1993 Oslo Barış Antlaşmasını takiben İsrail-Türkiye ilişkilerinde çok hızlı açılımlara tanık olduk. Gerek ekonomik, gerekse askeri ilişkiler bir anda gelişti. Ancak Oslo sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması ve ikinci İntifadanın başlaması ile iki ülke arasındaki ilişkiler zarar gördü. Türkiye-İsrail ilişkilerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki ülke ilişkilerinde genel trend günlük olaylardan çok daha önemlidir. Çatışmaların, terörün arttığı belli dönemlerde tepki olması doğaldır, ancak devletler arası ilişkiler uzun dönemli kurulur. İki ülkenin son 58 yıllık ilişkisine baktığımızda 90lı yıllardan itibaren müthiş bir gelişme görüyoruz. Ticaret hacmi artıyor, stratejik askeri ilişkiler derinleşiyor. Barış süreci rayına oturdukça halklar arasındaki dostluk da artacaktır. 2000 yılından sonrasını ele alırsak, Irak savaşı Müslüman dünya ile batı ülkelerinin ilişkileri anlamında bir dönüm noktasıdır. Benim gözümde ABDnin bu savaşa girmiş olması bu ülkenin İkinci Dünya Savaşından beri dış politika adına yaptığı en düşüncesiz budalaca harekettir.
Burada ilginç olan Avrupa Birliğinin büyük ülkelerinin Türkiye gibi uluslararası mekanizmalar kullanmadan girilen bu savaşa karşı olmasıdır. Türkiye aslında AB ülkelerinin bir çoğuyla aynı çizgide bir politika gütmüştür. Türkiye ve AB, ABD, İsrail ve İslam- Batı ilişkileri konularında birçok ortak dünya görüşünü paylaşıyorlar. Bugün itibarı ile Ortadoğuda ABD, İsrail bir tarafta, Türkiye-AB diğer taraftadır. Bu nedenle gelecekte 1000 yıl sonrasından günümüze bakarsak, Türkiyenin ABye girmesi son birkaç yüzyılın en önemli olayı olacaktır. En başta da söylediğim gibi uzun dönemli bakmak gerekmektedir.
Türkiye ve İsrail arasındaki yakınlığı iki ülke halkları arasında görmemiz malesef mümkün değil. Özellikle en son yaşanan Beit Hanun olayı benzeri durumlarda Türkiyede İsraile karşı öfke duyuluyor. İsrail belli kesimler tarafından tüm kötülüklerin kaynağı olarak tasvir ediliyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Beit Hanundaki olayları katliam olarak niteledi. Bu durumu nasıl görüyorsunuz? İki ülke halkları arasındaki ilişkilerin gelişmesi için neler yapılabilir?
Öncelikle belirtmek isterim ki Beit Hanunda olanların büyük bir felaket olduğunu Sayın Gül söylemese de, İsrail halkı biliyor. İsrail ordusu ve Filistinli militanlar arasında yaşanan çatışmalarda bu tür sivil kayıpların verilmesi İsrail halkını da çileden çıkartıyor. Sürekli orduya operasyonlarda sivil kayıpların minimuma inmesi için dikkatli olması telkin ediliyor. Operasyonlar sırasında Filistinli sivillerin yaşamlarının korunması da İsrail ordusunun sorumluluğundadır.
Çok önemli bir noktaya değindiniz. Türkiye kimliği konusunda, birçok değişim geçiriyor. Günümüzde her ülkede olduğu gibi Türkiyede de kimlik arayışı dinamik bir süreç, bu nedenle laik -dinci çekişmesi yaşanıyor. Her ülkede olduğu gibi insanlar ülkelerinin yüzünü nereye döndüğünü sorguluyor. Türkiyenin gelecek yıllarda laik-demokratik çizgiye mi, yoksa kökten dinci çizgiye mi kayacağını birçok kişi soruyor.
70 milyon Türkün her gün İsrailde olanları takip etmediğini düşünüyorum. Ama İsraile karşı verilen aşırı tepkinin çoğunun laik kesimden değil, Türkiyedeki İslamcı kesimden geldiğini düşünüyorum. Bu nedenle Türk halkından gelen aşırı öfkeyi Türkiye- İsrail ilişkiler bağlamında değil, İslam ve Batı ilişkileri kapsamında görmek lazım.
Türkiyede birçok ülkede olduğu gibi İsrail ile Yahudileri özdeşleştirme eğilimi görüyoruz. Örnek vermek gerekirse ne zaman gazetelerin İnternet sayfalarında İsraille ilgili olumsuz bir haber çıksa, haberin ardından yapılan yorumlarda Yahudilere karşı nefret dolu sözlerin yer aldığını görüyoruz. Beit Hanunla ilgili yapılan bir yorumda bir okurun, bu haberi okuduktan sonra bulduğum ilk Yahudiyi parçalara ayırmak istiyorum gibi bir ifadesi vardı.
Öncelikle söylemek isterim ki, tüm dünyadaki İnternette yorumlar bölümü modern dünyada, insanların en radikal fikirlerini yazabildikleri özgür alanlara dönüştü. Bu yazılar bireyleri temsil eder bu yazılara bakarak bir ülke için sonuç çıkarmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber İsrailin kılıcının gücüne dayanarak yaşamasının yanlış olduğunu düşünüyorum. Arap devletleri İsrailin varlığını çok uzun yıllar boyunca tanımak istemediler. İsraili yoketmek amacıyla birçok kez saldırdılar ve saldırmaya devam ediyorlar. Ancak İsrailin komşularıyla çatışmaları uzun yıllar boyunca siyasi bir sorun olarak algılandı. Maalesef günümüzde bu çatışma dinler arası çekişmeye dönüştü. Bir ülkenin sınırları için çarpışmak radikal bir ideoloji ile savaşmaktan daha kolaydır. Hizbullah ve Hamas gibi örgütler, dini çok fanatik bir şekilde yorumlayarak savaş ve ölüm vaad eden bir yaklaşım içine girdiler. Bu noktada dini çarpışma amacıyla bu örgütlerle dayanışma içine giren birçok farklı ülkeden Müslüman var. Bununla beraber, Yahudiler de İsraile sempati duyuyorlar. İsrail-Filistin sorununu siyasi platformda tartışmak ve siyasi olarak çözmek gerekiyor. Yoksa kendimizi dinci kamplara bölünmüş bir dünyada Ortaçağ benzeri bir ortamda savaşırken buluruz.
Hizbullahtan bahsettiniz. Lübnan konusuna geçmek istiyorum. 1701 BM Güvenlik Konseyi kararı kapsamında Türkiye de Lübnana bin kadar asker gönderdi. Geçtiğimiz hafta İsrailin Lübnanda uranyum kullandığı ve bunun kalıntılarının Türk askerlerinin de konuşlandığı bir bölgede bulunduğu İtalyan medyası tarafından iddia edildi. İsrail bu suçlamayı yalanladı. Aynı şekilde Türk Dışişleri Bakanlığı da yazılı bir açıklama yaparak bu iddiayı yalanladı. Lübnanda yeni bir durum ortaya çıktı, bu ülkenin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Türkiye barış sürecine nasıl bir olumlu katkı sağlayabilir?
Benim falcılık yapmam zor. Ancak tarihi, siyasi ve diplomatik açılardan süreçleri analiz edersek, İsrailin 1973 Savaşında yaşadığı zorluklardan sonra 1978te Mısırla barış antlaşmasının imza süreci başladı. Benzer şekilde Oslo süreci birinci İntifadanın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Arap- İsrail ihtilafı ancak uzun dönemli ve kapsamlı barış antlaşmaları ile çözülebilir. Bu açıdan baktığımızda İkinci Lübnan savaşının çok taraflı uluslar arası barış görüşmelerinin başlaması için yeni bir fırsat penceresi oluşturduğuna inanıyorum.
İkinci soruna gelecek olursak, eğer Türkiye uzun dönemde AB ile doğru bir birlikteliğe girerse bu ülke sadece barış sürecindeki rolü anlamında değil, batı dünyasındaki en önemli stratejik köprü durumuna gelecektir. Bu anlamda sadece İsrail ve Arap ülkeleri arasında barış sürecinin ilerlemesine katkı yapmanın ötesinde tüm Ortadoğuda güvenlik ve huzur ortamının tahsis edilmesinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Türkiye Filistinlilerle barış sürecinde rol oynamak isterse önyargılar olmadan dürüst bir aracı olarak önemli katkılarda bulunabilir.
İran İsraili yok etmekle tehdit ediyor ve bu söylemini yakında nükleer silahlarla destekleyecek. İsrail, İran konusunda ne yapmalı sizce?
İran yalnızca İsrailin problemi değildir. Şii devrimi, nükleer programı, teröre verdiği destek ve bölgede oluşturduğu tehdit bakımından İran, Ortadoğu ve dünya için bir probleme dönüşmektedir. Ortadoğudaki Sünni devletler de İranın bu yeni konum ve tavrından memnun değiller. İranın füzeleri Avrupayı da vuracak menzile sahip. Dünyanın sorununu ilk çözen İsrail olmak zorunda değil. Biz bu konuda uluslararası toplumun bir parçası olarak hareket etme ilkesinden sapmamalıyız. Bu sorunun çözümünü kolaylaştıracaktır. Önemli olan İranın uluslararası sistemde barışçı bir ülke olarak yer almasıdır.
İsrail Gazzeden bir yıl önce tek taraflı olarak çekildi. Ancak bugün çekilme sırasında oluşan sükunet ve güvenlik umudu tamamen boşa çıkmış durumda. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Geçen yıl da tek taraflı çekilmenin yanlış olduğunu ve müzakerelerle bunun yapılması gerektiğini söylemiştim. Tek taraflılık üstünlük taslamaktır. ABDnin Irakta yürüttüğü tek taraflı politika da bu yüzden hatalıdır. İsrailin Gazzeden çekilmesi de aynı şekilde değerlendirilebilir. Süreçler mutlaka karşılıklı diyalogla yürütülmelidirler, aksi taktirde başarısızlığa uğrarlar.
İsrail toplumunda genel olarak laik kesim solcu, dindar kesim sağcıdır. Siz hem dindar, hem solcu tutumunuzla partinin ileri gelen yöneticilerinden olduğunuz için özel bir insansınız. Solculukla dini nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Bu sorunun yanıtı çok basit. Yahudilik barıştır, Yahudilik ekonomik eşitliktir. Yahudilik solculuktur. Son yıllarda İsrailde Yahudi dininin başına gelen en kötü şey, toplumun sağcı kesimlerinin dini daha çok sahiplenmiş ve onu kendi siyasi görüşlerine göre yorumlamış olmalarıdır. Bu yaklaşım Yahudiliğin tarihten gelen gerçek ruhunu temsil etmiyor. Dindar ve solcu olmak benim halkla ilişkiler kampanyam değildir. Ben Yahudiliğin insan haklarını, eşitliği, adaleti yücelttiğini ve kutsadığını bilerek ve uygulayarak yaşıyorum. Yahudiliği başka türlü tanımlayanlar onu siyasetlerine alet ediyorlar.
Oslo sürecinin başarısızlığa uğramasından sonra barış kampı çok zayıfladı. Bu kampın önderi İşçi Partisinin bugünkü durumunu nasıl buluyorsunuz?
Öncelikle bunu burada açıklamak isterim; İşçi Partisi Liebermanın koalisyon hükümetine katılımını onayladıktan sonra partinin tüm yönetim birimlerinden ve üyesi olduğum kurumlarından istifa ettim. Hatta üyeliğimi dahi dondurdum. İşçi Partisi artık beni temsil etmiyor. Partinin bugün kendini, başka bir deyişle üzerine kurulmuş olduğu ilkeleri dahi temsil ettiğini söylemekte zorlanıyorum. Amir Peretz iki büyük hata yaptı, bunlardan biri Lübnana saldırmaktı. İkincisi ise Lieberman ile aynı koalisyonda oturması. Fakat her kriz yeni bir fırsat doğurur. Ben de İşçi Partisinin bu krizden iyi bir şekilde çıkacağını umut ediyorum.