Ortadoğu politikası uzmanlarından Martin Indyk, Lübnan Savaşı sonrası İsrail`in tutumu ve bölgedeki devletlerle ilişkileri konusunda görüşlerini açıkladı. Avustralya`da verdiği röportajında iyimser açıklamalarda bulunan Indyk, İsrail`in Sünni Arap dünyasıyla ortak çıkarları üzerinden nasıl hareket edebileceğini anlat
Martin Indyk, 25 yıl önce Amerika İsrail Kamu İşleri Komitesine (AIPAC) katıldığından beri hayatını Ortadoğu konusuna ve Arap-İsrail çatışmasına adadı. Ortadoğu Politikası Washington Enstitüsünü kuran, Bill Clinton döneminde Amerikan barış takımının bir parçası olan, İsraile atanan ilk Yahudi konsolosu olarak görev yapan,1999da bu göreve yeniden atanan Indyk, Israil politikası ile oldukça yakından ilgileniyor. Pazar günü Sydneyde kendisiyle yapılan bir röportajda Lübnan meselesi ile ilgili oldukça iyimser açıklamalarda bulunan Indyk, Hizbullahın cephede galip geldiği izlenimi yarattığını ancak İsrailin kartlarını doğru oynaması durumunda bu yenilgiyi Arap ülkeleri ile ilişkilerinde hayati ve olumlu bir devrime çevirebileceğini söylüyor.
Mr. Indyk, savaşı kim kazandı?
Bence henüz kesin bir hükme varılmadı. Askeri açıdan Hizbullah etkileyici bir performans sergileyerek İsrail kuvvetlerine karşı koydu. Çatışmaları kaybetseler de, oluşan anlayış yapabileceklerinin en iyisini yaptıkları, İsrailin elde ettiğinden daha fazlasını elde ettikleri yönünde; ve Ortadoğuda anlayış gerçekliktir. Öte yandan von Clausewitzten alıntılarsak, asıl soru cephedeki sonuçları kimin politik kazançlara çevirebileceğidir, ve benim iyimser olduğum nokta da burası. Lübnandaki savaş Sünni Arap dünyasının; cephenin önderliğini yapan İrandan yine hükümette Şiilerin çoğunlukta olduğu Iraka, Suriyedeki azınlık Alevi rejimi ve Lübnandaki Hizbullaha uzanan Şii cephesinden karşılaştığı tehlikeleri ön plana çıkardı. Böylece Sünni Arap dünyası ile İsrailin ortak çıkarları oluşmuş oldu.
Bu çıkarları çeşitli şekillerde görebiliriz. Örneğin, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan Kralı Abdullahın çatışmanın sonlandırılması, İsrailin tanınması ve ilişkilerin normalleştirilmesi için gerekli koşulları sağlayan barış girişimini yürürlüğe koymak üzere Suriye ile uğraştığını görüyoruz. Lübnanlı Sünni milletvekilinin, dünya basınını güney Beyruttaki yıkıntılar üzerinde bir tura çıkarıp İsraili savaş suçlarıyla suçlasa da, herşeye rağmen İsraile zeytin dalı uzattığını da görüyoruz. Ayrıca içerideki Sünni Hamasın, amaçlarının Şamda bulunan ve İran tarafından yönlendirilen dışarıdaki Hamasın egemenliği altında kalmak isteyip istemeyeceğini de takip etmeliyiz. Bekleyip göreceğiz, ancak Mahmud Abbasın geçici bir anlaşma için İsrail ile müzakerelere girmesini sağlayacak ulusal bir birlik hükümeti kurulursa şaşırmayacağım.
İkinci olarak, bu son durum ile Batı da İranın Ortadoğudaki baskınlığından kaygılanmaya başladı. Bunun erken bir belirtisi, İranın Güvenlik Konseyinin nükleer zenginleşme kararına vereceği olası red cevabı üzerine gelecek tepkiler olabilir. Güçlü bir uluslararası tepki, İsrail için başka bir stratejik kazançtır.
Üçüncüsü, savaş İsrail için bir uyanış çağrısı oldu. Ordu, Filistin intifadasından sonra olduğu gibi, Lübnanı arkasında bıraktıktan sonra kendini toparlayacak. Bu en son Yom Kipur Savaşı sırasında gerçekleşmişti; bu sefer bedeli ağır olsa da olabileceğinin en kötüsü değil.
Dördüncüsü de, İsrailin bir kazancı da tek taraflı hareket etme konusunda çıkaracağı ders olacaktır. Varılacak sonuç geri çekilmemek değil, geri çekilindiği zaman karşı tarafta sorumlu ve yeterli bir hükümet bulunduğundan emin olmak olmalıdır. Batı Şeriadan geri çekilmek ve anahtarı duvarın üzerinden atmak baştan beri hatalı bir hareketti. Tek taraflı geri çekilmenin oldukça olumsuz sonuçlar doğurduğunu artık biliyoruz: Radikallerin zafer ilan etmesine, teröristlerin oluşan boşluğu doldurmasına, roketlerin ve tünellerin artmasına zemin hazırlıyor. Güvenlik sağladığı ve bazı intihar saldırılarını önlediği doğrudur ancak sınırlardaki sükunetin başka şekillerde sağlanması gerekiyor. İsrailin sınırlarını birinin kontrol etmesi gerekiyor, ancak çift taraftan.
İsrailliler bunu daha önce de denediklerini söyleyecekler
Evet, ve bu Mısır ve Ürdün gibi bazı durumlarda işe yaradı. Yaser Arafat, sorumlu ve yeterli bir muhatap değildi. Bu da bir derstir: Mahmud Abbas sorumlu bir muhataptır ancak yeterli değildir. Lübnan hükümeti de potansiyel bir muhataptır. Savunma Bakanı İsraile roket atan kimselerin hain muamelesi göreceklerini söylüyor; bunlar harika sözler ancak kendisi bunu gerçekleştirecek yetiye sahip değildir. İsrailin de Lübnan hükümetinin yetkilerini oluşturmaya özen göstermesi gerekiyor.
Lübnandaki ateşkes korunacak mı?
Savaşın Hizbullah üzerindeki etkisini kestirmek çok zor, çünkü Hizbullah İsrailin askeri harekatlarından ne kadar etkilendiğini özellikle gizliyor. Ancak İsrail ordusunun Hizbullaha ciddi zararlar vermiş olması ve ateşkesin Hizbullahın da çıkarına olması mümkün. Ayrıca Hizbullah şu anda yok etmekten çok yeniden yapılanmak üzerinde yoğunlaşıyor. Şii cemaatinin nabzını onlar tutuyor, ve çatışmaların yeniden başlaması ters tepki yaratabilir.
Yani İsrail, Lübnandaki köyleri ve altyapıyı bombalamakta haklıydı
Sonucun bu olduğu henüz kesin değil, ayrıca iki taraf için de sivil ölümleri konusunda başka ciddi bedeller mevcut. Yine de Lübnan halkının, Hizbullahın sorumsuz davranışlarının cezasını başka insanların çektiği sonucuna varması imkansız değil. İsrail tarafında ise ordu Hizbullahın yeniden silahlanmasını engellemek isteyecektir ancak askeri harekatlar Hizbullahın misillemesiyle karşılık bulabilir. Bu da huzur arayan İsrail halkının güvenini daha da sarsacaktır. Bence iki tarafın da şimdilik bu sükuneti korumak için sebepleri var, ancak bunun sabit kalacak bir durum olduğunu sanmıyorum. Zamanla, Hizbullah ve Lübnan hükümeti arasındaki çekişmede Lübnan halkının aklında ve gönlünde hangisinin kazanacağına göre durum belirlenecektir.
İranın uluslararası toplumla yaşadığı yüzleşme göz önünde bulundurulursa, İsrail Hizbullahın diğer destekçisi olan Suriyeye karşı nasıl davranmalıdır?
Suriyeyle konuşmak ve barış müzarekelerine girmek yanlış bir şey değildir, ancak eskiden olduğu gibi Suriyenin öncelikli olmasına gerek yok. Şimdi asıl olan, Sünni Arap dünyası ile İsrailin ortak çıkarlarını tanımlamaktır, ve Suriye rejimi Sünni değildir. Beşar Esad, babasının aksine Hizbullaha bağımlıdır. Babası Hizbullahı İsrail ile Golan üzerinden anlaşmak gibi taktik amaçlarla kullanırken, oğlu Suriyenin Lübnandaki çıkarları için Hizbullaha bağımlı. Ayrıca Suriye stratejik sebeplerle İran ile müteffik konumundadır. Onların birbirinden ayrılabileceği düşüncesi bana kalırsa oldukça hayalperest. Şimdi Esad ile konuşmak onu yeniden Lübnana davet etmek demektir, çünkü konuşmanın amacı Hizbullahı kontrol etmesini istemek olur ve bence bu bir hatadır. İsrail, en azından Suriye karşıtı olan Lübnan hükümeti ile birlikte çalışmayı denemelidir. Çünkü Lübnan hükümeti İsrail ile anlaşarak 1949 Ataşkes Anlaşmasının gereklerine geri dönmeye niyetli ve Lübnan başbakanı bunu son günlerde açıkça belirtiyor.
Bir de İsrail hükümetinin varoluş sebebi olan Filistin meselesi var. Halktan aldığı yetki, Filistin sorununu çözmek ve Batı Şeriadan geri çekilmek içindi. Yani odak noktası demografik kaygılar ve terörü engellemek olmalı, ancak bu tek taraflı yapılmamalıdır. İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanının da dediği gibi önümüzdeki yıl Filistinli bir muhatap bulmaya adanmalıdır. Sünni Arap dünyasıyla İrana karşı yapılacak zımni anlaşma için de Filistinlilerle uzlaşmaya varmak çok önemlidir.