Yahudi düşmanliğinin yeni yüzü

Haymi BEHARBritannica Anskilopedisi antisemitizmi, basitçe ‘Yahudilere karşı, bir ırksal veya dinsel gurup olarak, düşmanlık ve ayrımcılık uygulamak` olarak tanımlar. Antisemitizm terimi, ilk defa, tarihçi Moshe Zimmermann`ın ‘antisemitizmin atası` olarak adlandırdığı, Alman tahrikçi Wilhelm Marr tarafından 1879`da dönemin Yahudi karşıtı

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba

Terim içinde ‘yahudi’ sözcüğü barındırmıyor, kulağa hoş ve bilimsel geliyordu. Aynı zamanda yeni gelişmekte olan ırksal, milliyetçi ve biyolojik bir yaklaşımı temsil ediyordu. Yazıları Nasyonal Sosyalizmin kurucularına ilham kaynağı olan Marr, Alman ve Yahudi ‘ırkları’ arasında ebedi bir savaş olduğu ve bu savaşın ancak bir tarafın ortadan kaldırılması ile son bulacağını savunuyordu. Marr, Yahudi nefretinin merkezine ırk olgusunu yerleştirmek istediğinden doğrudan bu yeni terimle Sami ırkını hedeflemişti.

Hıristiyanlığın bir Yahudi icadı olması kadar, antisemitizm de bir Hıristiyan geleneğidir. Yahudi düşmanlığının İslamın belirli kesimleri tarafından benimsenmesi, oldukça yeni bir olgudur. Hıristiyan antisemitizmi bizzat Katolik kilisesi tarafından tasarlanmış ve başarılı bir şekilde tüm Avrupa coğrafyasına yüzyıllar boyunca yayılmıştır. Bu nefret, teolojik açıklamalarla ve komplolarla temellendirilerek politik ve askeri güçten yoksun  Yahudi halklarına karşı kullanılmıştır.

Avrupa’nın Yahudi azınlıkları, iktidar odakları için eşi bulunmaz bir fiziksel ve ekonomik sömürü kaynağı sağlıyordu.  Yahudiler kilise için iyi bir günah keçisi, halk yığınlarını kontrol altına almak için üzerinde güç gösterisinde bulundukları kolay bir hedef oluşturuyorlardı.

Tarihin aynı dönemlerinde yaşayan İslam hükümdarları bu tavırların hiçbirini sergilememiştir. Ortaçağda Yahudiler için durum adeta iki farklı gerçeklikte varolan iki ayrı dünya gibiydi. Batı Avrupa’da dindaşları sürekli aşağılanma, işkence ve dışlanmaya maruz kalırken Müslüman egemenliği altında yaşayan Yahudiler, genel anlamda, yüzyıllar boyunca barış içinde onurlu bir yaşam sürdüler.  Her nekadar Yahudiler ve Hıristiyanlar, tarihsel olarak İslam aleminde İslam dinini kabul etmedikleri için ikinci sınıf olarak algılansalar da ‘Ehli Kitap’ oldukları için inançlarına saygı gösterilmiş, İslami hukuk tarafından ‘jizye’ adı verilen gayrimüslim vergisi karşılığında korunmuşlardır. Endülüs Emevi ve Osmanlı devletlerinde Yahudiler, toplumun her alanında çok önemli görevler üstlenmişlerdir.  Müslümanlar ve Yahudiler Endülüs’te dört asır boyunca bugün izine rastlanmayan sosyal ve teolojik uyum içinde gelişmişlerdir.

Müslüman halkları arasında günümüzde hergün yeni doruklara ulaşan Yahudi nefreti tarihsel anlamda ‘yeni’ bir olgudur. Yahudi karşıtı akımların Arap dünyasında İngilizler tarafından yayınlanan Balfour Deklarasyonu ile Ürdün nehrinin iki yakasında Yahudilere tarihi anavatanlarında ‘milli bir anayurt kurulmasına sıcak baktığını’ ifade  etmesiyle başladığı söylenebilir. 

Birinci Dünya Savaşı sırasında beş asırlık Osmanlı egemenliğine karşı İngilizlerin Ortadoğu’yu işgalini destekleyen Araplar, Filistin’de o güne kadar yüzbinin altında olan Yahudi nüfusunun artışına karşı silahlı mücadele başlatmışlardır. Filistin’de Araplar ile Yahudiler arasında başlayan bu çatışma ve düşmanlıklar bağımsızlık için toprak savaşı olarak dönemin yükselen yıldızı milliyetçilik çerçevesinde incelenip değerlendirilebilir. Daha da ötesi, günümüz İsrail – Arap ihtilafının Arap dünyası özelinde ve Müslüman dünyası genelinde Yahudi düşmanlığını körüklediği söylenebilir. Ancak, Ortadoğu’daki gerginlik Müslüman dünyasında yaygınlaşan günümüz antisemitizmini anlamak için bize yeterli araçları sağlamaz. Kaldı ki Arap-İsrail anlaşmazlığı, Yahudi düşmanlığını yaymak veya kabullenmek için bir bahane olarak kullanılamaz.

Arap Dünyası’nda radikal İslam’ın yükselişi
Yeni bir antisemit ideoloji günümüz radikal İslam öğretisinde yükselişe geçmiştir. Bu akım günümüzde en bilinen şekliyle ilk olarak 1968 yılında Kahire’de düzenlenen Al-Azhar Konferansı kayıtlarında ve Sayyid Kutub’un yazılarında ifade edilmiştir.  Bu yayınlarda Yahudiler, İslam tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde şeytanlaştırılarak Tanrı’nın ve İslam’ın ebedi düşmanları olarak konumlandırılmışlardır. Bu öğretiye göre Yahudiler, Müslümanlarla ölümcül bir mücadeleye tutuşmuş şeytani bir güç olarak tanımlanırlar.

Beş asırlık Osmanlı yönetiminde İslam’ın ‘yolunu kaybettiğini’ iddia eden Sayyid Kutub ve Muhammed Sayyid Tantawi kendi deyimleriyle dini ‘saflaştırma’ amacını taşıyorlardı. Yazılarına Nazi antisemitizminin klasik örneklerini dahil eden Kutub, emperyalist güçler tarafından kurulan Arap devletlerine ve onların Baasçı sol-laik yönetimlerine karşı harekete geçtiler.  Radikal görüşlerin ülkesini tehlikeye attığını düşünen Cemal Abdül Nasır, Kutub’u 1966 yılında idam ettirdi.

1950’lerde bir süre New York’ta bulunan Sayyid Kutub’un yorumuna göre batı kültürü zirve noktasını çoktan aşmış, yolsuzluk ve ahlaki çöküntü batağına saplanmış bir şekilde zayıflamaktadır. Kutub’a göre, bu nedenle radikal İslam yükselerek dünyada hakim güç olacaktır. Dinci aşırılığın temelini oluşturan bu fikir, tüm dünyayı ele geçirmeyi hedeflediğini ilan eden bir ideolojiye dönüşmüştür. Bu bilgiler dikkate alındığında, El Kaide’nin liderlerinden El Zevahiri’nin Papa XVI. Benedikt’e tepki olarak yayınladığı mesajında tüm Hıristiyanları İslam dinini benimsemeye davet etmesi ayrı bir anlam kazanmaktadır.

İslam dini kaynaklarında yer alan Yahudilerle ilgili olumsuz ifadeleri tüm Yahudiliği kastederek yorumlayan yeni nesil radikal din adamları batı kültürünün öncüsü olarak gördükleri Yahudileri yok etmeyi hedefleyen yaklaşımları ideolojilerinin temel taşı olarak belirlediler. Söylemlerine yine Avrupa antisemitizminin klasik bir örneği olan Siyon Liderleri Protokolleri kitabını da dahil ettiler.

Rus gizli servisi tarafından 19. yüzyılın sonunda yazılan ve 1920’lerde Avrupa’da komplo ürünü olarak bahsi geçen kitap, tarihçi Bernard  Lewis’in saptamasına göre 1960 ile 1970 yılları arasında en az 9 kez Arapça’ya çevrilmiştir. Bazıları Mısır devletine bağlı yayınevlerince basılan kitaba Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerin kuruluş dokümanlarında da atıfta bulunulmaktadır. Kitap birçok kez  Türkçe’ye de çevrilerek farklı yayınevlerince 1930’lardan  beri basılmaktadır.

Antisemitizm ve İsrail
Özellikle ikinci intifada sırasında popülerleşen anti-siyonizm, antisemitizm ayrımı aslında temelsizdir. Kendilerini anti-siyonist olarak tanımlayanlar Yahudilerle dini veya etnik bir sorunları olmadıklarını belirterek yalnızca İsrail devletinin varlığına karşı olduklarını vurgulamaktadırlar. Tarihçi Yehuda Bauer bu konuyu şu şekilde ele almıştır: ‘Teorik olarak bir kişinin antisemit olmayıp anti-siyonist olması mümkündür. Eğer bir kişi her türlü milliyetçiliğe karşı çıkıyorsa ve ulus devletlerin yanlış olduğunu savunuyorsa o zaman anti-siyonist olması da doğaldır. Ancak, bir kişi dünyadaki herhangi bir halkın bağımsız bir devlet kurmasına karşı gelmeden yalnızca Yahudilerin kendi devletlerinde bağımsızca yaşamalarına karşı çıkıyorsa, bu ayrımcılık nedeniyle antisemit bir düşüncedir.’ 

İsrail Devleti’ni yok etmeyi kendine hedef seçen Hamas ve İslami Cihad gibi örgütler, bu noktada mantık ve gerçeklikten uzaklaşmaktadırlar. Filistin davası, Edward Said’in ve Oslo Antlaşması’nın mimarı birçok Filistinli politikacı ve düşünürün de belirttiği gibi 1967 sınırları çerçevesinde iki devletli bir çözümü hedeflediği ölçüde meşrudur ve haklı bir davadır. Kuruluşundan beri geçen neredeyse altmış yıldır İsrail’i tanımayı red eden ülkeler, bu politikalarında başarısız olmuşlardır. Suudi Arabistan’ın 2002 yılında hazırladığı ve Arap ülkeleri tarafından benimsenen barış planı Ortadoğu’da kalıcı barış ve güvenliğin sağlanması için doğru yolda atılmış belki de en önemli adımlardan biridir. İsrail’in de bu çağrıya olumlu yaklaşması güvenli sınırlar içinde varolabilmesi için gereklidir.  Ancak ne İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü işgal, ne de batı devletlerinin İsrail’e verdiği destek, Yahudi düşmanlığını sürdürmek için bahane olamaz. Arap ülkelerinde sayısız örneği görülen okullarda okutulan,  Yahudileri insanlığın düşmanı olarak tasvir eden ideoloji değişmedikçe Yahudilikle İslam arasında 1500 yıldır varolan iyi ilişkilerin yeniden tahsis edilmesi mümkün olmayacaktır. Bu konuda en büyük görev barışın hüküm sürdüğü bir dünya hedeflediklerini söyleyen liderlere düşmektedir.