Beki L. BAHARBu haftaki sayımızda, tiyatro yazarı Beki L. Bahar, son dönemde sinemaya yeniden uyarlanan, Shakespeare`nin oyunu "Venedik taciri"nden yola çıkarak, tiyatroda antisemitzm konusunu inceliyor. Bir tarihi oyunun, oynandığı dönemle ilişkilendirildiği, paralellikler kurulduğu oranda başarılı olacağını belirten Beki L. Bahar, Yahudi kahramanlar ve antisemitzm olgusu içeren
Laurent MİGNON
"Yahudi edebiyatı" oldukça sorunlu bir kavramdır ve onu tanımlama denemeleri üniversitelerin "Yahudi araştırmaları" bölümlerinde her zaman önemli tartışmalara neden olmuştur. Dile, dine, kültüre veya bir konu ortaklığına dayanan tanımların hiçbiri tatmin edici olmamıştır. Onun için, "Yahudi şiiri" kavramını tanımlamak benzer zorluklara neden olmaktadır. Sahiden dilleri, kültürleri ve çağları aşan, örneğin Endülüslü İbn-i Gabirol'un, anarşist David Edelştat'ın ve Şalom okurlarının daha yakından tanıdıkları Beki L. Bahar'ın poetikalarını kapsayan bir Yahudi şiiri tanımı geliştirmek hemen hemen imkânsız gibi görünmektedir.
Daha dar bir bağlamı seçsek ve Türkçe yazan Yahudi kökenli şairler üzerinde yoğunlaşsak bile, bu şairlerin şiirlerinde ortak bir Yahudi kimliğine gönderme yapan unsurlar bulmak oldukça zordur. Avram Naon ile Roni Margulies'in şiirlerinin, Türkçe olarak yazılmış olmalarının dışında, herhangi bir kültürel ortalıkları var mı ki? Eserleri şiire, hayata, siyasete ve Yahudiliğe birbirinden farklı bakışlarını yansıtmaktadır. Eğer bir gün Türkçe yazan bir Yahudi şairler antolojisi hazırlanırsa, onların bir arada bulunmalarının tek nedeni kendilerinin Yahudi olmalarıdır.
Yine de, Türkçe yazan Yahudi şairlerin ortak sorunları olduğu kesindir. "Yahudi şair" olarak anılmak istemediğini sıkça tekrar eden Roni Margulies'e kadar, Türkiyeli Yahudi şairler resmî edebiyat tarihinden büyük ölçüde dışlanmışlardır. Yaşadığı dönemde, edebî açıdan, Recaizâde Mahmut Ekrem çizgisini izlemiş olmasına, Türkçe Yahudi edebiyatının öncülerinden olmasına ve yükselen Türkçülüğün ve Türkçeciliğin toplumsal açıdan Yahudi topluluğunu nasıl etkilediği konusunda ilginç ve önemli bilgiler sunmasına rağmen, İsak Ferera adının yirminci yüzyılın başında Osmanlı Türk edebiyatındaki gelişmeleri irdeleyen tarih ve eleştiri çalışmalarında anılmaması önemli bir sorundur. Zaten yaşadığı dönemde bile Avram Naon'la birlikte çıkardığı Mir'ât dergisinde Türkçe öğrenimin Yahudiler için önemini defalarca vurgulayan İsak Ferera, edebiyatçı olarak var olabilmek için ciddi engellerle karşılaşmıştır. Avram Naon Mir'ât'ın ilk sayısında yayımlanan "Aşiyân ve Muhit risâle-i edebiyeleri muharrirliklerine" adlı açık mektubunda sözü geçen iki derginin editörlerinin kendi şiirlerini Yahudi oldukları için yayımlamadıklarını söylüyor: "Bu iki risâlede eserlerimizin neden kabûl ve derc edilmediklerinin esbâbını taharrî ederken kabahatimiz imzâların "Avram Naon" veya "İsak Ferera" olmasının ve Musevilerin bu kadar düzgün ve ma'nidâr manzûmeler vücûda getirebilmesinin o iki risâle sahiplerinin canını sıkmasından ileri gelmiş olduğuna daha doğrusu bu kadar emek ve sa'îlerimizin bir hiss-i girye istiskâle fedâ edildiğine insanın hükmedeceği geliyor."
Avram Naon, bu makalesinde şiirlerinin yayımlatılamama nedeni olarak editörlerin Yahudi düşmanlığını göstermektedir. Şiirleri yayımlatamama meselesi tekrar yarım yüzyıl sonra şair ve ressam Jozef Habib Gerez'in bir yazısında gündeme gelmiştir. La Luz de Turkiya'da, 21 Eylül 1955 tarihinde yayımladığı "Türk Yahudileri Hakiki Vatandaşlıklarını Türkçe Eser Vermek Suretiyle Göstermeliler" adlı yazısında, Türkçe yazan birçok genç Yahudi şairin bulunduğunu, ancak bu gençlerin maddi imkânsızlıklar yüzünden kitaplarını bastıramadıklarını vurgulamıştır. İlginç olan mesele şu: Gerez, genç Yahudi şairler için, kendi imkânlarıyla yaptıkları basımları dışında başka bir çıkış yolu görmemektedir. Dönemin kitapevleri ve yayınevleri onların eserlerini basmayı kabul etmezler miydi? İlk şiirleriyle Garip hareketinin, özellikle Orhan Veli'nin yolunu izlemiş olan Jozef Habib Gerez de kitaplarını kendisi basmıştır.
Aslında Gerez'in İsak Ferera Efendi ile başka ortak noktaları da vardır. İkisi de hem edebiyatçı, hem de fikir ve kültür alanında mücadele adamları olmuşlardır ve Türkiyeli Yahudi edebiyatçıların Türkçe'yi kullanmalarının önemini vurgulamışlardır. Bir başka ortak noktaları ise, eserlerinde kültürel veya dinsel olarak Yahudiliğe pek bir göndermenin bulunmamasıdır. Bu olgu, Gerez'in durumunda oldukça dikkat çekicidir, çünkü resimlerinin çağrışım dünyasında Yahudilik hiç de azımsanamayacak bir yer kaplar.
İsak Ferera - özellikle İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra - ve Jozef Habib Gerez şiirlerinde insancılıklarıyla öne çıkmışlardır. Hatta Gerez, 1966'da yayımladığı Ölü Nokta adlı kitabında yer alan bir şiirinde 'Tanrı evreni ve insanlar Tanrıyı yarattı' diye haykıracaktı. Gerezin şiirlerinde Yahudiliğe açık veya kapalı göndermeler yoksa da, şiirlerinde İstanbul'a yapılan vurgu ve Anadolu gerçeklerinin anlatılması, şairin bir yerlilik kaygısı taşıdığını gösteriyor.
Yahudiliklerini ilan etmekten hiç sakınmayan İsak Ferera ve Jozef Habib Gerez'in onu edebiyat eserlerinde işlemekten çekinmeleri gerçekten dikkate değer ve üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Ancak onların tutumu Roni Margulies'in tutumundan çok farklıdır. Margulies Yahudiliği dinsel, kültürel veya etnik bir kimlik olarak felsefî ve siyasî duruşu dolayısıyla kabul etmediği için eserlerinde işlemiyor. Varlık dergisinin 1997 yılında Türkiyeli azınlık edebiyatları konusunda hazırladığı dosyası kapsamında yer alan "Yahudi Olmak mı Olmamak mı?" adlı yazısında Margulies tutumunu, "benim [...] vatanım, dinim, etnik kimliğim yok. Ben Roniyim, dostlarım var, yoldaşlarım var... Bunlar bana yetiyor. Başkaca bir kimliğe ihtiyacım yok" diye açıklıyor. Margulies'in edebiyat alanında oldukça özel bir konumda olduğu kesindir. Şiirlerinin sesi ve evreni Philippe Larkin ve Ted Hughes'un eserlerine oldukça yakındır, yani Troçkist olmasına rağmen eserlerini propaganda aracı olarak kullanmıyor. Kitaplarının Adam Yayınları ve Yapı Kredi Yayınları gibi Türkiye'nin önde gelen yayınevleri tarafından yayımlanmış ve kendisinin 2002 yılında Yunus Nadi şiir ödülünü kazanmış olması, onu Türkiye edebiyat piyasası tarafından kabul edilmiş ilk Yahudi kökenli şair kılıyor. Buna rağmen, Margulies Musevilerin Türkçe konusunda yetersizliklerine yönelik yapılan yersiz suçlamalardan kurtulabilmiş değildir. Örneğin, Metin Celal Mart 1997 Varlık dergisinde yayımladığı "Okuma Notları"nda polemik bir tarzla Margulies'in Türkçe'ye yeterince yakın olmadığını ima ediyordu. Bu sözle Celal, Margulies'in Anglo-sakson şiir anlayışına gönderme yapmak istemiş olabilir, ama makalede yer alan 'Türkçeye daha yakın olsaydı' ifadesi, eski suçlamaları hatırlatmıyor değil.
Türkiye'de edebiyat dünyasında Yahudi olmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Ancak bazı edebiyat tarihçileri ve eleştirmenlerini rahatsız etse de yazıda bahsi geçen üç şair Türk edebiyat tarihinin okunması gereken sayfalarını yazmışlardır ve insancılığın farklı yorumlarıyla Türkiye fikirler tarihinde de yerlerinde almışlardır.
(*) Yrd. Doç. Dr. Laurent Mignon, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.