Hürriyet Ege Gazetesi Yazarı Yaşar Aksoy ‘İzmir Şehir Kültürü` başlığıyla yayınlanan aylık dergide yazdığı ‘İzmir İnsanları` ile ilgili Şubat ayı sayısında çıkan yazısını Şalom okurlarıyla paylaşıyor
AVRAMIN ANNESİ
gündoğduda pastane
karşısında
hep gülümser bizim avramın annesi
yanında can yoldaşı bir hanım
titreyen parmaklarının arasında bastonu
Kalmadı artık eski dostlar
apartmanın her köşesi oldu doktor dişçi
nerdee eski günler
nasıl da geçip gitti hayat
alsancakta hala tek tük kaldı
geçmişin eski güzel insanları
buluşurlar bazen pastane köşelerinde
hep gülümser bizim avramın annesi
kemeraltı esnafı kocası öldü öleli
dayandı hayatın bunca yüküne, yalnızlığına
hep gülümser bizim avramın annesi
Şiirin daha ilk dizesinde, gözlerimin önündeki bir arka planda Avramın annesinin hep gülümseyen yüzünü gördüm, sımsıcak, ılık ılık, munis munis bana bakıp gülümsüyordu, tıpkı rahmetli anam gibiydi... Okudukça içime ferahlık aktı, sanki yanıbaşımdaydı Avramın annesi... Zorda kaldığımı fark edip uçup bana gelmiş gibiydi, yardım ediyordu bana... Bunları düşündükçe cesaretim arttı, içimdeki kabarmalar söndü gitti, şiirin son dizesini okuyup başımı kaldırıp dinleyicilere baktım. Her biri ışık gibi parlıyordu...
Tansiyonumdan eser kalmamıştı... Konuşmama artık girebilirdim... Doludizgin anlatmaya başladım. İzmir Musevilerinin tarihi gelişimlerinden başlayıp modernleşme süreçlerine, İsrail hatıralarımdan 500. Yıl etkinliklerine uzanıp kent nedir, kültür nedir, kent kültürü nedir... Bütün bu kavramları açıklayıp yaklaşık bir buçuk saat sonra, Şaar Aşamayim şiirimle noktayı koydum. Epey alkış aldım...
ŞAAR AŞAMAYİM
şaar aşamayim
musevi havrası alsancakın
sünnetler, düğünler yaşadı
güngörmüş cemaatın
beşyüzyıllık can dostlar
semtin güzel sakinleridir
hamursuz dünyanın boyozsever halkı
hahamları bile pek babacandır
şalom, şalom!...
Ertesi gün, akşamüstü Sevinç pastanesine gidip bekledim. Az sonra Avramın annesi elinde bastonu, yanında bakıcısı olduğu halde, pastanenin karşısındaki yuvarlak halk bankına gelip oturdu. Gözleriyle pastanenin önüne kurulmuş kalabalığı taradı, aniden göz göze geldik, gülümseyiverdi. Koşup yanına gittim, hatırını sordum. -Avramın gazeteci arkadaşı, sakallı! Az daha seni tanıyamıyordum. dedi. Ne kadar da hoş gülümsüyordu. -Avramın arkadaşı... Avramın arkadaşı...
Avramın arkadaşıyım tabii ki... Çok uzun yıllar önce (35 filan) şiir dergilerinde, sanat ceridelerinde ismini görüp yaratılarını okuduğum Avram Ventura ile bir gün tanışıp dost olduğumda, boş adanın birinde şiir kitabı bulmuş Robenson gibi sevinmiştim.
Kemeraltındaki o labirent gibi karmaşık dar sokaklardan birindeki iplik toptancısı minicik dükkanına az mı gitim!... Dükkanın ismine bakın hele... Güleryüz... Nasıl da Ventura ailesine ve engin hoşgörülerine uyuyor... Toprağı bol olsun babası, yıllarca bu dükkanda aynı işi yapmış. Üstte minik asma kata çıkan daracık tahta merdiven, kocaman kocaman aşınmıştır, babadan oğula geçen Kemeraltı yılları içinde...
Avramın annesi, şimdi bu ailenin en büyüğü olarak torunlarını seviyor, İzmiri seviyor, Sevinç Pastanesini seviyor; herkesi, hepimizi seviyor... Gülümsemesinden bunu anlıyorum...
Ama gerilerde bir yerlerde saklı bir hüzün var... Ahh şu ihtiyarlık... Ahh, eşim de yanımda olsaydı... Nerdeee eski komşular, diyor galiba... Ama hepsini şiir gibi hissettiriyor... İşte kentimin sanki şiir gibi hoşgörülü etnik yapısından bir İzmir insanı... Öpücük sana, Avramın annesi...