Joga Bonito

İzzet ANCELFormula 1 Avrupa`ya taşınalı 3 hafta oldu ve biz bu üç hafta boyunca podyumda pek farklı isim gördük diyemeyiz. Aslında yarışların tamamında göremedik de denebilir. Formula 1`de bazı şeyleri söylemek için henüz çok erken olabilir fakat bu sezon için bazı taşlar yerine oturdu gibi gözüküyor

Spor
9 Ocak 2008 Çarşamba
Alp ALKAŞ

Genelde basketbol yazıları yazmakta olan biri olarak bu hafta geçtiğimiz hafta sonu Prag’da düzenlenen ve en iyi ve en pahalı oyuncusu Andersen’den yoksun bir şekilde CSKA’nın kazandığı Final Four’u yorumlayacaktım. Üst düzey basketbol oynanan bu maçlarda bir oyuncu vardı ki beni bu yorum yazısını yazmaktan soğuttu. Ne Maccabi’nin final maçındaki felaket oyunu, ne Barcelona gibi toplama bilgisayarı andıran takımın varlığı… Sadece bir oyuncu vardı beni bu yazıyı yazmaktan uzaklaştıran: Willie Solomon. Sahada bulunduğu her saniye, takım oyununu ve sitemi hiçe sayan, durmaksızın şikayet eden hali ve gerek takım arkadaşları ve koçu, gerek rakip oyuncular, gerek hakemlerle gerek ise kendiyle durmadan kavga eder hali beni çileden çıkarttı. Ne kadar iyi ya da kötü oynadığı umurumda bile olmadı çünkü o bu güzel oyunu bozuyordu; Joga Bonito’ya uymuyordu.
Evet, Joga Bonito… Nike’ın dünya kupası öncesi futbol reklamlarıyla yeninden gündeme getirdiği fair play anlayışı… Hepimiz biliyoruz ki Joga Bonito’lar hepimizi için farklı bir spor dalını temsil edebilir. Mühim olan oyunun güzel oynanmasıdır. Tribünlerdeki seyirciye tekme atarak Joga Bonito’nun kalbine hançeri saplayan efsane Cantona’nın önderliğindeki hareketin manifestosundaki gibi:
Mes amis footballeurs, (Futbolcu arkadaşlarım)
1- Bizim oyunumuzda rakibe dalmak yoktur, "dalma" denizde olur.
2- Hakemle tartışmak yoktur, "tartışma" politikada olur.
3- Ofsayt taktiği, yeterince hızlı olmayanların başvurduğu acınası bir taktiktir.
4- Biz futbolu kendimize özgü değerlerle oynarız. "Güzel oyun"a ait değerlerle.
Joga Bonito… Kayseri Erciyessporlu Cenk’in boş kaleye golü atmaması gibi... Tıpkı Di Cania’nun sakat kaleciyi görüp golü atmaması gibi... Ronaldinho’nun sahadaki diğer 21 oyuncuyla maç boyunca dostluk kurması ve şakalaşması gibi… Robbie Fowler’ın yanlış kararla verilen penaltıyı, kalecinin kucağına yuvarlaması gibi… Eşref Apak’ın antrenörü Artun Talay’ın talebesine yetemediği düşüncesiyle, yerini daha iyilerine bırakma talebi gibi… Şampiyonluğa sevinmek yerine Tayshaun Prince’i teselli etmeye giden Tim Duncan gibi… Golü eliyle attığını itiraf edip, iptal ettirten de Rossi gibi…
Verilebilecek daha pek çok örnek varken bir düşünün biz neleri seyretmek zorunda kalıyoruz… Sakatlanan oyuncu için topu taca atan takımın korner direği civarında yaptığı pres… Kendisine pas vermek yerine, şut çeken Aydın’a küfür eden Sabri… Voleybolcu Anelka, hiçbir etik hareketi olmayan Marcio Nobre (kendisi dünya üzerinde en çok emek çalan futbolcu olabilir)… Yapılan bin bir politik mücadele sonucunda Avrupa Şampiyonası’nda yarışma hakkı kazandırılan Süreyya Ayhan’ın antrenörü tarafından hazırlanamama gerekçisiyle yarıştırılmaması… Dopinglerle çalkalanan sporlar… Basket maçında sahaya taş atan ve saha boşaltılması kararıyla Abdi İpekçi Salonu’ndaki koltukları da söken Galatasaray taraftarı…  Gol attıktan sonra sus işareti yapan forvetler, attıkları basketten sonra tribünlere laf atan basketbolcular…
Sir Eric Cantona ile birlikte biz de haykırıyoruz… joga bonito! Çünkü oyun güzel oynanmalı…