Üzeyir ve ben...

2001 Ağustos`unda uğradığı menfur bir saldırı sonucunda yitirdiğimiz Üzeyir Garih, Alarko Şirketler Topluluğu`nda İshak Alaton`la birlikte başkanlık görevini aralıksız olarak sürdürdü. İTÜ`den Fahri Doktor ünvanı ile onurlandırılan Garih, 1990`da Filipinler`in İstanbul Fahri Başkonsolosu görevini üstlendi. &#

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Altı yıl geçti o müessif olaydan sonra... 6 yıl... Ve dün gibi, her zaman yanımda, kalbimde yaşıyor. Üzeyir ve ben... iki kardeş, birbirine çok bağlı iki kardeş. Garih adını taşımaktan daima gurur duyduk, onurlu büyük bir ailenin çocukları olarak.
Babamız Dr. Ezra Üzeyir Garih etraftan saygı ve sevgi gören mükemmel bir eş, mükemmel bir baba. Annemiz Adele Garih (Cohen) aynı şekilde ailenin kraliçesi, mükemmel bir eş, mükemmel bir anne.
Babamız bir doktor sülalesinden. Kendisi diş doktoru, cerrah; Paris Üniversitesi’nden diplomalı ve madalya ödüllü... Amcamız Aron Garih Osmanlı  sarayında doktor... Öbür amcamız Jak Garih Beyoğlu’nda, o zaman “Grande – rue de Pera”da önemli bir eczacı... Halamız Leonora Garih rahmetli Prof. Dr. Marco Benbanaste’nin ve Dr. İshak Benbanaste’nin anneleri...
Ortaköy’de, Dereboyu ve ötesinde Garihlerin evleri... O zaman ‘La Plaza de Garih’ diye adlandırılıyordu. Babamız felsefeyi çok severdi. Dostları ile güzel sohbetleri vardı: Dr. Hasan Reşat (Ender Mermerci’nin babası), Sami Alazraki, Mehmet Emin Bey, Küçük Hüseyin Efendi, Büyükelçi Behiç Erkin Bey çok sevdiği bir dostu idi. Hatırlarım evimize kızı ve korumaları ile gelir, bizi okşar, Fransızca konuşur ve sonra dadımız içerdeki odaya alırdı bizi.
Babamız Türkiye’yi çok severdi. Birgün arkadaşlarından Conte Catzini adında bir bey: “Vaglio darti la sudilanza İtaliana” (sana İtalyan vatandaşlığını vermek istiyorum) demişti. Fakat o asil bakışıyla “Kesinlikle hayır” diye cevap verdi. “Ben Türk vatandaşıyım ve öyle kalacağım.”
Garih ailesinin çocukları olmaktan daima büyük gurur  duyduk.
1995’te bir sevgi ve iftihar anında,  Üzeyir (Ezechiel) Garih’e yazdığım anılar:
Üzeyir Garih mükemmel bir işadamı olarak tanınıyor. Garih, mükemmel bir insandır.
Üzeyir (Ezechiel) nur topu bir bebek olarak eve sevinç ve neşe getirmişti. Sakin, sevimli bir çocuktu. Ebeveynlerimiz üç konuya çok önem verirdi:Onur, ahlak ve terbiye. Zaten bu üç kelime birbirinden ayrılmaz. Hala kulağımda: 
“Garih dürüsttür, mütevazidir, Allah’a sevgi ve saygısı sonsuzdur.” İşte bu temel üzerine kurdu Garih, hayatını.
Çocuktum. Bir pazar sabahı babam beni Laleli’de oturan muhterem bir dostuna götürmüştü. Adı Mehmet Emin Bey’di. Babam, Üzeyir’den bahsederek “Bu çocuğun yüzünde bir nur var ki.. Adeta etrafa fışkırıyor gibi.” demişti.
Seneler geçti ve ben Üzeyir’in yüzünde her zaman bu nuru görürüm. Evimiz şendi. Küçükken varlıklıydık. Fransız dadı, İtalyan dadı. İlk telefon, ilk kaloriferli apartman babamındı. Bir yandan babamın muayenehanesi, bir yandan annemin davetleri tertip ettiği, güzel salonlar, bir yandan da bizim çocuk dünyamız. 
Babamla, annem, misafirperver insanlardı.  Çocuklara çok önem verirlerdi. Kah aile, kah dostlarının çocukları hep ziyarete gelirdi. Küçük Üzeyir, odanın bir köşesinde makaralar dizer, yürütür, durdurur...
Ne yapıyorsun?
Arabalarımı diziyorum. Büyüyünce  kocaman bir garajım olacak. Adı Garaj Puli. Arabalarımı da orada renk renk dizeceğim.
Garaj Puli. Acaba nereden gelmişti aklına böyle bir isim?
“Büyüyünce ne olacaksın?”dediklerinde, “Töpti” diye cevap verirdi. Töpti, çöpçü demekti. Herhalde pencereden gördüğü o atlı çöpçü arabası etkilemişti onu.
İstiklal Caddesi’nde güzel apartmanlarda büyüdük. Cumhuriyet Bayramı’nda dost, aile ve babamın hastaları pencereden resmi geçidi seyretmeye bize gelirlerdi.
Bir Cumhuriyet Bayramı sabahı, küçük Üzeyir tutturdu: “Bu balkonu ben kendime isterim. Kimse burada oturmayacak. Askerleri tek başıma seyredeceğim.” Balkon dediğimiz caddeyi ve geçenleri seyretmek için en güzel yerdi. Babam anlatmaya çalıştı. Küçük Üzeyir tepinerek: “Hayır! Hayır! Bu yeri ben isterim, başka yerden seyretsinler. Babam öfkelendi, o gün küçük bey kendini affettirinceye kadar bir köşede cezalı kaldı. Okula girdiği günün  akşamı; “Öğretmen bize çizgiler çizmemizi söyledi. Ben çizemeyeceğim” demişti. Ne olduysa o gün oldu. Ondan sonra “ilk önce vazife” lafını hiçbir zaman unutmadı.
Yine okula başladığı ilk günlerdi. Okul yakındı, eve yalnız dönüyordu. Eve çantasız gelmişti. Yolda bir yere bırakmış, annem sokağa çantayı aramaya çıkıp  bir dükkanın önünde buldu.  O günden beri, emin olun, çantasını hiçbir yerde unutmadı.
Başka bir gün eve somurtarak dönmüştü. Rahmetli Rakım Çalapala adında bir öğretmenimiz vardı.
Küçük Üzeyir’i derse kaldırmış. Tahtaya giderken ”Biraz çabuk ihtiyar adam!” demişti. Küçük Üzeyir, temiz karakteriyle herşeyden etkilenirdi. Okulda başarısı mükemmeldi. Bazen bir çikolata mukabilinde arkadaşlarının ödevlerini de yaptığı olmuştur.
Beceremediğim bir problemi anlattığımda, sakin sakin durduğu köşesinden çözümüyle cevabını verirdi. Başka bir gün yüksek sesle bir şiiiri ezberlemeye çalışırdım, birden kendisi sesini duyura duyura şiiri baştan sona ezbere söylerdi.
Şimdi olduğu gibi, küçüklüğünde de çok düzenli idi. Müşterek kütüphanemizi ben dağıtırdım, o toplardı.
Küçükken de  müziği çok sever,  odamızdaki kanepenin üstüne çıkar, bir fırça ve bir tarak alır, keman çalar gibi yapar, aynı zamanda  şarkı mırıldanırdı. Sonra ona bir oyuncak keman alındı. Ama onu bir köşeye attı.
Güzel dans da ederdi. Basamaklı balkonumuzu sahne gibi kullanır, Fred Aster tipinde step yapar, eğlendirirdi.
Hiç kavgacı değil... Fakat bir gün..
Suadiye’de yazlıkta idik. Birgün eve koşarak geldi ve anneme: “Ben bir çocuğu bayılttım. İşte orda yerde duruyor” dedi. Annemle telaşla yandaki tarlaya koştuk. O da önümüzde, dövüş meydanını gösterdi. Dövüştüğü arkadaşı gayet sıhhatlı bir şekilde geziniyordu.  Küçük Üzeyir arkadaşını yere sermişti bir yumrukta o kadar!
Müşterek muzipliklerimiz çoktu.
Üniversite günlerinde, elinde kitap veya notlar dolaşarak okur, etrafındaki insanlar, müzik, gürültü O’nu hiç etkilemezdi.
Zannedersem karşı pencereden ona sıcak  bakış ve gülüşlerini dağıtan esmer güzelini de pek ihmal etmiyordu.
Kendine hakim ve malikti. Hatırlarım, delikanlı iken, gazete okur, ben birden gazeteyi elinden çekince, istifini bozmaz, bekler, yeniden gazeteyi alıp okumaya devam ederdi.
Telefon görüşmelerimizde telgraf stili kullanırdı. Bilumum  fuzuli laflardan hoşlanmaz. Görüştüğümüz zaman mutluyduk. Fakat boş vakti o kadar azdı ki!
Bir gün telefon ettim ve  Sheraton Oteli’nin lobisinde bir saatlik randevu istedim. Hiç unutmam o günü. 11 Ağustos Perşembe sabah saat 12’den 13’e kadar bir saat tek başıma onunla görüştüm. Maksadım  onu ilgilendiren konulardan bahsetmekti, fakat o konuşmayı yine bana  yöneltmeyi başarmıştı. Acaba bir daha böyle bir randevu istesem, bilmem ki..?
Etrafındakilerin hayatını, renklendiren, kolaylaştıran, küçük yaşından beri etrafına nur saçan bir insan Üzeyir Garih. Her zaman iftihar ettiğim kardeşim, ablası olmaktan gurur duyduğum Üzeyir Garih. Küçük çocuk dünyamızın prensi ve bugünkü benim küçücük dünyamın kralı. Tüm mutluluklar senin olsun!