Venedik Taciri" ve Shylock üzerine

David OJALVO"Ben bir Yahudi`yim: Yahudi`nin gözleri yok mudur? Yahudi`nin elleri, organları, duyguları, tutkuları; aynı yiyeceklerle beslenen, aynı silahlarla yaralanan, aynı hastalıklara yakalanan, aynı tedavilerle iyileşen, aynı yaz ve kışla ısınıp, üşüyen insanlar, tıpkı Hıristiyanlar gibi, değil midir?"

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
25. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ve 12 Mayıs 2006 tarihinde ülkemize vizyona giren "Venedik Taciri" çeşitli zamanlarda gündeme gelmiş eserlerden biridir. William Shakespeare’in yazmış olduğu oyun 16. yüzyıl Venedik’inde Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki ayrımın hat safhada olduğu dönemde geçmektedir. Yahudilerim mülk edinmeleri yasak olduğundan ötürü, ellerindeki parayı ancak tefecilik yaparak değerlendirebilmektedirler. Dönemin asillerinden Antonio, dostu Bassanio’ya yardımcı olabilmek amacıyla, Yahudi Shylock’tan borç alır. Aldığı borç karşılığında, Antonio eğer borcunu üç ay içinde ödemeyecek olursa, Shylock karşılığında onun yarım kilo kadar etini istemektedir. Mal varlığı denizlerde olan Antonio borcunu rahatlıkla ödeyebileceğini düşünmektedir; fakat işleri ters gidince senedini ödeyemez ve olay mahkemeye kadar taşınır. Mahkemede hakkını sonuna kadar talep eden Shylock, birtakım entrika ve kelime oyunları sonucunda ne isteğini, ne de parasını alabilecektir; hattâ fazlasıyla elindeki değerlerini kaybedecektir.
Son dönemde sinemaya yeniden uyarlanan "Venedik Taciri" kostüm, dekor ve Al Pacino’nun (Shylock rolünde) muhteşem oyunculuğuyla son derece etkileyici bir film. Diğer yandan Yahudi-Hıristiyan ayrımı, tefecilik, hak ve hukuk konularında ise son derece düşündürücü nitelikte…
Yahudi ve Hıristiyanlar arasındaki karşıtlık, savaş, kökenini İsa’nın öldürülmesine kadar dayanmaktadır. Babil sürgününden sonra dünyanın çeşitli yerlerine dağılan Yahudi toplulukları sürekli bir göçebe hayatı yaşamak, yaşadıkları topraklardaki devletlerin buyruklarına uymak zorunda kalmıştır. Sabit bir toprağı olmayan insanlar için ise ister-istemez birtakım öncelikler değişmekte ve olası bir tehlikeye ve göç durumuna karşılık maddi değerler önem kazanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında ticaret konusunda Yahudilerin daha ileride olması şaşırtıcı değildir. Öte yandan "para" dediğimiz değer, birçok gücün üstünde, dünyanın gidişatına şekil veren bir kavramdır. Din kadar, para da insanları yönetip, yönlendirebilecek bir güçtür. Yine sürekli taşınmak zorunda kalan ve tehdit altında yaşayan bir toplumun birbirine sımsıkı sarılması, dışarıya "kapalı" kalması beklenilebilecek bir durumdur. Birtakım politik yönlendirmeler ve tüm bu saydıklarımız ele alındığında ayrımcılığı açıklamak için elimizde veriler toplanmaya başlıyor; fakat araştırılacak daha çok şey var.
Eğer 16. yüzyıl Venedik’inde Yahudilere mülk edinme hakkı verilseydi, değişim nasıl olurdu? Yahudileri tüm Venedik topraklarını istila mı ederdi? Bir insanı, bir toplumu nereye kadar zorlayabilir veya sıkıştırabiliriz? Belli bir noktadan sonra konu din veya para meselesi değil; "insan" olmanın gurur ve doğasına dayanmaktadır. Shakespeare’in ortaya koyduğu Shylock tiplemesi de bu noktaya gelmiş bir insanı ortaya koymaktadır. Toplum tarafından birçok harekete uğradıktan, yüzüne tükürüldüğünden, kızı bir Hıristiyan’a kaçtıktan sonra duygularını şu cümlelerle anlatmaktadır: "Ben bir Yahudi’yim: Yahudi’nin gözleri yok mudur? Yahudi’nin elleri, organları, duyguları, tutkuları; aynı yiyeceklerle beslenen, aynı silahlarla yaralanan, aynı hastalıklara yakalanan, aynı tedavilerle iyileşen, aynı yaz ve kışla ısınıp, üşüyen insanlar, tıpkı Hıristiyanlar gibi, değil midir? Bizi gıdıklasanız gülmez miyiz? Bizi zehirleseniz ölmez miyiz? Ve bize kötülük ederseniz intikam alamaz mıyız?"
Elbette Shylock’un borcuna karşılık talep ettiği, oldukça ağır bir istektir. Shakespeare’in aslında bir komedi olarak ortaya koymak istediği oyun, daha çok bir trajedidir. Oyunun sonlarına doğru düzenlenen mahkeme ise apayrı bir tartışma konusudur. Shylock’un "acımasızlığına" karşılık, Hıristiyanlar bir kez daha Yahudilere karşı olmuş ve manevi değerleri sarsacak kadar ileri gitmişlerdir!
Sonuç olarak Shakespeare’in yazdığı oyuna 2000’li senelerin gözünden bakıyoruz. Bugün tefecilik, haksızlık veya acımasızlıklar yok mu? Elbette var, hem de âlâsıyla; fakat "gelişen" ve değişen her şey gibi tüm olumsuzluklar da yüzünü bir başka şekilde gösteriyor. İnsan doğası; teknoloji ve bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin, hep aynı kalacak. O zaman almamız gereken ders nedir? Vicdanımızın sesine samimi bir şekilde kulak vermemiz yeterli gibi… Kökeni ne olursa olsun, hiçbir "insan"ı aşağılamamak, değeri ile oynamamak ve toplumsal ilişkilerimizi iyi niyetli bir şekilde kurabilmek… Bunu başarabildiğimi zaman belki, Shakespeare’in oyununa gülüp geçme şansımız olacaktır.