İyimser olmaya çalışmak, insanın zor şartlar karşısında gösterebileceği en iyi çabalardan biridir. Hepimizin hayatlarında iyimser olmaya ihtiyaç duyduğumuz dönemler olur; fakat iyimserliğin yanında bir sağduyunun gerekliliğine inanıyorum.
Stefan Zweig otobiyografisi olan Dünün Dünyası adlı eserinde çocukluğunun Güvenlik Dünyası olan Avusturya'dan yola çıkarak, Avrupa'nın II. Dünya Savaşı ile çöküşünü anlatıyor ve eserini bugüne bir miras olarak bırakıyordu. Biz İstanbul'da yaşan ve dini olarak azınlıkta kalan cemaatler için, tıpkı Zweig'in çocukluğunda olduğu gibi bir Güvenlik Dünyası var mı? 2003'te sinagoglarımızın saldırıya uğraması, Hrant Dink'in suikastle öldürülmesi, korkularımız ve cemaat olarak güvenliğe son derece önem vermemiz, toplumda yer yer Yahudilere önyargıların yoğun oluşu veya birtakım çevrelerin kimi zamanki kışkırtamaları neyi anlatır?
Eğer siz hatırlamazsanız, birileri birgün size Yahudi olduğunuzu hatırlatır
Şu anda bu sözün kime ait olduğunu anımsayamıyorum ve bu sözü çoğu zaman olumlu bir biçimde yorumlayamıyorum. Bir yanım antisemitzm ve Yahudi düşmanlığı hakkında mantıklı fikirler yürütebilmemi sağlarken, diğer yanım kendime, cemaatime ve insanlığa dair endişe duyuyor.
Günümüzde Yahudilik hâlâ son derece merak uyandıran, birçok kişinin bilmediği, yeri geldiği zaman medeniyetler birliğini oluşturan dini bir değer, yeri geldiği zamansa birtakım komplo teorilerinin başrol oyuncusu olabiliyor. İnsanların karşısına popüler bir öğe veya birçok olumsuzluğun nedeni olarak çıkartılabiliyor. Sunulduğu şekil ne olursa olsun, dikkatinizi çekmek isteyeceğim ve etkilendiğini düşündüğüm üç kesim var:
(1) Son derce bilinçli ve kimi zaman kötü niyetle Yahudilik'i kullananlar, kışkırtıcı (provoktatif) girişimler
(2) Bu kışkırtmalardan etkilenen ve onların üzerine bir yargı geliştiren bireyler
(3) Yahudiler
Eğer örnek olarak, I. Dünya Savaşı sonrası Almanya'ya verecek olursam, Almanya son derece ağır bir yenilgi almış ve Versay Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştı. Dönemin Alman Yahudi erkeklerinin %80'i savaşta yer almasına ve Yahudi cemaatin Almanya'ya olan bağlılığına rağmen tabiriyle fatura Yahudiler'e kesilmişti. Hitler, Yahudi düşmanlığını tetkileyen, besleyen ve yaygınlaştıran, bu toplu psikozun başındaydı. Örneğim tarihin en ağır olanıdır. Günümüz koşullarının, II. Dünya Savaşı sürecinin aksine daha iyi olduğuna inanıyoruz, pratik olarak gündelik yaşam birçok Avrupa ülkesi için oldukça iyi bir düzeyde. Yine de günümüzde antisemitzmin hâlen var olduğunu ve bununla mücadele edildiğini biliyoruz. Yahudi düşmanlığını ortadan kaldırmak tahmin ediyorum ki ütopik bir düşünce, çünkü bir noktadan sonra Yahudi düşmanlığı ve insanlık düşmanlığı eşdeğer bir özellik kazanıyor benim gözümde. Nefret insan doğasının bir parçası ve nefrete karşı bir anlayış geliştirmek, bilimin uğraştığı konulardan birisi. Ne yazık ki bugün de bilinçli bir şekilde ve isteyerek Yahudi düşmanlığını teşvik eden bireyler var. Kanaatimce bu kimileri için bir hastalık, kimisi için para, ün veya çıkar kaynağı. Komplo teorilerini Yahudiler üzerine kurmak, olumsuzlukları dönüp dolaşıp Yahudilere dayandırmak, Yahudi dini ve öğretilerini yanlış yorumlamak, somut gündelik yaşam olaylarından bağımsız bir şekilde Yahudilik'i ele almak ve daha niceleri... Özünde her Yahudi de bir insandır ve her insan gibi hata yapma hakkı vardır; ama burada da hata yapan kişiyle, dini birbirinden ayırmanın kritik bir önemi olduğuna inanıyorum. Nasıl 11 Eylül saldırılarını El-Kaide gerçekleştirdi diye tüm Müslümanlar'a terörist denilemez, Yahudi dinine mensup birinin yaptığı veya yapabileceği olumsuzluklar da tüm bir dine mâl edilemez.
Temennilerimiz ne kadar iyi olsa da, belirttiğim gibi, sadece Yahudilik değil, din, ırk, renk, milliyet düşmanlığı bugün de teşvik edilen bir durum. Peki bir kişi böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında ne yapmalı ve durum nedir? Bu noktada karşımıza, ikinci etkilenen grup çıkıyor. Eğitim düzeyi ve yetiştiği ortam çerçevesinde etkiye karşılık bir tepki oluşuyor, önyargılar ve yargılar gelişiyor. Eğer yapısı ve ortam müsaitse kişide antisemit eğilimler gelişebiliyor. Her şeye karşılık kişi de bir şüphecilik, gerçeği arama motivasyonu ve insan hakları bilinci yerleşmişse, önyargıların sağlıklı yargılara dönüşmesi veya britakım yargıların yeniden ele anılabilmesi için şans doğuyor. Yine aynı değerlerle yaklaşıldığında Yahudilik'in öncelikle bir din olduğu, Yahudiler'in arasında da çeşitli eğilimlerde insanların olabileceği ve esas olanın din değil, bir insanlık mes'elesi olduğu anlaşılabilir. Barışı ve toplumları birarada tutacak değer söz konusu olduğunda ve bu parçalanmak isteniyorsa, üzerinde düşünülmesi gereken öncelikle bu yıkıcı eğilimdir; din, dil, ırk, renk sadece birer araçtır.
Yazımın son bölümünde antisemitzm ve Yahudi nefretinin doğurduğu sonuçlar üzerine değinmeyeceğim; çünkü onlar zaten ortada: biz Yahudiler'e bir şekilde Yahudi olduğumuzu yeniden hatırlatılıyor. Bu dine mensup olmak bir ayrıcalık mı? Yine Yahudi olmayı bir ayrıcalık olarak göstermek isteyen kesimler olabilir; ama bence toplum genelinde bir ayrıcalık değildir. İnsan, yoğun emek isteyen bir varlıktır, kendisini ifade etmek ister. Bu uğurda herkesin ayrı ayrı gerçekleştirebildiği başarılar, toplumuna bulunduğu katkılar ayrıcalığı doğuracaktır.. Bu ayrıcalığın ifadesi ise sevgi ve saygının ta kendisi olacaktır.
Hoşgörü veya horgörü, ayrıcalık veya ayrımcılık... Farkın harf bazında kalması, tek tek bizlere bağlı...
Tarihin birçok döneminde Yahudiler olarak zorluk içinde kaldık, özellikle de yirminci yüzyılda... Kendimizi korumak için de güvenlik önemleri almak, çalışmak, öğrenmek, kimi zamansa nefret ve kin ile mücadele etmek... Günümüz dünyasının olumsuzluklarından etkilenen artık sadece bir dine mensup olanlar da değil üstüne üstlük. Patlayan bir bomba din farklılığı tanımıyor, bir aydın öldürüldüğünde ülkesi kaybediyor, ayrımcılık güdüldükçe çatışan medeniyetler oluyor...
Tarih tekerrürden mi ibaret? Eğer tekerrürden ibaretse, bugünü yaşamanın anlamı nedir? Medeniyeti geliştiren kültürel evrim kadar silah ve savaş teknolojisi de evrimleşiyorsa, gelişme nerede? Bu yazıyı kaleme alıp, endişe duymak neden? Umutsuzlukla nasıl baş edebiliriz?
Tahmin ediyorum ki sorularımın bir benzerlerini zamanında Stefan Zweig de sordu. Hâlbuki o anayurdu olan Avrupa'nın ayaklar altında çiğnenişini görmeninin acılarına dayanamayarak 1942'de intihat etti. Alman Yahudileri iyimserlik içindeydiler; ama birçoğu yarını göremedi. Gençliğime sığınarak umut ve bir sağduyu içinde yazımı kaleme almaya çalıştım. Ne paranoya, ne de aşırı iyimserliğin insanoğlunu bir yere götürmeyeceğini tarih gösteriyor. Bir bin yılın başında yaşayan insanlar olarak sağduyu gösterelim, şu veya bu nedenle gösteremeyenleri de kol-kanat germeye çalışalım... Yakın geleceğimiz tarihin bir tekerrürü olmasın... Ne dersiniz, belki o zaman yaşamımız gerçek ve doyurucu bir anlama kavuşacaktır.
Karikatürler İzel Rozentalin Non Comics! adlı kitabından alınmıştır.