İlk olarak, ABDli, varlıklı Straus (ya da Strauss) kardeşlerin öyküsünden başlayalım. Aşağı, yukarı bir ay önce, 4 Temmuz 2007 tarihli El Amaneser de, onlardan söz ettiğim, oldukça uzun bir yazım, Dos Ermanos (iki erkek kardeş) başlığıyla yayınlanmıştı. Doğal olarak, J- Espanyol okuyamayanlar için, kısaca bu öyküyü nakletmek isterim.
Nathan ve Isidor Straus kardeşler, A.B.D. de fayans, cam, züccaciye alanında bir aile şirketi, hatta bir endüstri kurmuş, zengin, hayırsever tüccarlardı. İşyerlerini New Yorka naklederek, ürünlerini R.H Macy and Company ( Macys) alış- veriş merkezinde pazarlamaya başlamışlar, bir süre ortak olarak göründükten sonra, 1896da da bu dev kuruluşun sahibi olmuşlardır. Nathan Strausun 1889- 1893 yılları arasında, New York Kenti delegesi olduğunu da belirtelim.
Nathan Biraderler, eşleriyle birlikte gerçekleştirdikleri bir Avrupa gezisi sırasında, o dönem, Fİlistin diye anılan Israili de ziyaret etmek istemişler. Bazı söylentilere göre, 1912 de, o topraklardaki zor yaşam koşullarından, anlaşmazlıklardan sıkılan Isidor, Israilde fazla kalmamış. Oysa Nathan, bu topraklardan, insanlarından bir hayli etkilenmiş. Eşinin de onayıyla, bir süre daha buralarda kalmaya karar vermiş. Ülkeyi bir baştan bir başa dolaşıp çalışmışlar, ve bu arada, gerek maddi, gerekse manevi katkılarda bulunmuşlar. Akdeniz kıyısında yeni kurulmakta olan bir kentin oluşması sürecinde, en anlamlı bağışı yapan Nathan olmuş. Bu hayırsever insana saygı ve minnet bağlamında, yeni kurulan kente Natanya adının verilmesi, oy birliğiyle kabul edilmiş.
Bu arada Isidor ve eşi Ida, Londrada bulunuyor, ve Ingiltere üzerinden, yeni ve son derece lüks transatlantik R.M.S TİTANİCle Amerikaya dönmeyi planlıyorlarmış. Isidor kardeşi Nathan ve eşi için de rezervasyon yaptırıp, onları acele Londraya çağıran bir telegraf yollamış...Ama, kader, çoktan ağlarını örmeye başlamıştı bile... Nathan la eşi Ingiltereye vardıklarında takvimler 12 Nisanı gösteriyordu... Dev transatlantik çoktan Southampton limanından ayrılmış, kaderine yol almaya başlamıştı bile...
Isidor Straus ve eşi asrın korkunç faciasında, yaşamlarını yitirenler arasındaydı. Nathan o acı günlerinde, kardeşiyle yengesi Idanın, Tarihle randevularına gittiklerini düşünmekten kendini alamıyordu. Ve, ömrü boyunca, kendisinin de, eşiyle beraber, mutlak bir ölümden kıl payı kurtuldukları hissini taşıyarak, yaşamını sürdürdü. Hayır işlerine hiç ara vermedi. Onun döneminde, hiç kimse, onun yaptıklarına erişemedi. 1931 de yaşamını yitirdi...
Sırası gelmişken, Natanyayla ilgili bir kaç ayrıntı vereyim. Netanya olarak da anılan kent, Orta Batı Israilde, Akdeniz kıyısında, Yafo Tel- Avivin kuzeyinde bulunur. Ebeveynimin yaz mevsiminin bir bölümünü orada geçirmelerinden dolayı, benim de Natanyayı etraflıca tanıma fırsatım olmuştur. Ayrıca, kentte kuzenlerim de yaşardı...
Kent, 1920 lerde, Nathan Strausun büyük maddi ve manevi desteğiyle kurulmuş, adını bu hayırseverden almıştır. Moşav niteliğini koruduğu dönemde, narenciye üretimine önem verilmiştir. Nazi Almanyasından kaçan Yahudilerin gelmesi, ve daha sonraları, 2ci. Dünya Savaşı sonunda, aldığı göçlerle, Natanya gelişme sürecine girdi. Günümüzde en önemli elmas yontma ve parlatma (cilalama) merkezidir. 1950den itibaren, kimya, plastik, kauçuk, tekstil makine endüstrisi v.s. de gelişmiş durumda. Bunun yanı sıra, önemli bir turistik merkezdir...
Gelelim ikinci yaşanmış öykümüze...Bu öykü, hemen, hemen hepimizin adını duyduğu Anne Frankla ilgili. Ailesiyle birlikte,Gestapo dan gizlenerek geçirdikleri dönemi anlattığı Günlüğüyle adını tüm dünyaya duyuran Annanın kısa yaşamını anımsayalım...12 Haziran 1929 Frankfurt doğumlu Annanın babası, Otto Frank bir iş adamıydı. Almanyada Nazi rejiminin başlamasıyla, tüm aile Hollandaya göç etti. Frank ailesi, 1942 yazında, bir kaç Yahudiyle birlikte, iki yıl boyunca, Ottonun Amsterdamdaki işyerinin arkasındaki bir depoda gizlendilerse de, bir ihbar üzerine 4 Ağustos 1944 te Gestapo tarafından yakalandılar.
İlkin götürüldükleri Auschwitz Toplama Kampında anneleri öldü. Bir süre sonra Anna ve ablası Margot, Bergen- Belsen kampında tifüsten yaşamlarını yitirdiler. Savaş sona erdiğinde Otto Frank hayattatdı...Zaman içinde, Amsterdamda gizlenmiş oldukları tavan arasında, Anne Frankın tuttuğu günlük bulunup, Otto Franka teslim edildi. Türkçe dahil, sayısız dile çevrilen bu Anılar, tiyatro oyununa ve sinema filmine konu oldu. Annanın günlüğündeki bu sözleri birçoğumuzun belleğinde yer etmiştir: Herşeye rağmen, insanların gerçekten iyi yürekli olduklarına inanıyorum...
Bu gün takvimler 4 Ağustos 2007yi gösteriyor, yani acı bir olayın 63.cü yıldönümü... Aslında bu bir tesadüf değil. Bir bakıma, bu metine özellikle bugün başlamamın bir nedeni...Bu yazıyı yazma gereği duymamın ikinci nedenine gelince...Yukarda da belirttiğim gibi, Straus Kardeşlerin öyküsünü bir süre önce, El Amaneserde yayınlamıştım. Aradan bir, iki hafta geçtikten sonra, bir okurumdan bir mektup aldım. Buna mektup bile denemez, oldukça kısa bir notdiyelim. Okurum, Stausslarla ilgili yazıma aydınlatıcı ek olarak varsaydığı bir not yollamıştı. Bu not, bana biraz bilmece gibi göründüyse de, yanlış bir şeyler yazma riskini göze alamadığımdan, kısa bir araştırma yapma gereğini duydum. Sonuçtan oldukça emin olarak, sizlere, okurumun ingilizce notunu, kelimesi, kelimesine çevirerek ve hiç bir yorum yapmadan bu yazımı noktalıyorum:
Nathan Strausun oğlu, Nathan Jr., Princeton Üniversitesini bitirdikten sonra, 1908de Heidelberg Üniversitesine( Almanya) yazıldı. Orada Otto Frank adında genç bir sanat tarihi öğrencisiyle tanıştı. Otto, Nathan Jr.un, Macys de birlikte çalışma teklifini kabul etti. Genç Frank New York kentine aşıktı ama, 1909da babası ölünce Almanyaya dönmek zorunda kaldı. 1. Dünya Savaşına katıldı. Nazi rejiminin ilk yıllarında başlayan anti- semitizm dolayısıyle, eşi ve kızlarıyla beraber, Almanyayı terketti. Ottonun kızlarından birinin adı Anne Franktı...