Bu yil ne siyaset, ne de ekonomi yaz rehavetine giremedi

Hem iç piyasalarda, hem de dış piyasalarda büyük hareketlilik yaşanan yaz günlerini geride bırakıyoruz. Ancak piyasalarda yaşanan sorunların kesinlikle sona ermiş olduğunu söylemek çok zor. Hem gelişmiş ülke ekonomileri, hem de yükselen piyasa ekonomileri oldukça kritik bir dönem geçiriyor. Piyasalardaki dalgalanmaların ne kadar zaman ve ne şiddette süreceğ

Ekonomi
9 Ocak 2008 Çarşamba
Siyasi alandaki hareketlilik piyasaları fazla olumsuz etkilemedi…
Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşanan gerilimin ve bunun ardından açıklanan erken genel seçimlerin piyasalar üzerinde ilk etapta olumsuz etkisi olsa da, bundan kaynaklanan dalgalanma fazla uzun sürmedi. Zira kamuoyu yoklamalarının tek partili bir hükümete işaret etmesiyle birlikte, piyasa oyuncularının bunu “sürdürülmekte olan ekonomik programın devam edeceği, AB ve IMF ile ilişkilerin sürdürüleceği” şeklinde yorumlaması nedeniyle finansal piyasaların temkinli bir iyimserliğe büründüğünü gördük. Bu çerçevede, piyasaların sadece partilerin ekonomik programlarına odaklandığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Nitekim, seçim sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından, bu sonuçların siyasi etkilerinin değişik bakış açılarıyla tartışılmasına  rağmen, piyasaların bu sonuçlardan “memnun” kaldığına ve kur ve faizlerde kaydadeğer düşüşler yaşandığına şahit olduk. Yine de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir sorun yaşanabileceği endişesi kendini hissettiriyordu.

Ancak yurtdışı piyasalarda ortaya çıkan sorunlar bizi de olumsuz etkiledi.
Piyasalar daha seçim sarhoşluğunu üzerinden atamadan başta ABD olmak üzere tüm piyasalar sarsılmaya başladı. Sorun, geçen seneden de aşina olduğumuz, yüksek riskli müşteri grubuna verilen mortgage kredilerinden kaynaklanıyordu. ABD’de 10 trilyon dolar olduğu tahmin edilen konut piyasası kredileri içinde riskli kredilerin ağırlığı düşük olsa da, bu kredilerin geri ödenememesi ciddi bir tehlike oluşturuyor. Bu krediler menkul değerlere dönüştürülerek varlık şirketlerine satılmış kredilerdir. Öte yandan yüksek riske sahip menkul değerleri portföyünde bulundurduğu bilinen hedge fonlar da bu tür kredileri portföylerinde taşıyorlar. Sonuç olarak, bu kredilerde ortaya çıkan bir ödeme sorunu ve bunun yarattığı likidite şıkışıklığı tüm dünya piyasalarını etkileyebiliyor.
Nitekim, en son yaşadığımız kriz ABD konut piyasasındaki riskli mortgage kredilerindeki geri ödeme sorunları yüzünden çok büyük yatırım şirketlerinin “batan”lar kervanına katılmasıyla ve küresel şirketlerin zincirleme bir şekilde iflas etmesiyle başladı. Konut kredisi sağlayıcısı American Home Mortgage Investment Corp. iflas bayrağını çekerken, riskli üç yatırım fonu çöken Bear Stearns Cos. sıkıntıya düştü; Avusturalya’dan Macquarie Bank söz konusu konut kredileri nedeniyle 300 milyon dolar zarar ettiğini açıkladı; Almanya’da hükümet ipotekli ev kredisi veren ve iflas eden Deutsche Industriebank’ı (İKB) kurtarmak icin harekete geçti ve Alman bankalarının katılımıyla 3.5 milyar euroluk bir kurtarma paketi hazırlandı. Aynı anda, iflas ve ödeme sıkıntıları ile ilgili haberler dünyanın farklı ülkelerinden ardı ardına gelmeye başladı ve dalgalanma gelişmekte olan ülkelere de sıçradı. 

Likidite krizi gelişmiş ülke merkez bankalarını birlikte hareket etmeye zorladı…
Merkez Bankaları Avrupa’dan Avustralya kıtasına kadar pek çok ülkede aynı anda piyasalara yüklü miktarda likidite sağladılar. Bunlar arasında Avrupa Merkez Bankası (ECB) bir günde piyasaya 130 milyar dolar aktararak en büyük hamleyi gerçekleştirdi. Likidite sıkışıklığının şimdilik önlenmiş olmasının riskli müşteri grubuna verilen kredilerdeki sorunun ortadan kalkmış olduğu anlamına gelmediğine dikkat çekmek istiyorum. Dolayısıyla, küresel piyasalardaki sarsıntının tamamen geçmiş olduğunu söyleyemeyiz.
Küresel ekonomideki sıkışmalar geçen yılın Mayıs ayında başladı…
Biraz da, son yaşanan krizin geçen yılın Mayıs- Haziran aylarında yaşanan krizle bağlantılarını irdelemek ve iki krizin etkilerinin neden farklılaştığını sorgulamak istiyorum. Geçen yılın Mayıs ayında FED’in %5 olan gösterge faizini daha da artıracağına yönelik beklentiler, ABD ekonomisinin yavaşlamakta olduğu endişeleriyle birleşince tüm dünya piyasalarını sarsmıştı. Ancak Türkiye’deki sarsıntı diğer ülkeler kıyasla çok daha şiddetli olmuştu. Aslında Türkiye’de piyasaların bozulmaya başlaması küresel piyasalardan önce olmuştu. Merkez Bankası başkanının atanması sürecinde yaşanan sorunlar, Banka’nın ciddi şekilde kredibilite kaybetmesine neden olmuştu. Ayrıca, - bir yıl sonra yapılacak olan-  Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda tansiyon yükselmiş; erken seçim söylentileri gündeme gelmeye başlamıştı. Danıştay’a yapılan saldırı bütün bu gerilimi daha da artırıyordu. Öte yandan, artan cari açık konusunda ciddi endişeler vardı. Tüm bu iç risklerin Türkiye’de havayı olumsuza çevirmesinin hemen ardından küresel kriz patlak vermiş;  kurlarda ve faizlerde çok hızlı bir yükseliş yaşanmıştı. Merkez Bankası’nın uzunca bir süre piyasalara hiç müdahale etmemesi, Banka’nın erozyona uğramış kredibilitesi ile birleşince içinde bulunduğumuz kriz daha da derinleşmişti. Sonuç olarak, Haziran ayının sonlarına doğru Merkez Bankası’nın faiz yükseltme, döviz alım ihaleleri ve likidite çekme yönündeki kararlarıyla kendini hissettirmesi piyasalardaki olumsuz gidişatı durdurmuştu.
Türkiye bu krizde özellikle enflasyon açısından büyük yara aldı; yükselen faizlerde aradan geçen 14 aya rağmen kaydadeğer bir düşüş gerçekleşemedi. Daha sonraki dönemde de, küresel piyasalarda Mayıs- Haziran 2006’daki kadar büyük boyutlarda olmasa da çalkantılar yaşandı. Örneğin, bu yılın Şubat ayında, ABD’deki yüksek riskli müşteri grubuna verilen mortgage kredilerinin ödenmesiyle ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başladı; düşük değerli ve düşük faizli para birimleri ile borçlanıp yüksek faizli, değerli para birimleri cinsinden yatırım yapma şeklinde özetleyebileceğimiz carry- trade’lerin bozulduğuna ilişkin endişeler arttı.  Son bir yılda küresel ekonomide yaşanan sorunları bugünlerde yaşadıklarımızla karşılaştırdığımızda sorunların aynı olduğunu görüyoruz: ABD konut piyasasındaki yüksek risk grubuna verilen kredilerin ödenememe riski, carry- trade’lerin çözülme riski; ABD ekonomisinde beklenenden daha hızlı bir yavaşlama riski gibi.
Ancak, Türkiye’nin son yaşanan krizden geçen yıla kıyasla daha az yara aldığına şahit oluyoruz. Geçen yıl kredibilitesi ciddi şekilde azalmış olan Merkez Bankası’nın aradan geçen bu süreçte tekrar kredibilite kazanmış olması; yavaşlayan ekonomik aktivite ile birlikte cari açık riskinin geçen yılki kadar yüksek olmaması; hem genel seçimlerin, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yarattığı siyasi belirsizliğin ortadan kalkması bu yıl yaşanan krizi daha hafif atlatmamıza neden oldu diye düşünüyorum.

Küresel kriz bitti diyebilir miyiz?
Toparlayacak olursak, Ağustos sonu itibariyle küresel çalkantı durulmuş görünüyor. ABD Merkez Bankası FED 17 Ağustos’ta görev başında olduklarını ve krizi aşmak için her türlü önlemi alabileceklerini açıkladığında piyasa oyuncularının sinirleri biraz yatıştı. FED’in faizleri düşürmesi yönünde beklentiler artarken, Avrupa Merkez Bankası’nın da faizleri artırmaması yönünde beklentiler oluştu.
Ortam şu an için yatışmış olsa da, ABD kredi piyasasındaki sorunlar çözülmüş değil; sadece merkez bankalarının müdahalesi ile Ağustos başındaki likidite sıkışıklığı giderilmiş durumda. Ayrıca, kredi piyasalarındaki bu sorunların, yukarıda sayılan zaafların kısa vadede giderilebileceği şüpheli. Dolayısıyla, küresel kriz sona erdi, bundan sonra bir sorun yaşanmaz demek mümkün görünmüyor. Türkiye ise, 1980 sonrası başlayan liberalleşme ve küreselleşme sonucunda, bir yandan da dışarıdan gelecek şoklara karşı kırılganlığını arttırmış oldu. Her ne kadar son 6 yıl içinde Türkiye’nin mali sistemi, rezervleri, ya da makro temellerinin kaydettiği güçlenmeye dayanarak olası dışsal krizlerin eskisi gibi baş ağrıtmayacağı söylense de, 2006 yılından bu yana yaşanan gelişmeler dışarıda hapşırdıklarında burada grip olma hassasiyetinin devam ettiğini gösteriyor.