1958 İsveçŞampiyon Brezilya...Türkiye, 1958 İsveç`e katılmadı. Çünkü FİFA bizi Avrupa grubu yerine Asya/Afrika Grubu`na vermeyi tercih etti. Biz de bunu protesto ettik ve eleme maçlarına katılmadık. Bu kupayla birlikte statü oturmaya başladı. Dört takımlı grup maçları sonunda ilk ikiye giren takımların çeyrek finale yükseldiği sistem k
Yakir MİZRAHİ
Dikkatinizi hiç çekiyor mu bilmem ama liglerin bitmesi ile gazetelerin spor sayfaları büyük takımlara her gün bir oyuncu transfer eder. "Cambiasso Fenerde, Tjikuzu Cimbomda, Roberts artık bir Kartal, Trabzon Wanchope ile söz kesti, vs..." Bu arkası gelmez transfer aktörlerine gün geçtikçe yenileri eklenir, sezon açılana kadar her takıma en az 57 oyuncu, bonservisleri spor sayfası sütunları tarafından ödenmek üzere, transfer ettirilir. Ortaya bu kadar isim koymanın gazeteye getirdiği en büyük nam ise; olur da oyuncu transfer olursa, gazetenin "biz demiştik" başlığı atmasından ibarettir.
Halbuki, bizim değerli spor medyamız bu çerçevesi belli kısır döngülerden sıyrılmak uğruna neden "adamakıllı" röportajlar yapmaz, hiç anlamam. Örneğin; aynı gazete sayfasında üçüncü ligin gol kralıyla neden bir söyleşi yayınlanmaz? Ya da Uᆥ takımlarında oynayan gençlerimizin performansları "gerçek manada" neden takip edilmez? Gazetelerin spor sayfalarını -yöneten demek isterdim ama- "idare eden" kişilere bir sorun bakalım; yurtdışından genç milli takımlara çağrılan gurbetçilerimizin isimlerini bilirler mi? Nizamettin Çalışkan ismi onlara neyi çağrıştırır? Haberleri var mıdır, Borussia Dortmund kadrosunda Nuri Şahin dışında iki Türk oyuncunun daha (Nizamettin Çalışkan & Mehmet Akgün) bulunduğundan? Şekerspordan bahsedilmesi için illa Sergen Yalçının transfer edilmesi mi gerekir? Biliyorum bu tarz sıra dışı röportajları spor sayfalarında görmek isteyen azınlığın bir üyesiyim ama, asıl sizlere sormak lazım; hiç sıkılmıyor musunuz spor sayfalarının bu kadar üretkenlikten yoksun olmasından?...
Lig sezonu devam ederken, muhabirlerin her gün aynı idman sahasına gitmeleri spor sayfalarının yaratıcılığına ne katabilir ki? Oysa her gün Galatasarayın antrenmanlarını izlemek için Floryaya giden bir muhabir; az ötedeki Bakırköyspor tesislerine giderek, yaklaşık on yıl önce birinci ligde oynamış bu üçüncü lig takımının mevcut durumunu haber yapabilir. Zor mu? Ha Florya, ha Bakırköy... Fark eden en fazla 2,5 kilometre... Ya da bir başka örnek; her gün Samandıraya Fenerbahçenin antrenmanlarını izlemeye giden muhabir, o gün Kartalspora ya da Pendikspora gitsin... Bu takımların hangi şartlarda nasıl idman yaptıklarını anlatsın bize... Sorun tabii ki muhabirden kaynaklanmıyor, görev taksimatı yapan kişinin sorumluluğunda tüm bu yaratıcı fikirler aslında ama durum sıfıra sıfır, elde var sıfır...
Fenerbahçenin milli oyuncuları Volkan Demirel ve Servet Çetinin daha önce Kartalsporda oynadıklarını biliyor muydunuz? Belki çok az kişi biliyor bu kimine "gereksiz" gelen bilgileri ama bu tip ufak detaylar her zaman ilgimi çekmiştir. Bu yüzden hani hiç önemi olmadığını sandığınız küçük detaylardan da yaratıcı fikirler ortaya çıkabilir. Örneğin; Volkan ve Serveti alıp şu anki Kartalsporlu oyuncularla beraber röportaj yapma fikri neden gerçekleşmez? Bu tarz sıra dışı söyleşileri okumak için daha kaç yıl sabretmemiz gerekir?...
Dost meclisinde futbol hakkında konuşulurken; gerçekleşmeyen onca asparagas transferden mi bahsetmek daha enteresan gelir, yoksa hiç bilmediğiniz bir konuda bilgi sahibi olduktan sonra ondan bahsetmek mi size daha çok keyif verir? Sorun apaçık ortada duruyor aslında... Önümüze koyulan tabakta ne varsa onu yiyoruz, başka bir lüksümüz yok... Ama ne zaman ki farklı bir şeyleri istemeye, bir şeyleri değiştirmeye çalışırız; o zaman belki her gün rastladığımız "kuru ekmek & soğan tadındaki haberlerden" sıyrılma şansına erişebiliriz. Aksi takdirde devam eder "gereksiz yer kaplayan" asparagas transferler... Dönen çarktan korkmamak, farklı şeyleri talep etmek tamamen bizim elimizde... Acaba bunun farkında mıyız?...