Gerçek yaşamdan kesitler

Bu gün sizlere iki ayrı yaşam öyküsü sunmak istiyorum. Ortak özellikleri, her ikisinin de yaşanmış, gerçek öyküler olması...Aralarında bir ilişki var mı?...Bunun yanıtını ben vermiyorum. Hatta herhangi bir yorum yapmamaya da özen göstereceğim. Ancak metnin sonunda size nakledeceğim bir “not”u okuduktan sonra yorumu sizler yapacak, bu suretle yukarıd

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
İlk olarak, ABD’li, varlıklı Straus (ya da Strauss) kardeşlerin öyküsünden başlayalım. Aşağı, yukarı bir ay önce, 4 Temmuz 2007 tarihli “El Amaneser” de, onlardan söz ettiğim, oldukça uzun bir yazım, “Dos Ermanos” (iki erkek kardeş) başlığıyla yayınlanmıştı. Doğal olarak, J- Espanyol okuyamayanlar için, kısaca  bu öyküyü nakletmek isterim.
Nathan ve Isidor Straus kardeşler, A.B.D. de fayans, cam, züccaciye alanında bir aile şirketi, hatta bir “endüstri” kurmuş, zengin, hayırsever tüccarlardı. İşyerlerini New York’a naklederek, ürünlerini “R.H Macy and Company” ( Macy’s) alış- veriş merkezinde pazarlamaya başlamışlar, bir süre ortak olarak göründükten sonra, 1896’da da bu dev kuruluşun sahibi olmuşlardır. Nathan Straus’un 1889- 1893 yılları arasında, New York Kenti delegesi olduğunu da belirtelim.
Nathan Biraderler, eşleriyle birlikte gerçekleştirdikleri bir Avrupa  gezisi sırasında, o dönem, Fİlistin diye anılan Israil’i de ziyaret etmek istemişler. Bazı söylentilere göre, 1912 de, o topraklardaki zor yaşam koşullarından, anlaşmazlıklardan sıkılan Isidor, Israil’de fazla kalmamış. Oysa Nathan, bu topraklardan, insanlarından bir hayli etkilenmiş. Eşinin de onayıyla, bir süre daha buralarda kalmaya karar vermiş. Ülkeyi bir baştan bir başa dolaşıp çalışmışlar, ve bu arada, gerek maddi, gerekse manevi katkılarda bulunmuşlar. Akdeniz kıyısında yeni kurulmakta olan bir kentin oluşması sürecinde, en anlamlı bağışı yapan Nathan olmuş. Bu hayırsever insana saygı ve minnet bağlamında, yeni kurulan kente Natanya adının verilmesi, oy birliğiyle kabul edilmiş.
Bu arada Isidor ve eşi Ida, Londra’da bulunuyor, ve Ingiltere üzerinden, yeni ve son derece lüks transatlantik R.M.S TİTANİC’le Amerika’ya dönmeyi planlıyorlarmış. Isidor kardeşi Nathan ve eşi için de rezervasyon yaptırıp, onları acele Londra’ya çağıran bir telegraf yollamış...Ama, kader, çoktan ağlarını örmeye başlamıştı bile... Nathan’ la eşi Ingiltere’ye vardıklarında takvimler 12 Nisan’ı gösteriyordu... Dev transatlantik çoktan Southampton limanından ayrılmış, kaderine yol almaya başlamıştı bile...
Isidor Straus ve eşi asrın korkunç faciasında, yaşamlarını yitirenler arasındaydı. Nathan o acı günlerinde, kardeşiyle yengesi Ida’nın, Tarih’le randevularına gittiklerini düşünmekten kendini alamıyordu. Ve, ömrü boyunca, kendisinin de, eşiyle beraber, mutlak bir ölümden kıl payı kurtuldukları hissini taşıyarak, yaşamını sürdürdü. Hayır işlerine hiç ara vermedi. Onun döneminde, hiç kimse, onun yaptıklarına erişemedi. 1931 de yaşamını yitirdi...    
Sırası gelmişken, Natanya’yla ilgili bir kaç ayrıntı vereyim. Netanya olarak da anılan kent, Orta Batı Israil’de, Akdeniz kıyısında, Yafo Tel- Aviv’in kuzeyinde bulunur. Ebeveynimin yaz mevsiminin bir bölümünü orada geçirmelerinden dolayı, benim de Natanya’yı etraflıca tanıma fırsatım olmuştur. Ayrıca, kentte kuzenlerim de yaşardı...
Kent, 1920 lerde, Nathan Straus’un büyük maddi ve manevi desteğiyle kurulmuş, adını bu hayırseverden almıştır. “Moşav” niteliğini koruduğu dönemde, narenciye üretimine önem verilmiştir. Nazi Almanya’sından kaçan Yahudilerin gelmesi, ve daha sonraları, 2ci. Dünya Savaşı sonunda, aldığı göçlerle, Natanya gelişme sürecine girdi. Günümüzde en önemli elmas yontma ve parlatma (cilalama) merkezidir. 1950’den itibaren, kimya, plastik, kauçuk, tekstil makine endüstrisi v.s. de gelişmiş durumda. Bunun yanı sıra, önemli bir turistik merkezdir...
Gelelim ikinci yaşanmış öykümüze...Bu öykü, hemen, hemen hepimizin adını duyduğu Anne Frank’la ilgili. Ailesiyle birlikte,“Gestapo” dan gizlenerek geçirdikleri dönemi anlattığı “Günlüğüyle” adını tüm dünyaya duyuran Anna’nın kısa yaşamını anımsayalım...12 Haziran 1929 Frankfurt doğumlu Anna’nın babası, Otto Frank bir iş adamıydı. Almanya’da Nazi rejiminin başlamasıyla, tüm aile Hollanda’ya göç etti. Frank ailesi, 1942 yazında, bir kaç Yahudiyle birlikte, iki yıl boyunca, Otto’nun Amsterdam’daki işyerinin arkasındaki bir depoda gizlendilerse de, bir ihbar üzerine 4 Ağustos 1944 te Gestapo tarafından yakalandılar.
İlkin götürüldükleri Auschwitz Toplama Kampında anneleri öldü. Bir süre sonra Anna ve ablası Margot, Bergen- Belsen kampında tifüsten yaşamlarını yitirdiler. Savaş sona erdiğinde Otto Frank hayattatdı...Zaman içinde, Amsterdam’da gizlenmiş oldukları tavan arasında, Anne Frank’ın tuttuğu günlük bulunup, Otto Frank’a teslim edildi. Türkçe dahil, sayısız dile çevrilen bu “Anılar”, tiyatro oyununa ve sinema filmine konu oldu. Anna’nın günlüğündeki bu sözleri birçoğumuzun belleğinde yer etmiştir: “Herşeye rağmen, insanların gerçekten iyi yürekli olduklarına inanıyorum...”
Bu gün takvimler 4 Ağustos 2007’yi gösteriyor, yani acı bir olayın 63.cü yıldönümü... Aslında bu bir tesadüf değil. Bir bakıma, bu metine özellikle bugün başlamamın bir nedeni...Bu yazıyı yazma gereği duymamın ikinci nedenine gelince...Yukarda da belirttiğim gibi, Straus Kardeşlerin öyküsünü bir süre önce, “El Amaneser”de yayınlamıştım. Aradan bir, iki hafta geçtikten sonra, bir okurumdan bir mektup aldım. Buna mektup bile denemez, oldukça kısa bir “not”diyelim. Okurum, Stauss’larla ilgili yazıma aydınlatıcı ek olarak varsaydığı bir not yollamıştı. Bu not, bana biraz “bilmece” gibi göründüyse de, yanlış bir şeyler yazma riskini göze alamadığımdan, kısa bir araştırma yapma gereğini duydum. Sonuçtan oldukça emin olarak, sizlere, okurumun ingilizce notunu, kelimesi, kelimesine çevirerek ve hiç bir yorum yapmadan bu yazımı noktalıyorum:
“Nathan Straus’un oğlu, Nathan Jr., Princeton Üniversitesini bitirdikten sonra, 1908’de Heidelberg Üniversitesine( Almanya) yazıldı. Orada Otto Frank adında genç bir san’at tarihi öğrencisiyle tanıştı. Otto, Nathan Jr.un, “Macy’s” de birlikte çalışma teklifini kabul etti. Genç Frank New York kentine aşıktı ama, 1909’da babası ölünce Almanya’ya dönmek zorunda kaldı. 1. Dünya Savaşına katıldı. Nazi rejiminin ilk yıllarında başlayan anti- semitizm dolayısıyle, eşi ve kızlarıyla beraber, Almanya’yı terketti. Otto’nun kızlarından birinin adı “Anne Frank’tı”...