Kutsal Topraklar, Yavuz Sultan Selimin kendisini Osmanlı İmparatorluğuna kattığı tarihten dört asır sonra, Birinci Dünya Savaşını bitiren 1919 Paris görüşmelerinde alınan kararlar çerçevesinde, İngiliz manda idaresine girer.
Kudüs ve çevresini oluşturan ve İngilizler tarafından 19. yüzyılda Filistin Toprakları olarak adlandırılacak bölgede, daha çok yarı göçebe şekilde yaşayan bir Bedevi/Arap nüfus vardır. Yahudiler'in bu topraklara ilgisi ise yüzyıllardır hiç bitmemiş, özellikle İspanyadan kovulmaları ve Osmanlı topraklarına kabul edilmelerini takiben, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim döneminde giderek artmıştır.
Yahudilerin Araplarla, Osmanlı ve daha sonra da İngiliz idaresi ile olan ilişkileri, ayrı çalışmalara özne olacak konulardır ve ancak kısıtlı bir coğrafyayı ilgilendirir niteliktedir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti ile Yahudiler'in Kutsal Topraklarda kurdukları İsrail Devleti arasındaki ilişkiler, yalnız günümüz Ortadoğusunda değil, tüm dünyada ilgi uyandıran ve önem atfedilen bir konudur.
Manda idaresi döneminde, Yahudi Ajansı ile İngiliz yönetimi arasında,özellikle bölgeye yapılan göç ile ilgili olarak baş gösteren çekişmelerde Londranın yanında olmaya özen gösteren Türkiye, BM Güvenlik Konseyinin 1947 yılında aldığı, Filistin topraklarında biri Yahudi biri de Arap, iki bağımsız devletin kurulmasını onaylayan kararına da olumsuz yaklaşır. Burada ağır basan neden, genç Türkiye Cumhuriyeti ile hemen hemen aynı tarihlerde kurulmuş Irak ve Ürdün Krallıkları ile olan iyi ilişkilerin bozulmasının Ankaradaki diplomatik çevrelerce istenmemesidir
Bir neden de, 2. Dünya Savaşı sonrasında başlayan bloklar arası kopmanın gölgesidir. İsrail Devletinin kurucuları arasında sosyalist görüşün egemen olması, Ankarada, bu ülkenin Sovyet Rusyaya yakın bir politika izleyebileceği endişesini gündeme getirir. Oysa tarih, Türkiyenin Hatay sorunu ve PKKya olan desteğinden dolayı mesafeli bir yaklaşım sergilediği Suriye ile Kral Faysal idaresinin devrilmesini takiben Irakın, Sovyetler Birliği ile sıcak ilişkiler geliştireceğini; ABD ve Avrupaya yatkın bir yaşam ve yönetim şekli benimseyen İsrailin ise, bu anlamda Türkiyeye daha yakın bir konuma geleceğini gösterecektir.
1948 yılında İsrail Devletinin, kuruluşunun akabinde komşu Arap ülkeleri tarafından ateş hattına itilmesi, bağımsızlık savaşından başarı ile çıkması ve bunun sonrasında başta ABD olmak üzere BMyi oluşturan ülkelerce tanınmaya başlanması, Ankaranın bakış açısını değiştirecek ve 28 Mart 1949 tarihi, Türkiyenin İsraili defacto tanıdığı tarih olarak kayda geçecektir.
Bu tanımanın ardında, Türkiyenin, yeni oluşturulan NATOya girmek istemesi ve bununla ilgili olarak İsraili tanımanın kendisine artı puanlar getirebileceği gerçeği kadar, büyük savaş esnasında izlediği azınlık politikası ve Varlık Vergisi uygulamaları yüzünden Amerika ve İngilteredeki kamuoyunda oluşan kimlik erozyonunu giderme çabası yatar. Ankaranın ülke imarını devam ettirmek amacı ile beklediği kredilerin alınmasında Yahudi finans çevrelerinin Amerikan yönetimini ikna edebileceği beklentisi de önemli bir motif oluşturur. Nitekim o dönemden bu döneme, Amerikan yardımlarının kesintiye uğramaması, Kıbrıs sorunu ve Ermeni lobisinin etkilerine set çekme çalışmalarında, Yahudi lobisinin desteğine sıkça başvurulacaktır
Kurulduğu günden bu yana, varlığı Arap komşuları tarafından hemen hemen her dönemde tartışma konusu yapılan İsrail için ise Türkiye ile dostane ilişkiler geliştirmek hayati önemdedir. Bölgenin demokratik hukuk devleti tanımlamasına uyan bu iki ülkesinin başka bir ortak paydası da Arap olmamalarıdır. Müslüman olan ancak Arap olmayan Türkiye ile, Araplarla kuşatılmış Yahudi kimlikli İsrailin birbirlerine verebilecekleri çok şeyleri olduğu, her zaman İsrail diplomatik çevrelerinin söylemlerinde ifadesini bulur.
1956 Süveyş Savaşı Ankarayı İsrail ile olan ilişkilerinde bir açmaza sürükleyecek, Menderes hükümetinin İsraile karşı söylemi sertleşecektir. Ancak, daha sonra, savaşın tarafı olan İngiltere ve Fransanın dünya siyasetindeki ağırlıklarından ötürü, onları ve dolayısı ile İsraili destekler konuma gelecektir. Buna rağmen, bu durum, Türkiyenin kanal bölgesinin İngiltere, Fransa destekli İsrail tarafından işgâlini BM Genel Kurulunda kınayan karara imza atmasını engellemeyecektir. Bu imzanın altında, Arap ülkelerinin Ankara hükümetine yaptıkları baskının izlerini bulmak mümkündür.
Bu olaylardan sonra Suriyenin Sovyetler Birliğine yakınlaşması, Irakta 14 Temmuz 1958te gerçekleşen darbe ile dost rejimin yıkılması, Türkiye ve İsrail arasında, hem istihbarat hem de askeri alanda alış verişin daha verimli zemine çekilmesine neden olur. Ancak ilişkilerde 60 yıllarda sapmalar görülür. Türkiyenin NATO macerasında bazı sorunlarla karşı karşıya gelmesi ve ABD ile Sovyet Rusyayı savaşın eşiğine getiren Domuzlar Körfezi gerginliğinin Ankaranın dış siyasetinde yarattığı şok, diplomasi çevrelerini, tüm diğer dış ilişkiler gibi, İsrail ile olan ilişkileri de sorgulama noktasına getirecektir. Nitekim, bu dönemden itibaren verilen beyanatlarda Arap ülkelerinin haklı davaları ve meşru haklarından söz edilecek; ancak, Arap başkentlerinin tüm baskılarına rağmen, İsrail ile olan ilişkiler kesilmeyecektir.
1967 Altı Gün Savaşı esnasında ise Türkiye Arap yanlısı bir tutum izleyecektir. Bu savaş ve sonuçları, savaşın ardından Filistin Kurtuluş Örgütünün etkinlik kazanması ve İsraile karşı gerilla faaliyetlerine başlaması, ilk kez, Türk-İsrail ilişkilerini Ankaradaki diplomatik çevrelerden sokağa taşıyacaktır. Savaş sonrasında Gaze Şeridi ile Batı Şerianın İsrail tarafından işgal edilmesi, özellikle Türkiyede yeni yeni gelişmeye başlayan aşırı sol örgütlerin FKÖye desteklerini getirecektir. Böylece emperyalist güçlere karşı Filistin Halkı ile dayanışma sağlanacaktır. Bu dayanışma sol örgüt militanlarının FKÖ kontrolündeki Bekaa Vadisindeki kamplarda askeri eğitime alınmalarına dek gidecektir.
Sol örgütlerin FKÖ ile olan yakınlaşmaları, İsrailin İstanbul Başkonsolosu Efraim Elromun 1971 yılında kaçırılmasına zemin hazırlayacaktır. Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi tarafından kaçırılan Elromun hayatına karşılık istenenler dönemin hükümetine bildirilecek, ancak talepler kesin bir ifade ile red edilecektir. Sonuçta Elrom öldürülecek, bu durum Türk kamuoyunda çok sert tepkilere neden olacaktır
Sol grupların FKÖ ile bağlantıları ve Türkiyede rejimi değiştirmek için örgütlenmeye başlamaları, 1970lı yılların sonunda ülkeyi siyasal sosyal anlamda bir kaosa götürecek ve 1980 askeri müdahalesini gerekli kılacak zemini hazırlayan etkenlerden biri olacaktır.
Türkiyede 1971 muhtırasını takip eden senelerde görülen siyasi istikrarsızlık, 1973 Yom Kippur savaşının basında ve kamuoyunda yeterince takip edilmemesine neden olur. Daha sonraki süreçte kurulan koalisyon hükümetleri içinde gitgide artan bir etki ile yer alan Milli Selamet Partisi ile dini söylem, Türk İsrail ilişkilerinde belirleyici bir öğe olmaya başlar.
Savaşın sonrasında baş gösteren petrol krizi Türkiyenin Arap dünyasına yönelmesine neden olur. Bunun yanı sıra, Kıbrıs Barış Harekatı ile başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin Ankaraya karşı giriştikleri ambargo da, Türkiyeyi Sovyetler Birliğine ve dolayısı ile Arap ülkelerine yakınlaştıracaktır.
Bu anlamda, 1970li yıllarda gelişen tüm olaylar, adeta Türk İsrail ilişkilerinin hızla daralmasına neden olmuştur. İsrailin Kıbrıs harekatı sonrasında Washington yönetiminin Türkiyeye karşı aldığı ambargo kararını değiştirmesi için doğrudan devreye girmesi, bunun yanı sıra Amerikadaki Yahudi lobisinin de aynı doğrultuda tavır takınması, iki ülke arasındaki soğukluğun giderilmesine yeterli olmaz
Bu tarihten sonra Ankara, İsrail ile olan ilişkilerinde devamlı ikileme düşecektir. Müslüman Filistin halkının başına gelenler özellikle dini bakış açısının meclisteki temsilcileri tarafından çokça kullanılacak; buna karşılık, Filistin halkının yasal temsilcisi olarak kabul edilen FKÖnün sol örgütlere kapılarını açarak onları eğitmeyi kabul etmesi, değişik bir krize neden olacaktır. Daha da ötesi, Kıbrıs bunalımı esnasında, FKÖnün Rumları desteklemesi ve Yunanistan ile yakın ilişkilere girmesi, öte yandan, Ermeni terör örgütü Asalanın militanlarını eğitmesi, söz konusu ikilemi canlı tutacaktır.
1980li yıllara damgasını vuracak İran Irak Savaşı bir yana, İsrailin Kudüsü başkent ilan etmesi, Iraktaki Osirek nükleer reaktörünü vurması, Golan Tepelerini ilhak etmesi, 1982de Lübnana girmesi, Batı Şeriada Yahudi yerleşimlerini kurmaya başlaması: İşte bütün bu olayların arda arda gelişmesi, Ankaranın İsrail ile olan ilişkilerini 2. Katip düzeyine indirme kararı almasına neden olacaktır. Buna rağmen istihbarat ve askeri alanda kapı arkası ilişkiler artan tempoda gelişmeye devam edecektir.
1990 yılı Irakın Kuveyti işgaline tanık olacaktır. Körfez Krizi esnasında Arafat yönetimindeki Filistin idaresinin Saddam Hüseyini desteklemesi Kuveytin arkasında birleşen ve ABD ile siyasi askeri ittifak kuran diğer Arap ülkelerini hayal kırıklığına uğratacaktır. Türkiye ile İsrailin bu ani krize olan tepkileri aynı doğrultuda olacak ve iki ülke arasındaki ilişkiler bir toparlanma sürecine girecektir. Aynı dönemde Sovyet Rusyanın çökmesi Ortadoğuda, bugünkü duruma kadar uzanacak bir siyasi anaforun oluşmasına neden olacaktır.
1996 yılında başlayan Oslo Barış Görüşmeleri sürecinde İsrailin hem ekonomik ve teknolojik alanda hem de diplomasi alanında parlayan bir yere sahip olması, iki ülke ilişkilerini üst seviyelere taşır
İlişkilerin artan temposu, Eylül 2001deki büyük terör saldırılarına kadar gider
Bundan sonrası tarih olarak değerlendirilemeyecek kadar yeni olaylar zinciridir. Medeniyetler çatışması teorisine karşı medeniyetler arası ittifakların oluşturulduğu bir dönemde Türk İsrail ilişkilerini değerlendirmek ve adlandırmak için daha bir süre beklemek gerekir.
Winston Churchillin dediği gibi, ülkeler arasında dostluk yoktur, çıkarlar vardır. Bu gerçeği diplomasi oyununun kuralı olarak değerlendirirsek, Türk İsrail ilişkilerinin 1990lı yılların sonlarında olduğu gibi sımsıcak bir dönemden geçmediği, ancak her iki ülkenin bölgede refahın artması ve terörün sonlandırılması için birbirlerine ihtiyaçları olduğu sonucuna varırız.
Kaynakça:
Tom Segev., One Paletsine Complete
Margaret Macmillan, Paris 1919
Gencer Özcan, Türkiye İsrail İlişkilerinde Dönüşüm
Paul Scham, Israeli Turkish Relations: New Directions