Behiç Erkin… Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucularından, Kurtuluş Savaşı`nın lojistiğini başarıyla yöneten komutan… Devlet Demiryollarını ilk işleten, kuran ve millileştiren, İTÜ`yü özerkleştiren ve lisanını Türkçeleştiren, genç cumhuriyetin ilk kamu müzesini (İnkılâp Tarihi Müzesi) kuran devlet adamı
Kurtuluş Savaşı
kahramanı, devlet adamı,
Atatürkün yakın dostu Behiç Erkin
Behiç Erkin, 1876 yılında İstanbulda doğar. Köklü bir aileden gelmektedir. Babası Cemil Bey, dedesi ise Osmanlı İmparatorluğunun ünlü komutanlarından Mareşal Ömer Fevzi Paşadır. Dedesi, Behiç Erkinin birçok insanın kaderini etkileyecek olan cesur, inatçı, doğruluktan şaşmayan, araştırmacı, alçak gönüllü ve diplomat karakterini şekillendiren kişidir.
Behiç Erkin, Erkan-ı Harp (Kurmay) subayı olmak ister. Ancak küçükken çocuk felci geçirdiği için Osmanlı kanunlarına göre bu imkânsızdır. Yine de büyükbabasının Osmanlı Ordu Kumandanlığı yapmasının da etkisiyle özel bir kararla Askeri Okula alınır ve Erkan-ı Harp subayı olarak mezun olur.
1903te Selanike 3. Orduya tayini çıkar. Behiç Beye hat komiserliği görevi verilir. Bu o dönemde çok önemli bir görevdir zira Osmanlının başkenti İstanbula ulaşan tüm yollar üç değişik yerden gelip Selanikte birleşmekte ve oradan İstanbula gelmektedir. O dönemki lojistik hizmetleri açısından en önemli nokta, Selaniktir
Aynı zamanda Behiç Erkinin, Türk ulusunun ve Fransada yaşayan 18.000 Türk Yahudisinin de kaderini belirleyecek olan Selanik
Behiç Erkinin, demiryollarıyla ilk teması bu şekilde olur. 1907de Mustafa Kemal Paşa Şamda Yüzbaşı görevindeyken Kolağası (bugün olmayan bu rütbe binbaşı ile yüzbaşı arasında bir mevkidir) rütbesine terfi olur ve Selanike tayini çıkar. İki insan arasındaki dostluğun tohumları burada atılacaktır. Mustafa Kemal, Selanikte Behiç Erkine komşu olur. Ayrıca 3. Orduda da beraber çalışmaya başlarlar ve aynı çadırı paylaşırlar. Osmanlı üzerine tartışırlar ve kişisel ilişkilerini dostluk seviyesine çıkarırlar. Hatta Mustafa Kemal, Trablusgarpa Derne komutanı olarak gittikten sonra Behiç Beye birçok mektup yazar (İnkılâp Tarihi Müzesinde bu mektuplar halen görülebilir).
1915 yılında Enver Paşanın Osmanlı Ordusunu Alman disipliniyle yapılandırma çalışmaları başlar. Alman kültürünü Osmanlı Ordusuna uyarlama sorumluluğu verilen Kanengisser Paşanın yardımcılığına ise Behiç Bey getirilir. Behiç Bey, 500 senelik Osmanlı kültürünün Alman disiplini tarafından ezilmemesi için çok mücadele eder. Almanları çok iyi tanır ve kültürlerini öğrenir.
29 Mart 1918 yılında Mareşal Liman Von Sanders, Gelibolu Savaşında asker ve erzak sevkiyatının mükemmelliğine hayran kaldığı için Miralay Behiç Beye birinci dereceden Alman Demir Haç Madalyası takar. Bu madalya, Alman ulusu için çok değerlidir. Sadece önemli Alman devlet adamlarına verilen en üst seviyeden bu madalyanın bir yabancıya verilmesi o dönemde görülmemişti. Bu madalya, ileride Fransada yaşayan 18.000 Türk Yahudisinin kaderini belirleyecektir.
Behiç Bey, daha sonra Azerbaycana giderek, 1918de ilk Azeri-Osmanlı düzenli ordusunu kurar. İngilizler İstanbulu işgal edince şehre geri döner. Ancak hasta olduğu için Anadoluya kaçamaz. Mustafa Kemal, bunu bir fırsat olarak görür ve Anadoluya kaçırılmasını istediği meşhur beyaz subaylar listesini yakın dostu Behiç Beye gönderir. Behiç Beye bu görevinde yardımcı olan kişi de Azra Garihtir (rahmetli Üzeyir Garihin babası). İngilizler, Behiç Bey için ölüm ilanı çıkardıkları zaman, bir süre saklandığı ev de, ileride yazdığı hatıratlarında kadim dostum diyerek bahsettiği Azra Garihin babası Üzeyir Garih Efendinin evidir.
Behiç Bey, Anadoluya geçer. Bursaya ulaştığında İsmet İnönüden Ankaraya bir an önce gelmesi konusunda bir telgraf alır. Ankaraya vardığında Behiç Bey iki teklifle karşılaşır. İsmet İnönü, kendisine Erkan-ı Harp Umumiye İkinci Reisliğini (Genelkurmay İkinci Başkanlığı) teklif ederken, Fazıl Paşa ise demiryollarının başına geçmesini ister. Bu konuları konuşmak için Mustafa Kemalin yanına çıkan Behiç Beye Başkomutan, o meşhur sözünü söyler: Behiç Bey, ben cephede ne yapılacağını çok iyi biliyorum, fakat ordumuzu cepheye taşımaya nasıl muvaffak olacağımızı bilmiyorum. Zamanında sahip olduğunuz tecrübelerden bunu sizin başarabileceğinizi biliyorum. Sizin demiryollarının başına geçmenizi isterim. Var oluş savaşımızda ancak bu şekilde başarılı olabiliriz. Bunun üzerine Behiç Bey, kimsenin işine karışmaması şartıyla bu görevi kabul edebileceğini söyler. Başkomutan, gülümser ve Behiç Beyin elini sıkar. Bu konuşmanın üzerine Büyük Taarruz dahil olmak üzere cepheye asker sevkıyatı Behiç Bey tarafından mükemmel şekilde gerçekleştirilir.
Koşullar ne olursa olsun doğruları savunan Behiç Erkin, aynı zamanda tüm silah arkadaşlarına işine karışılmadığı müddetçe kendi doğru bildiğini en iyi şekilde yapabildiğini göstermiştir. Mustafa Kemalle Kurtuluş Savaşının en sıcak zamanında yaşadığı bir hikaye aslında bunu en iyi şekilde kanıtlamaktadır. Savaşın ortasında Mustafa Kemalden bir telgraf gelir. Telgrafın üstünde, Dakika tehiri (gecikmesi) idamla cezalandırılacaktır yazmaktadır. Telgrafın içeriği şu şekildedir: Trenlerin son sürate çıkarılarak cepheye asker sevkıyatının hızlanması gerekmektedir. Her zaman doğru olduğuna inandığı şeyi yapan Behiç Bey, Başkomutanın emrine şu şekilde cevap verir: Hat, 40 kmden hızlı gitmeye müsait değildir. Eğer daha hızlı sevkıyat yapılmaya kalkışılırsa korkarım tek bir sevkıyat bile yapamayabiliriz. Emrinizi aldım. Bu şartlardan dolayı uygulamadım. İkinci bir emrinizi bekliyorum. Başkomutandan ikinci bir telgraf gelir. Telgrafta aynen şu kelimeler yazmaktadır: Siz nasıl uygun görürseniz Behiç Bey
Cumhuriyet döneminde Behiç Erkin, Devlet Demiryollarının kurucu genel müdürü olur. Demiryollarının Avrupai standartlarda çalışmasını isteyen İnönüyü millileştirilmesi için ikna eden Erkin, bugün Devlet Demiryollarının başında Türkiye Cumhuriyeti yazmasının sebebidir. Atatürk, 10. Yıl Marşında bir tek dizeyi değiştirmiştir. Yurdun bütün tepelerinde dumanlar tütmektedir yazan dizeyi çizmiş, Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan yazmıştır. Ardından Behiç Beye telefon açıp Emeğinizi yeteri kadar yansıtmadığı için 10.Yıl Marşında bir dize değiştirdim, size haber vermek istedim demiştir.
Atatürk, soyadı kanunu çıktığında 37 kişiye neden o soyadını uygun gördüğünü birer mektupla belirtmiş ve bunu da Dil Tarih Coğrafya Enstitüsüne gönderip Türkiyenin ilk 37 soyadı olarak kaydedilsin talimatını vermiştir. Bu soyadlardan dokuzuncusu Emir Kıvırcıkın anne tarafına verilen ERKİNdir. Bunun verilme sebebi olarak Atatürk şu notu düşmüştür: Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi
Behiç Erkinin kişiliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için kronolojiyi biraz bozarak şu olayı anlatmakta da yarar görüyorum. 2. Dünya Savaşından sonra Birleşmiş Milletler, Faciayı Araştırma Komisyonu adıyla, soykırımı araştırmak için bir komisyon kurar. 18.000e yakın Yahudiyi soykırımdan kurtardığı için Behiç Erkinin adını ölümsüzleştirmek isterler. Komisyon, Behiç Erkine yaptığı yardımlarla ilgili yanıtlanmak üzere 18 soruluk bir form verir. Erkin, BM yetkilisine teşekkür eder, dosyayı geri verir ve şu kelimeleri kullanır: Ben yaşlı bir insanım ve zaten böyle şeyleri doldurmaya gerek yok. Sebebi de şudur; Biz Atatürkün önderliğinde Türkiye Cumhuriyetini kurmakta emeği geçenler, Musevilerin başına gelenlerin 460 yıl önce başlarına gelenlerden herhangi bir farkı olduğunu düşünmüyoruz. Dolayısıyla benim yaptığım, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmak ve Türk ulusu adına insani görevimizi yerine getirmektir.
Peki, Behiç Erkin, Fransada ne yapmıştı da 18.000 kişiyi Nihai Çözümden kurtarmıştı? Bunu nasıl başarmıştı? Haftaya devam ediyoruz