Bir pasaport iki yaşam

13 Haziran Çarşamba günü 500.Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi`nde bir fotoğraf ve bir pasaport`tan oluşan mütevazi bir sergi açıldıNaim Avigdor GÜLERYÜZ

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Bir süre önce, müzeyi bugüne kadar ziyaret etmiş 35.000’i aşkın konuktan biri, ABD’nin Florida eyaleti Saratosa kentinden hukuk müşaviri Melvin Fingerut, kapımızı çalarak müzeyi çok beğendiğini ve anlamlı bulduğunu, bize tevdi edebileceği bir pasaportla ilgilenip ilgilenemeyeceğimizi sordu. Müzeyi zenginleştirebilecek, vermek istediğimiz mesajı destekleyebilecek her tür belge ve obje katkısını şükranla karşılayan bizlerin olumlu yaklaşımı üzerine çantasından çıkardığı bir pasaport fotokopisini uzattı. O anda heyecanımız bir kez daha arttı: çünkü fotokopi, bir Rus Siyasi Mültecisi Nahman Fingerut adına düzenlenmiş, “Au Nom du Gouvernement de la Grande Assemblée Nationale de Turquie (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti Adına) antedini taşıyan ve fakat sonradan üzeri çizilerek Republique Turque (Türkiye Cumhuriyeti) olarak düzeltilmiş, 7 Ocak 1924 tarihli deri kaplı bir pasaporta aitti. Melvin (kısa adıyla Mel) İstanbul’u tekrar ziyaretinde orijinalini getireceğini vaat etti ve heyecanlı bekleyiş başladı. Bu arada kendisiyle temasımızı devam ettirdik. Mel, 2006 yılının haziran ayında tekrar müzeye gelerek bu kez orijinal pasaportu masamıza bıraktı ve ileride müzemize bağışlanmak üzere şimdilik süresiz olarak ödünç verdiğini belirterek gerekli belgeyi imzaladı.
İsterseniz bu pasaportun öyküsünü,  gözleri uzak bir geçmişe dalarak anlatan Mel’in ağzından dinleyelim: 
“Bolşevik İhtilalinden önce Rusya’da bir at arabası imalatçısı olan büyükbabam Joseph 1913 yılında ABD’ye göç etti ve Philadelphia’nın Tolga bölgesinde bir bakkaliye dükkanı açtı. Büyükbabam ve yakın kuzenlerimiz Fingles’ler, ailenin diğer fertleri henüz Rusya’da iken, kendilerine para yardımında bulunmaya devam ettiler. Büyükannem Anna (46) ve babamın kardeşleri: amcam Godel- Gordon (9), teyzelerim Melte - Mae(11) ve Rosa- Rose (15) ise ancak 10 yıl sonra, 18 Aralık 1923 tarihinde, İngiltere’nin Southampton limanından hareket eden Zeeland gemisiyle ABD ye varabildiler. Babam Nathan’a gelince, nedenini bizlere hiçbir zaman açıklamadığı bir kemik ameliyatı sonrasında bacağında oluşan derin ve uzun yara izinin, göçmenlerin ABD’ye girişlerinde Ellis Adası’nda geçirildikleri sağlık kontrolünde sorun çıkartacağı düşüncesiyle, aile kendisinin bir süre daha Rusya’da kalmasını uygun gördü. Bu arada ailenin başarıyla uyguladığı bir plan sayesinde babamın Odesa yolu ile İstanbul’a varması gerçekleşti. Geçimi için de muhtemelen, ya kendisine İstanbul’da bir banka hesabı açıldı veya mutemet birine para yollandı.
18 yaşını aştığından ABD’ye babasının dosyası kapsamında girmesi mümkün olmayan babam Nathan’a İstanbul’da, Rus Siyasi Mültecisi Nahman adına ve doğum tarihini 1907 olarak gösteren bir Türk pasaportu sağlandı. 
New York limanına varan gemilerin birinci sınıfında seyahat eden yolcuların Ellis Adası’ndaki sağlık kontrolünden muaf tutulduklarını dikkate alan aile, birinci sınıf vapur bileti alabilmesi için gerekli parayı babama gönderdi. O da elindeki Türk pasaportu sayesinde Marsilya -  Paris yoluyla  Cherburg’a vararak New York’a hareket etti ve pasaportuna göre henüz 17 yaşında olduğundan babasının dosyasına istinaden sorunsuz olarak ABD ye girebildi  .İşte bu Türk Pasaportu sayesinde babamın hayatı kurtuldu ve  ben de doğabildim.”
Pasaport müzemize tevdi etmeye nasıl karar verdiğini sorduğumuzda cevabı ilginçti:
“Babamın yaşamını kurtaran bu ülkeyi ziyareti çoktan planlamıştım. İlk fırsatta İstanbul’a biletimi aldım ve açıkçası, ilk kez gideceğim bir kentte bir sürprizle karşılaşmamak için, uygun bir fiyat da sağlayabildiğim  Taksim’deki Ritz Oteli’ne yerleştim. Resepsiyona etrafı sorarken, otelin hemen altındaki yörenin Kabataş olduğunu öğrendim. Bu sözcük bana çok şeyler ifade ediyordu. Babamın, bir miras olarak sakladığım pasaportunda ikamet adresi: Kabataş, Mahmut Paşa Hanı diye yazardı. Demek ki kader, yaklaşık 80 yıl sonra, beni babamın yürüdüğü mahalleye getirmişti. Oralarını huşu ile dolaştım. Daha ilk görüşte aşık olduğum kentinizi bir sonraki ziyaretimde, Musevi Müzesi’nin yerini araştırdım ve sizlerle temasa geçtim. Düşünüyordum ki bu pasaport gerçek vatanı olan Türkiye’de saklanmalıydı. İstanbul benim için artık ikinci bir adres gibi”.
13 Haziran 2007 haftası Mel’in İstanbul’u dördüncü ziyaretiydi. Değme turist rehberlerine taş çıkartacak bir titizlikle yaptığı araştırmalarıyla, İstanbul’u tarihi eserlerinden önemli binalarına, dondurmacılarından kebapçılarına, kaşer restoranlarından Boğazdaki balık lokantalarına, alış veriş dükkanlarına, Maslak’tan Bostancı’ya, adalara kadar karış karış etüt eden, listeler çıkartan ve gezen, özellikle Boğaz’a, Anadolu yakasına ve Bağdat Caddesi’ne hayran olup arkadaşlarını da bu güzel kente davet eden Mel’i bu kez bir sürpriz bekliyordu. Perşembe günü müzemize geldiğinde kısa bir sohbetten sonra kendisine, babasının pasaportunu, karşılıklı muhaberatımız süresinde bize yolladığı  aile fotoğrafını ve öykünün Türkçe- İngilizce özetini sergilediğimiz vitrini gösterdiğimizde çok heyecanlandı, duygulandı, mütevazi vitrini dakikalarca seyretti ve ABD deki ailesiyle de paylaşmak üzere üst üste fotoğraflar çekti.
Mel’in şahsında yurdumuz vefakar bir hayranını, müzemiz manevi değeri yüksek bir belgeyi, bizler de İstanbul ve Türkiye aşığı bir dost kazanmıştık. Kendisine teşekkür ederiz. Hem de, kim bilir, belki de bu gerçek yaşam öyküsü, ellerinde anı belgeler ve fotoğraflar bulunan başkalarına da bir ilham kaynağı olur.