Rabi Harold S. Kushner ile hayata farkli bir yaklaşim

Suzi AMADOHarold S. Kushner yaşadığı Massachusetts Natick`de Temple Israel`in onursal hahamı. Haham bir Roman Katolik organizasyonu olan Kristoferler tarafından, “son 50 yılda dünyayı daha iyiye götüren 50 kişi”den biri seçildi. Başta “Kötü şeyler iyi insanların başına geldiğinde (When bad things happen to good people)” olmak üzere, çok satanlar

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Kushner’in hayatı, kızının doğduğu gün, 3 yaşındaki oğlunun hastalığını öğrenmesiyle değişir.  Normal sınırlar içinde gelişmeyen oğlunu muayene ettikten sonra doktor, Kushner’a oğlunun hastalığını anlatır. Aaron Kushner bir progeria (hızlı yaşlanma) hastasıdır.  Bu hastalığın sonucunda boyu kısa kalacak, vücudu çok hızlı bir şekilde yaşlanacak ve 10'lu yaşlarının ortasına geldiğinde veya daha öncesinde ölecekti.  Böyle bir durumu öğrenmek her anne-baba için bir travmadır ve travmaya verilen en olağan tepki de “bu neden benim başıma geldi” diye sormaktır.  Bu tarz travmaları yaşayan insanlar genelde bir isyan sürecinden geçerler.  Bu süreci öfke, kabullenme ve üzüntü (yas) takip eder.  Kushner da bu duruma isyan etti ve kendine sordu: “Ben Tanrı yolunda ilerlerken, böylesine inançlıyken, dinimin gereklerini yerine getirirken bu neden başıma geldi. Ben bunu hak edecek ne yaptım ve Tanrı beni ne için cezalandırıyor?” 
Kushner daha sonra kendini, hayatını ve Tanrıyı sorgulamaya başlar.  Kendisi böyle bir durumu hak ettiğini varsaysa bile oğlunun  böylesi bir hastalığa yakalanması için bir hata yapmış olamayacağı kanısındaydı. Zor bir dönemden geçen Kushner ailesi, dostlarının yardımlarına rağmen yeterince destek bulamadı… Okudukları ise Tanrı’yı korumak, O'na isyan etmemek ve yaşananın aslında kötü olmadığını kanıtlamayı amaçlayan kitaplardı. Okuduklarında eksik olan kişinin yaşadığı duyguları kabûl etmesi ve bu travmayı yaşayan insanlara desteğin eksik olması üzerineydi...  Böylece Kushner ilk kitabını yazmaya karar verir: “Kötü şeyler iyi insanların başına geldiğinde... (When bad things happen to good people...)”  Kitabın verdiği temel mesaj yaşanan kötü deneyimlerin bir ceza olmadığı idi. Tanrı kötü yaşam olaylarını insanlara bölüştürmez ve iyi insanların başına bu tür deneyimlerin gelmesini engelleyecek bir gücü yoktur. Tanrı, bireylere kötü yaşam olaylarıyla baş edecek gücü verir. Dünya kaos içindedir, kötü olaylar tesadüfi bir şekilde dağılırlar ve iyi insanlar da bu tür olaylarla karşılaşırlar.  Bu noktada “neden ben” diye sormak çok doğal ve haklı bir tepkidir; ama ne yazık ki “neden ben” yanıtı bulunabilecek bir soru değildir. Sorulması gereken soru şudur: “Bu benim başıma geldi ve şimdi baş etmek için ne yapmalıyım?” Harold Kushner bu bakış açısını kazandırarak birçok insana yardım etmiştir.  Kitabında annesi vefat eden küçük bir çocuğun öyküsünü anlatır. Yakınları çocuğa şöyle der “Tanrı anneni yanına aldı; çünkü Tanrı anneni senin anneni sevdiğinden daha çok seviyordu.”  Bu yaklaşım çocuğa büyük bir sorumluluk veriyor ve aynı zamanda çocuğun Tanrı kavramını oluşturduğu yaşlarda onu etkiliyor. Bu sözlerin küçük bir çocuğun zihnindeki tercümesi şöyle olabilir:
1. Tanrı annemi yanına aldı; demek ki O, annemin gitmesini ve beni terk etmesini sağladı.
2. Ben annemi onu yanımda tutacak kadar sevemedim. Annemi yeterince sevseydim, hâlâ burada olurdu. 
Özellikle çocuklar ve zor dönemden geçen insanlar niyetleri ne kadar iyi olursa olsun yapılan yorumları kendilerini suçlayacak biçimde algılayabilirler. Bu yüzden birinin başına bir olay geldiğinde ve biz bu konuda yorum yapacaksak çok dikkatli olmalıyız. Elbette o kişiye bir yorum yapmak zorunda değiliz, sadece onu düşündüğümüzü söylemek, onu dinlemek ve onu yargılamadan, duygularını yaşamasına izin vermek gerçekten çok daha etkili olabilir.  Sanırım bu travmayı yaşayan kişinin çaresizliği dinleyenler de kendilerini çaresiz hissediyorlar. Bu çaresizlik hissiyle baş edemeyince de iyi niyetle ve aslında rahatlatmak amacıyla, tramvayı yaşayana pek iyi gelmeyen sözler söyleyebiliyorlar. Küçük çocuğun hikâyesine geri dönersek, çocuk cezalandırıldığına inanıyor. Bu noktada Tora’da “cezalandırma” kavramının ilk geçtiği düşünülen yere dönmek uygun olacaktır: Adem, Havva ve yılanın hikâyesi. Kushner Tanrı’nın Adem’i Havva’yı ve yılanı aslında cezalandırmadığını düşünüyor. İşte Kushner’in bakış açısından Adem ve Havva’nın hikâyesi...
Hikâye genelde şu şekilde anlatılır. Yılan Havva’nın elmayı yemesini sağlar. Havva elmayı kocasına yedirir. Daha sonra çıplak olduklarını fark ederler. Utanırlar ve üzerlerini örtmeye çalışırlar. Tanrı geldiğinde Adem Havva’yı, Havva'ysa yılanı suçlar. Tanrı yılana ömrünün sonuna dek sürünme cezası verir. Adem’i ve Havva'yı bahçeden kovar ve o günden sonra Adem ekmeğini alın teriyle kazanmak zorundadır ve Havva çocuk doğururken çok acı çekecektir. Kushner ise bu hikâyeye çok farklı yaklaşıyor. Ona göre Tanrı zaten yasak meyveli ağacı yarattığında, bir gün o ağacın meyvesinin yeneceğini biliyordu ve Adem ile Havva yasak meyveyi yedikleri zaman evrimsel olarak insan oldular, hayvanlardan ayrıldılar. Kushner’a göre insan, elmayı yedikten sonra çalışmak, ölümlü olduğunun bilincine varmak, iyi ve kötünün ayrımını yapabilmek, ebeveyn olmak gibi insanı hayvandan ayıran birçok özelliği kazanmış oldu. Dolayısıyla Kushner Havva'yı bir günahkâr olarak değil tersine cesur, öncü, Tanrı gibi olmak isteyen, sınırları zorlamayı bilen bir kadın olarak görüyor. Adem ve Havva besin bulmak ve türünü devam ettirmekten ibaret olan hayvanların dünyasından çıkıp, farklı kaygıların ve doyumların olduğu “insanlık” durumuna erişiyor; bir bakıma zihinsel ve etik bir evrim geçiriyorlardı.  Onlar mutlaka hata yapacakları, birçok zor seçimle karşılaşacakları bir dünyaya giriyorlardı. Yapmaları gereken seçimler zor; ama yaşayacakları doyum da o denli büyük olacaktı... Adem ve Havva'nın hikâyesine bir evrim hikâyesi olarak bakıldığında Tanrı onları cezalandırmış gibi durmuyor ve Havva veya Adem bir suç işlemiş sayılmıyor.  
Kushner bu hikâyeden ve daha birçok farklı örnekten yola çıkarak, Tanrı'nın bizden mükemmel olmamızı beklemediği ve bunun için bizi cezalandırmayacağı sonucuna varıyor. Böylesi bir bakış açısının insan hayatındaki yansımalarını irdeliyor. Kushner’in bakış açısına göre, doğal olanı, iyiyi ve kötüyü ayırt etmeyi öğrenmek için, hata yapmak gerekli bir süreç… İnsan nasıl yürümeye başlamadan evvel yüzlerce kez düşüyorsa, doğruyu bulmadan evvel de birçok kez yanlış yapıyor. Kısaca hata yapmak, büyümenin, olgunlaşmanın bir parçası...  Ne Tanrı, ne de dünya mükemmel olmamızı beklemediği gibi birçok insanın baş etmek zorunda kaldığı “mükemmeliyetçilik” duygusu onları asıl potansiyellerini gerçekleştirmekten alıkoyuyor. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir sporcu, en iyi olmak için uğraşan sporcudan daha az kaygı duyuyor ve sıklıkla daha başarılı oluyor. Mükemmel bir vücuda sahip olmadığı için üzülen birçok kadın kendi güzelliklerini fark edemiyor.  Kushner verdiği bir örnekle, günümüz toplumunda bir sabah tüm kadınlar kendilerinden memnun uyansalar dünya ekonomisinde ciddi bir krizin oluşacağını belirtiyor. Sorun Kushner’e göre mükemmel olmayanı zihnimizde kabul edilemez ve kötü olarak algılamamızda; hâlbuki “elimizden gelenin en iyisi” diye bir kavram var ve buna sahip çıkmamız gerek...
 
Kaynakça:
Kushner, H.S. “When bad things happen to good people”. Avon Books Inc., 1983
Kushner, H.S. “How good do we have to be?” Back Bay Books, 1996

perspektif@salom.com.tr