Suzi APALAÇİ DAYAN
YKB, Kıdemli Ekonomist
Mayıs ve Haziran aylarında yaşanan şiddetli çalkantıların ardından, finansal piyasalar Temmuz ve Ağustos aylarını nispeten sakin bir havada geçirdi. Piyasaların sakinleşmesinde yurtdışı piyasalardaki belirsizliklerin azalması kadar, yurtiçinde de gerilimlerin azalması ve Merkez Bankasının 25 Hazirandaki toplantısı ardından aldığı ve uyguladığı kararlar etkili oldu. Bu tarihte Merkez Bankasının Para Politikası Kurulu olağandışı bir toplantı yapmış ve bir takım tedbirlerle hem YTL likiditesini çekerek fazla likiditenin dövize yönelmesinin önüne geçmiş, hem de döviz piyasasına müdahele ederek döviz talebini karşılamıştı. Ancak, bu tedbirlerin en önemli özelliği piyasalara Merkez Bankasının kontrolü elinde tuttuğu sinyalini vermesidir. Bunun ardından, YTL tekrar değer kazanmaya, faizler de gerileye başladı. Ancak, faizlerdeki gerileme nispeten sınırlı kaldı. Hem Merkez Bankasının gecelik faizlerinin yüksek olması, hem enflasyon oranının hem de son yaşanan gelişmelerden sonra Türkiyenin risk priminin artmış olması faizlerin fazla gerilemesine olanak tanımıyor.
Yurtdışı piyasalara bakacak olursak, en önemli gündem maddesi FEDin faiz artırımlarına devam edip etmeyeceği. Bu bağlamda, ABDde açıklanan her veri FEDin politikasına ilişkin beklentileri etkiliyor ve bunun doğal sonucu olarak beklentiler sık sık değişiyor. Bu da, gelişmekte olan ülke piyasalarında dalgalanma yaratıyor. Örneğin ABDde enflasyon beklenenden yüksek çıksa, ya da ekonomik aktivitenin güçlü olduğuna dair bir veri açıklansa FEDin faizleri artırmaya devam edeceği endişesiyle gelişmekte olan ülkeler olumsuz etkileniyor. Zira, güvenli liman olarak adlandırılan ABD yatırım araçlarının getirisi yükseldiğinde, -daha yüksek getirili olsa da- daha riskli olan gelişmekte olan ülkelerin yatırım araçlarının cazibesi azalıyor. Tam tersine, ABDde enflasyon verileri beklenenden düşük ya da ekonomik büyümenin yavaşladığına dair bir veri açıklansa gelişmekte olan ülkelere ilgi artmaya başlıyor. Son ayları hep bu dalgalanmalarla geçirdik ve FEDden net bir sinyal gelene kadar bu dalgalanmaların devam etmesi beklenebilir. FED geçen ay yaptığı Açık Piyasa Komitesi toplantısında faizleri değiştirmeme kararı almıştı. Böylece, 2 yıl süren faiz artırımına 8 Ağustosta ara verilmiş oldu. Ancak bu FED bir daha faizleri artırmayacak anlamına gelmiyor. Zira, FED ABD ekonomisine ilişkin verileri incelemeye devam edeceğini ve buna faiz kararlarını buna göre vereceğini sık sık tekrarlıyor. FEDin bundan sonraki Açık Piyasa Komitesi toplantısı bu hafta Çarşamba (20 Eylül) günü. Bu toplantıda da faizlerin değiştirilmeme olasılığı yüksek görünse de, faiz artırımı olasılığını da göz ardı etmemek gerekiyor. FED bu toplantıda faizleri değiştirmese de, ileriki aylarda verilere bağlı olarak faiz artırımı olasılığının sinyallerini verecektir. Çünkü ABDde enflasyon üzerinde baskılar devam ediyor ve enflasyonun düşüş eğiliminde olduğunu gösteren somut bir veri yok.
Yaz aylarındaki nispeten olumlu havanın ardından piyasalar sonbahar aylarına daha gergin bir havada girdi. Yukarıda özetlediğim gibi FEDin politikasına ilişkin belirsizliğin yanısıra, AB ile ilişkilerde önemli sorunlar yaşanması olasılığı ve politik gündemin yaz aylarına kıyasla daha yoğun olacağına dair beklentiler piyasalarda gerginliği artırıyor. Bunlara ek olarak, geçen hafta IMF tarafından açıklanan Global Financial Stability Report (Küresel Finansal İstikrar Raporu) ve World Economic Outlook (Dünya Ekonomik Görünüm Raporu) adlı iki raporda bazı risklerin altının çizilmesi piyasa oyuncularının olumsuz havasını artırdı. Ancak, bu raporlar detaylı olarak incelenecek olursa, IMFnin ana senaryosunda önümüzdeki yıl global ekonomide önemli bir sorun beklenmiyor. IMF hem bu yıl, hem de gelecek yıl küresel büyümenin oldukça yüksek olmasını bekliyor. Ancak, bu raporlarda doğal olarak olası risk unsurlarına da dikkat çekiliyor. Aslında bu riskler son aylarda sürekli bahsedilen riskler:
ABD ekonomisinin hızlı büyümesi,
Enflasyonun artması,
Petrol fiyatlarının artması gibi risklerin altı çiziliyor.
Bu durumda da, FEDin faizleri daha fazla artırabileceği vurgulanabiliyor. Bunun yanısıra, özellikle Asya ülkelerinin döviz rezervlerindeki dolar cinsi yatırım araçlarının payını azaltması da bir risk unsuru olarak dikkat çekiyor. IMF bu tür risklerin gerçekleşmesi durumunda global piyasalarda Mayıs-Haziran ayına benzer dalgalanmalar yaşanabileceği konusunda uyarı yapıyor. Ancak, bu kesinlikle IMF kriz bekliyor anlamına gelmiyor. İleriye yönelik tahminler yapılırken, en olası görülen durumun ana senaryo olarak kabul edilmesi ve tahminlerin buna göre üretilmesi ve bu senaryodan sapmalar yaratabilecek risklerin belirtilmesi her zaman yapılan bir uygulamadır.
Bu çerçevede önemli olan bir diğer nokta ise, IMFnin bahsedilen risklerin gerçekleşmesi ve küresel bir kriz yaşanması durumunda, cari açığı ve dolayısıyla borçlanma ihtiyacı yüksek olan ülkelerin bu krizden daha çok etkilenecek olduğunu belirtmesidir. Türkiyede bu ülkeler arasında bulunuyor. Öte yandan, Türkiyenin gündeminde AB ile ilişkiler, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler gibi konuların da bulunduğu dikkate alınacak olursa, -şu an olasılık düşük olsa da- küresel piyasalarda tekrar bir dalgalanma yaşanacak olursa Türkiye bundan en olumsuz etkilenecek ülkelerden biri olacaktır. Ama daha önce de belirttiğim gibi böyle bir dalgalanma olasılığı şu an için çok yüksek değil, bu yazımda bunlardan bahsetmemin nedeni geçtiğimiz hafta bu raporların basında ve piyasalarda çok tartışılmış olması ve faiz ve kurlardaki yükseliş için bahane oluşturmuş olmasıdır.