Hayim Nachman BİALİK
Tüm gece boyunca Tapınak dağında ateşler yandı, her taraf alevlerle fokur fokur kaynadı, ateşten yalazlar tapınağı yalayıp yuttu. Cenneten fırlayan yıldızlar ateşten toplara dönüştü. Gökyüzü ve yeryüzü ateşleri birbirine karıştı.
Kıpkızıl bulutlar kana bulundular ve tüm gece boyunca ateş ve kan kustular. Kızıl ateş yıldırımları dağların ve kayalıkların üzerine mızraklar gibi saplandı. Tanrı öcünü alıyordu. Dağlardan, çöldeki kayalardan alevler etrafa saçılıyordu. Tanrı hakkaniyet ipini çekmiş, rüzgara alevleri yayması için buyruk vermişti.
Tanrının gazabı dağların üzerine yağdı. Çöldeki kayalar titredi. Bu Tanrının öcüydü! Ebedi olan ve intikamını alan Tanrının öcü. Bu aldığı öcün karşısında o tüm gururu ve acısıyla ateşten tahtında oturuyor, yüreğini ise ateşten oklar dağlıyordu. Üzerinde mor alevlerden br cüppe, ayaklarının dibinde kızıl kor kömürler vardı. Etrafında zalim bir ateş raksediyordu. Başının etrafında ateşten haleler vardı, üzüntüsü başının etrafındaki alevler gibi yakıcıydı. Alevler bakışları ile yükseliyor, yükseliyor ve her tarafı yalayıp yutuyordu. Sevgili rakkas alevler, Tanrının yüceliğini ve gururunu bütün görkemiyle etrafına göster! Sevgili alev ve ateş rakkası Ebedi olanın kim olduğunu onlara göster!
Yanık kokuları dağılmaya başladığında dağların tepelerinde ve vadilerdeki ateşler sönüp, dumanları tütmeye başladığında, alev denizleri susup, ateş kusan dillerini içlerine aldıklarında, Ebedi olanın Mabedi, Tapınak dağında yanıp kül olduğunda, melekler ordusu yeryüzüne inerek, Tanrısal koroları eşliğinde yeryüzü için kutsama ilahilerini söylediler. Tapınak dağının tepesindeki göksel pencelerinden başlarını uzatarak aşağı baktılar. Tapınak pencelerinin açık olup olmadığına bakarken, Ebedi olan, orduların RABbini eski günlerde olduğu gibi yapayalnız orada otururken gördüler.
Görüntüsü bir duman sütunu gibiydi. Ayaklarının dibinde tozlar ve küller vardı. Başı kollarının arasındaydı. Dağlar onun başının üzerinde kederle bekleşiyorlardı. Harabelerin ve yıkıntıların üzerinde sessizlik ve yalnızlık vardı. Gözleri karanlıktı, etraftaki derin sessizliğe kederle bakıyordu. Tüm Tapınak Dağı kül ve is kokuyordu. Sönmeye yüz tutan kömürleşmiş herşeyden ölümcül bir fısıltı yayılıyordu. Her taraf is, duman, kömür ve ölüm kokuyordu.
Ateşin aslanı, her zaman tapınağın mihrabında duran aslan bir öksüz gibi yerde yatıyordu. Yanan kayalıkların arasında titreyerek uzanmış inliyordu. Melekler işte o anda Tanrının onlara ne yaptığını anladılar. Onlar da titremeye başladılar. Gecenin yıldızları onlarla birlikte dehşete kapıldılar. Melekler gözlerini kanatlarıyla örttüler. Kederli Tanrıyı izlemeye gönülleri ve güçleri yetmedi. İlahileri sabahın ışıkları içinde yeniden duyulmaya başlandı. Sesiz ve sakince ağıt yakıyorlardı. İncecik bir ağlayış sesi her tarafı kaplamıştı. Her melek tek başına bir kenara çekilmiş, sessizce gözyaşı döküyorlardı. Ve yumuşak ve derin bir ışık hüzmesi aniden usul usul etrafa yayılmaya başladı. Yayıldı, yayıldı, kainatın kalbi kırıldı ve Tanrı kendini daha fazla üzmemeye ve sakinleşmeye karar verdi. Ebedi olan kalktı ve aslan gibi kükredi. Ellerini silkeledi ve Şehina yıkıntıların arasından, saklı ve gömülü olan her yere yayıldı.