Yirminci yüzyılın başlarından günümüze kadar geçen sürede Ortadoğu, bölgede yaşanan askeri sürtüşmeler, çıkar çatışmaları ve toprak kavgaları nedeni ile dünya coğrafyasında en dengesiz ve düzensiz bir yer olarak görülüyor. Son zamanlarda meydana gelen askeri sürtüşmeler gözden geçirildiğinde bunun sebepleri olarak çatışan menfaatler ön plandadır. ABDnin yeraltı zenginliklerinden fayda sağlama çabaları, su rezervlerinin azlığı ve demografik artışın hızla devam etmesi, İsrail-Filistin meselesindeki çözümsüzlük ve İranın Arap kökenli olmamasına rağmen Arap dünyasında hegemonyasını kabul ettirebilme çabaları ve nükleer programı sayesinde ABDye karşı caydırıcı bir rol üstlenmesi Ortadoğuda politikaların diplomatik yönden neden işlenemediğinin birer göstergesi.
Bölgedeki terör hastalığını da küçümsememek gerekir. Ortamı uygun ve boş bulan pek çok gurup kişisel çıkarlarına terör olaylarını alet ederek hedefe kısa yoldan ulaşmaya çalışıyorlar. Böyle kaotik bir ortamda barış ve güvenliğin sağlanması için nasıl bir model oluşması gerektiği konusunda henüz bir fikir birliği oluşturulamıyor. Bu konuda yapılan tüm çalışmalar fiyasko ile sonuçlanıyor.
Ortadoğudaki barış ve güvenliğin sağlanamamasını araştırırken buna sebep olan ülkelerin milli çıkarlarını ve stratejik menfaatlerini göz ardı etmemek lazım. ABD, Irakı işgal etme sebebi olarak demokrasi ve özgürlük şartlarını öne sürerken Büyük Ortadoğu Projesinden bahsediyordu. Ancak ABD hiç beklenmedik bir şekilde Irakta iki savaşla karşı karşıya kaldı. Biri ABDye karşı olan direnişçiler, diğeri ise Irakın kendi içindeki gurupların savaşı oldu. 2003ten beri Irakta devam eden savaş ortamı ABDyi güvenlik planları uygulamaya yönlendirdi. Bu planlardan sonuncusu Baker-Hamilton planı Irakın toprak bütünlüğünü vurgularken Kerkükte 2007 yılı başında yapılacak referandumun ertelenmesinin altını çizerek Türkiyenin güvenliğinin bölgenin istikrarı için önemli olduğunu vurguluyor. Iraktaki savaş İran açısından değerlendirildiğinde ABDnin Irak ile uğraşması İranın nükleer programını tamamlamasına fırsat verdi.
Ancak pek çok araştırmacı ve akademisyenin bildirdiği gibi ABD ile İran arasında olası bir savaş söz konusu değil. Bazı akademisyenlere göre Rusyanın Suriye ve İrana yoğun çapta silah satışı olması, Rusyanın ABDden Soğuk Savaşın intikamını alması olarak yorumlanıyor. Bu nedenle de yeterince darbe almış Bush yönetimi ikinci bir kriz yaşamak istemiyor.
Ortadoğudaki çatışmalar denkleminin diğer parçasını ise İsrail-Filistin meselesi kaplıyor. 1967den günümüze İsrail topraklarında yaşanan savaşlar ve terör eylemleri İsrailliler ile Filistinlilerin henüz bir barışa hazır olmadıklarının birer göstergesi. Barış olmayan yerde güvenlik de sağlanamaz. 1967de İsrail-Arap devletleri arasında yaşanan savaş sonucunda İsrail, Gazze ve Batı Şeria ile Kudüsü ele geçirdi. Bugün İsrail ile Filistin Yönetimi arasında yaşanan toprak kavgası 1967 savaşına dayanıyor. Ancak 1991 yılından itibaren İsrail-Filistin meselesi ile ilgili pek çok çözüm ortaya atıldı. Madrid Anlaşması, Oslo Barış görüşmeleri, Camp David ve Taba görüşmeleri, Yol Haritası ve son olarak Gazze ve Batı Şeriadan geri çekilme planları yanlış anlaşılmalar ve terör eylemleri sonucunda sekteye uğradı.
Gazzeden geri çekilme planı İsrail-Filistin meselesinde olumlu bir ortam yaratmış olsa bile Filistin Yönetimindeki seçimler sonrasında Abbas yönetimi yerine Hamasın başa gelmesi ve İsrail yönetiminde Ariel Şaron sonrası Ehud Olmertin görevi devralması bu meselede taşların yerinden oynamasına sebep oldu. Terör örgütü olarak kabul edilen bir gurubun başa gelmesi İsrail açısından güvenlik sorunu yaratırken Olmertin Şaronun mirasını başarı ile devam ettirememesi ve 2006 yazında yaşanan Lübnan savaşı iki taraf arasında iletişim açısından yeniden bir duvar oluşmasına yol açtı.
İsrail-Filistin denkleminin yanı sıra bölgenin güvenliği ve bu meselenin çözümü için İsrail-Arap denklemi stratejik açıdan önem teşkil ediyor. İsrail Devleti kurulduktan sonra Ortadoğudaki dengelerde değişim meydana geldi. Bu değişime ayak uyduramayan Arap devletleri sırayla İsraile savaş açtılar. Ancak sonuç olarak İsrail, 1948de el geçirdiği toprakları daha da büyüterek bugünkü konuma ulaştı. İsrailin kuruluştan 1970li yıllara kadar yaşadığı savaşlar Ortadoğudaki Arap devletlerle yapıldı. 1973 savaşından sonra Arap ülkeleri Sudanın başkenti Kartumda gerçekleştirdikleri konferansta İsraili tanımama kararı aldılar.
Yapılan toprak pazarlıkları sonrasında İsraili tanımama tabusunu kıran ilk devlet Mısır oldu. Gazzeden geri çekilme planının uygulanmasında da en yardımcı Arap ülkesi Mısırdı. İsrail, Mısır-Gazze hattını oluşturan Filadelfiya yolunun kontrolünü Mısıra vererek bu ülkeye olan güvenini ortaya sergiledi. İşbirliğine dayalı bu güven nedeni ile Mısırın üzerine düşen görevlerin başında terör eylemlerinin engellenmesi ve terör altyapılarının yok edilmesi yer alıyordu. Ancak, çatışmanın sona ermesi için yalnızca bir ülkenin yardımı yetmez. Güvenli bir Ortadoğunun sağlanması için İsrailin tüm komşuları ile işbirliği içinde olması gerekiyor. 2006 yazında yaşanan Lübnan savaşı güvenliğin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha ortaya koydu.
Kısacası güvenlik önlemleri, mülteci meselesi, Kudüsün statüsü, askeri silahsızlanma, su meselesi çözümlenmedikçe ve canlı bombaların kökü kurutulmadıkça barışın sağlanması ve bunun doğal bir sonucu olan güvenli bir Ortadoğu hayal edilemez.
Ortadoğuda çatışma içinde olan pek çok devlet var. ABD, Irak, İran, Lübnan, İsrail ve Filistin Özerk Yönetimi bu çatışmalarda yer alan başlıca aktörler. Bu aktörler arasındaki ateş söndürülmedikçe kaotik ortam hiçbir şekilde son bulamaz. Ayrıca meselenin psikolojik yönü de çok önemli. Karşıt taraflar arasında yaratılan sübjektif ortama bir son verip, objektif ortamın doğmasına izin verilirse ve herkesin çıkarları dinlenirse barış ve güvenlik yönünde doğru hamleler atılmış olur. Yoksulluk, eğitim ve yolsuzluk konularının çözülmesi ve uluslararası yardımların yapılması böyle bir ortamın hazırlanmasını destekler.