İklimlerdeki değişiklikler tüm canlılarda etkisini açıkça gösteriyor. Balıkların, kuşların ve daha pek çok canlının kısa sürede hayatını kaybetmesinin tek bir sebebi var: Küresel Isınma. Yüzyılın en büyük felaketi olarak adlandırabileceğimiz küresel ısınma ile ilgili ülkelerarası gidip gelen bir diplomasi hareketi va
Dünyanın sonu olarak da anılan küresel ısınma nedir?
İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, orman alanlarının azalması, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazlarının atmosferdeki yığılması arttı. Bilim adamlarına göre bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. Bilim adamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkileri olduğu görüşünde. Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
Küresel ısınma kimi çevreler tarafından spekülasyon olarak görülse bile çağımızın vazgeçilmez bir gerçeği. İnsanoğlu bu gerçekle yaşamaya alışmak zorunda. Küresel ısınma felaketine karşı uluslararası düzeyde alınan tedbirler yaptırım içermediğinden yalnızca belgelerde kalıyor. Bu konuda yapılan anlaşmalar 1992 Rio Konferansı ve 1997 Kyoto Protokolüdür. Kyoto protokolüne göre taraf ülkeler insan kaynaklı CO2 ve öteki sera gazı salınımlarını 2008- 2012 döneminde 1990 düzeylerinin en az %5 altına indirecekler. Avrupa Birliği %8'lik azaltma yükümlülüğü almıştır. Protokole göre Amerika Birleşik Devletlerinin belirlenmiş salınım azaltma yükümlülüğü ise %7'dir. Ancak bilindiği gibi ABD'nin dünya siyasi arenasındaki gücü ekonomik üstünlüğüne bağlı olması nedeni ile bu anlaşmayı imzalamayı kabul etmedi. ABDnin ekonomik gücünün önemli bir kısmını Amerikan petrol şirketleri oluşturmakta. ABD'nin insan kaynaklı sera gazı salınımlarını sınırlandırma sürecinde almış olduğu tutum kendi ekonomik çıkarlarından vazgeçmek istemediğinin belirgin bir kanıtıdır. Sonuç olarak taraf ülkelerin anlaşmazlıkları sebebiyle Kyoto Protokolü herhangi bir yaptırım gücü ya da geçerliği olmayan bir metin olarak kalıyor. Daha sonraki süreçte, küçük bünyeli çeşitli konferanslar yapıldı. Ancak daha önce alınan kararlar bir türlü hayata geçirilemedi. 2000de düzenlenen La Haye Konferansının gündemi Kyoto Protokolü'nde alınan kararların hayata geçirilme yolları idi. Ancak tüm bunlara rağmen protokolün işleyişi tam olarak sağlanamadı ve anlaşmazlıklar bir sonraki toplantıya ertelendi. Görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve daha birçok ülkenin katılımı ile gerçekleştirilen tüm bu konferanslar hiçbir somut adıma dönüşemedi. Bu çözümsüzlüğün nedeni; başta ABD olmak üzere bazı gelişmiş ülkelerin "ulusal çıkarlarımız" dedikleri ancak esasen ekonomik temelli olan çıkarlarından vazgeçmek istememeleridir.
Son olarak dünya ülkeleri Birleşmiş Milletlerin Uluslararası İklim Değişikliği Paneli çerçevesinde Tayland'ın başkenti Bangkok'ta buluştu. Geçmişteki ülkelerarası anlaşmazlıklara rağmen bu konferans olumlu geçti. Çin dahil olmak üzere anlaşmaya varıldı. 120'den fazla ülkeden yaklaşık iki bin uzman, sera etkisi yaratan gazların salınımının azaltılması ve küresel ısınma felaketinin durdurulması için derhal harekete geçilmesi için bunu sağlayacak teknolojiyle parasal yeterliliğe sahip olunduğu konusunda anlaştı. Kabul edilen raporda bioyakıt kullanımının bir an önce benimsenmesinin, yenilenebilir enerji kaynaklarının sağlanmasının ve enerji kullanımında verimin artırılmasının, dünya genelinde bir felaketi dizginleyebileceğine dikkat çekildi. Atmosferdeki karbon gazını 'milyonda 445 parça' gibi iddialı bir seviyede sabitlemek için, 2030'a kadar dünyanın toplam gelirinin yüzde 3'ünü buna ayrılması gerek. Başta Çin olmak üzere bazı ülkeler bu hedefin çok düşük olduğunu ve başarmakta zorlanılacağını söylediler. Çin ayrıca karbondioksit salınımında önlem alınmasının, ekonomik büyümesini engelleyeceğini öne sürerek salınım hacminin sınırlanmasına itiraz etti. Çin ikna edilip görüş birliğine varılan raporda küresel ısınmayı kontrol altında tutmak için, yıllık karbondioksit gazının atmosfere salınmasında, 2050'ye kadar yüzde 50- 85 azalma sağlanmasının gerekliliğine karar verildi.
İklim değişikliğinin en yıkıcı etkilerinden kurtulmak için siyasi iradenin erken davranması gerekiyor. Bu nedenle ABD de ekonomik çıkarlarını bir kenara bırakıp küresel ısınma davasına katkıda bulunmaya karar verdi. ABD, Nisan ayında Yüksek mahkeme tarafından kabul edilen sera gazlarının salınımının sınırlandırılması ve Çevre Koruma Ajansına karbon dioksiti düzenleme yetkisinin verilmesi gibi kararlarla yeni bir siyasi sürece geçti. Tabii ki bu sürecin arkasında seçimlerin yaklaşmasının da büyük etkisi var.
Yapılan tüm anlaşmalara ve alınan tüm tedbirlere rağmen küresel ısınmanın varlığı gerçek bir olgu. Küresel ısınmanın önlenmesinde ülkelere düşen sorumluluklar kalkınma ve ulusal çıkar hesaplarıyla değil, ekoloji ve küresel adalet ilkeleriyle belirlenmeli. Bu açıdan gerçekçi ve işe yarar sera gazı salınımı indirimi hedefleri koyulmalı. Bu hedefler koyulduktan sonra siyasi diploması iklim değişikliğini ve küresel ısınmayı durdurabilecek mi? Ulusal çıkar olarak adlandırdıkları ekonomik çıkarlara karşı ülkeler gerçekten verdikleri sözleri tutabilecek mi? Bu soruların cevabı dünya kamuoyunda merak konusu