yola çıkarak, "Bizim öyle bir ayrıcalığımız yok, kendimizi savunmalıyız ve bunu yapabiliriz" açıklamasını yaptı.
Törende konuşma yapan bir diğer kişi ise İsrail Turizm Bakanı Avraham Hirchson’du. Hirchson katılımcılara seslenerek, ölen kişilerin rakamına takılmamaları gerektiğini ve gözlerini kapatıp, yalnızca küçük bir çocuğun öldürüldüğünü düşünmelerini söyledi. Ardından, " İşte bu sevgili dostlarım, asla unutamayacağımız bir trajedi" sözleriyle konuşmasına devam etti. İleride Yahudiler ve Holokost inkarcıları arasında yaşanabilecek bir savaşın gerçekleşebileceği yönünde korkusunu dile getiren Hirchson, 8 bin kişinin orada bulunma sebebini söze dökerek, "Bir daha asla" çağrısında bulundu.
Savaştan sonra Auschwitz’den kurtulmayı başaran ve şimdi İsrail’de yaşayan 74 yaşındaki Said Stefan Buchler ise,  "Yaşadığım sürece buraya her yıl geleceğim. Bu benim görevim"  sözleriyle duygularını dile getirdi.  Tören diğer Holokost kurtulanlarının konuşmaları ve belki de tüm bu yaşananlara dair ürpertiyi iliklerinizde hissetmenize neden olan şarkılarla devam etti.
Tören bittiğinde ise, ‘Yaşam Yürüyüşü’nün Türk ekibi olarak kendi anma törenimizi gerçekleştirdik. Yasef Barakas, Selin Kasuto, Hayim Felba ve Semih Yasavul tarafından yapılan sunumun ardından Moti Duenyas aramızdan ayrılan tüm ruhları anmak adına söylenen Yizkor duasını okudu. Daha sonra ise hayatını kaybeden çocuklar, anneler, yetimler, yaşlılar, isimsiz kahramanlar, savaşçılar ve Holokost’ta hayatını kaybeden 6 milyon kurbanın anısına bir kayık içine yerleştirilen 6 farklı renkteki mumlarımızı yaktık. Ardımızda ise yüreğimizde hissettiklerimizi kelimelere dökmeye çalışarak yazdığımız levhaları bırakıp, Auschwitz-Birkanau’dan ayrıldık…

KAZIMIERZ
Gezinin üçüncü günü 2. Dünya Savaşı boyunca yaşanan en acı sahnelere şahit olan ve Polonya’nın en büyük üçüncü şehri olan Krakov’u ziyaret ettik. Krakov, savaştan önce kültür ve sanatın temsil edildiği bir şehir olarak biliniyordu. 14.yüzyıldan itibaren Yahudilere ev sahipliği yapmaya başlayan Krakov, Varşova’nın aksine savaş sırasında Naziler tarafından bombalanmamış, güzel olduğu için Genel Hükümet’in başkenti ilan edilmişti. Savaş başlayana kadar Krakov’daki nüfusun %25’ini oluşturan Yahudiler şehirdeki Kazimierz bölgesinde yaşıyordu. Sinagoglar ve Yahudilerin gittiği okullar bu bölgenin çevresinde bulunuyordu. Kazimierz’de savaştan önce bulunan sinagoglar ve evlerin yerini şimdi çok lüks lokantalar aldı. Fakat binaların içine girdiğinizde Yahudilere ait kalıntıları görüp, eski havayı soluyabiliyorsunuz. Kazimierz’de eski zamanlardan kalan ve çoğu savaş sırasında tahrip olmuş 8 sinagog bulunuyor. Biz bu sinagogların dördünü gezme fırsatı bulduk. 
Eski Sinagog: Kazimierz’de en eski sinagog olarak bilinen ve 1550 yılında zengin bir Yahudi tarafından inşa edilen  ‘Eski Sinagog’, şimdi Yahudi müzesi olarak hizmet veriyor.  Savaş sırasında Nazilerin kontrolüne geçen ve tahrip edilen sinagogun ön tarafı restore edilirken, arka tarafı orijinal halini koruyor.
Remu Sinagogu: 1553’de inşa edilen ikinci sinagog Remu’ydu ve Kazimierz’in en küçük sinagoguydu. Hizmet verdiği yıllarda ‘modern’ olarak bilinen sinagogda kadın ve erkekler aynı yerde dua ediyordu. Günümüzde ise halen ibadet edilebilen tek sinagog burası. Sinagogun avlusunda bulunan Bet Hayyim (Yaşam Evi) Yahudi mezarlığı ise dilden dile dolaşan efsaneleriyle yerini koruyor.
High Sinagog: Kazimierz’de inşa edilen üçüncü sinagog olan ‘High Synagogue’du. Bu sinagog hasidik Yahudi kültürüne daha yakındı.
Tempel Sinagogu: Son gezdiğimiz sinagogun iç tasarımı gerçekten görülmeye değerdi. Hıristiyan bir mimar tarafından Ortodoks olmayan Yahudiler için 1860 yılında inşa edildi. En modern sinagog olarak bilinen Tempel Sinagogu’nda dualar İbranice’nin yanı sıra Almanca ve Lehçe okunuyordu. Tam anlamıyla Yahudi geleneklerine uymayan mimarisi sebebiyle, sinagogun içi yenilenerek ortaya teva yerleştirildi. Şimdi ise zaman zaman ibadete açılıyor.

KRAKOV GETTOSU
Kazimierz’de yaşayan 15 bin Yahudi savaş sırasında Zgody Meydanı’nda bulunan Krakov Gettosu’na nakledilmişti. 3 Mart 1941 yılında inşa edilen gettoda 30 cadde, 320 bina ve toplam 3 bin 167 oda bulunuyordu. Bölgeyi dışarıdan ayırabilmek amacıyla dört tarafına duvar inşa edilmişti.
Gettoda bulunan Yahudilerden 8 bini daha sonra çalışma kamplarına gönderilirken, çalışamayacak durumda olan 2 bin Yahudi sokaklarda öldürüldü. Geriye kalanlar ise hayatları yok edilmek üzere Auschwitz’e gönderildi. Getto inşa edilmeden önce o bölgede yaşayan Hıristiyan asıllı Pankiewicz, Almanların ‘Yahudi olmayanlar burada kalamaz’ çağrılarına karşın direnerek gettoda kalmayı başarmıştı.
Yahudilere yapılanları kabullenemeyen Pankiewicz, Almanlarla iyi geçinmeye çalışarak Yahudilere yardım etti. Kendi hayatlarını kendileri yok etmek isteyen Yahudilere ise zehir satışı yaptı. Pankiewicz, İsrail ve Polonya’da savaş sırasında Yahudilere yaptığı yardımlarla tanınıyor.

LUBLIN
Turumuzun dördüncü günü Polonya’nın doğusunda bulunan ve endüstri, taşıma, kültür ve eğitimin merkezi olarak bilinen Lublin’e gittik. Lublin’de Yahudiler 14. yüzyıldan itibaren yaşamaya başlamışlardı. 16. yüzyılda Yahudiler için hükümet içinde ayrı bir hükümet bulunuyordu.  1760 yılında ise bu sistem sona erdi. İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce şehirde 40 bin Yahudi yaşıyordu. Lublin Tora öğrenmek isteyen gençler için merkez haline gelerek, "Polonya’nın Kudüs’ü’ olarak anılmaya başlanmıştı.
Lublin’de gezdiğimiz yeşiva dünyanın dört bir yanından katılımcıların katkısıyla 19. yüzyılda inşa edildi. Dünyadaki diğer Tora okullarının aksine, burada öğrenciler sadece öğrenim görmüyor, yemeklerini yiyip yatabiliyorlardı. Rabbi Meir Shapira tarafından geliştirilen bu sistem sayesinde burası dünyanın ilkleri arasına girdi. 1939 yılında bölgeyi işgal eden Naziler, arkalarında yaktıkları kitaplarla yağmaladıkları binayı bırakmışlardı.

Oscar Schindler’in Fabrikası
Kazimierz ve Krakov Gettosu’nun ardından birçoğumuzun ’Schindler’s List’ filmiyle tanıdığı ve savaş sırasında Nazi partisinin bir üyesi olan Oscar Schindler’in fabrikasına doğru yola çıktık. Schindler Nazi olmasından dolayı bazı Yahudilerin ona güvenmemesine karşın, tüm mal varlığını ölüme terk edilen Yahudileri kurtarmak için harcamıştı. Öncelikle para kazanmak amacıyla Polonya’da fabrika kuran Schindler, Almanlarla iyi geçinmeye çalışarak işçilerini Yahudilerden seçmeye başlamıştı. Fabrika zamanla para kazanılacak değil, Yahudilerin kurtulması için kullanılan bir yer haline gelmişti. Oscar Schindler bu yolla fabrikasının yakınındaki Plaszow çalışma kampında bulunan toplam bin yüz Yahudi’nin hayatını kurtardı. Schindler’in fabrikasını gezdiğimizde filminin bir sahnesinde de gösterilen merdivenlerden yukarı çıkarak, Schindler’in ofisine ulaştık. Yahudilerin yaşadığı ve çalıştığı barakalar ile binalar ise tel örgülerin arkasında kalmıştı. Savaştan sonra fakir bir hayat sürdüren ve mezarı Kudüs’te bulunan Schindler’i Yahudiler asla unutmadı ve hayatının sonuna dek ona maddi manevi yardımda bulundu.

Umschlagplatz
Gezinin son günü ziyaret ettiğimiz Varşova Gettosu’nun kuzeyinde bulunan ve Haziran 1942’de inşa edilen Umschlagplatz’ın savaştan sonra restore edilmiş haline uzaktan baktığımda beni en az Majdanek kadar etkileyebileceğini düşünmemiştim. Burası gettodan toplanan Yahudilerin Treblinka ölüm kampına götürülmek üzere treni bekledikleri yerdi. Toplam rakam: 300 bin… Anıtın girişinde karşınıza ortadan ikiye ayrılmış bir 10 Emir’i simgeleyen yapıt çıkıyordu. Rehberimiz Rita’nın anlattığı yaşanmış hikayeler ise, anıtı gözümüzde daha da ölümsüzleştiriyordu…

Kısacası üç yüz bin kişi buradan son yolculuğuna uğurlanmıştı işte…