Hem iç piyasalarda, hem de dış piyasalarda büyük hareketlilik yaşanan yaz günlerini geride bırakıyoruz. Ancak piyasalarda yaşanan sorunların kesinlikle sona ermiş olduğunu söylemek çok zor. Hem gelişmiş ülke ekonomileri, hem de yükselen piyasa ekonomileri oldukça kritik bir dönem geçiriyor. Piyasalardaki dalgalanmaların ne kadar zaman ve ne şiddette süreceğ
Ancak yurtdışı piyasalarda ortaya çıkan sorunlar bizi de olumsuz etkiledi.
Piyasalar daha seçim sarhoşluğunu üzerinden atamadan başta ABD olmak üzere tüm piyasalar sarsılmaya başladı. Sorun, geçen seneden de aşina olduğumuz, yüksek riskli müşteri grubuna verilen mortgage kredilerinden kaynaklanıyordu. ABDde 10 trilyon dolar olduğu tahmin edilen konut piyasası kredileri içinde riskli kredilerin ağırlığı düşük olsa da, bu kredilerin geri ödenememesi ciddi bir tehlike oluşturuyor. Bu krediler menkul değerlere dönüştürülerek varlık şirketlerine satılmış kredilerdir. Öte yandan yüksek riske sahip menkul değerleri portföyünde bulundurduğu bilinen hedge fonlar da bu tür kredileri portföylerinde taşıyorlar. Sonuç olarak, bu kredilerde ortaya çıkan bir ödeme sorunu ve bunun yarattığı likidite şıkışıklığı tüm dünya piyasalarını etkileyebiliyor.
Nitekim, en son yaşadığımız kriz ABD konut piyasasındaki riskli mortgage kredilerindeki geri ödeme sorunları yüzünden çok büyük yatırım şirketlerinin batanlar kervanına katılmasıyla ve küresel şirketlerin zincirleme bir şekilde iflas etmesiyle başladı. Konut kredisi sağlayıcısı American Home Mortgage Investment Corp. iflas bayrağını çekerken, riskli üç yatırım fonu çöken Bear Stearns Cos. sıkıntıya düştü; Avusturalyadan Macquarie Bank söz konusu konut kredileri nedeniyle 300 milyon dolar zarar ettiğini açıkladı; Almanyada hükümet ipotekli ev kredisi veren ve iflas eden Deutsche Industriebankı (İKB) kurtarmak icin harekete geçti ve Alman bankalarının katılımıyla 3.5 milyar euroluk bir kurtarma paketi hazırlandı. Aynı anda, iflas ve ödeme sıkıntıları ile ilgili haberler dünyanın farklı ülkelerinden ardı ardına gelmeye başladı ve dalgalanma gelişmekte olan ülkelere de sıçradı.
Likidite krizi gelişmiş ülke merkez bankalarını birlikte hareket etmeye zorladı
Merkez Bankaları Avrupadan Avustralya kıtasına kadar pek çok ülkede aynı anda piyasalara yüklü miktarda likidite sağladılar. Bunlar arasında Avrupa Merkez Bankası (ECB) bir günde piyasaya 130 milyar dolar aktararak en büyük hamleyi gerçekleştirdi. Likidite sıkışıklığının şimdilik önlenmiş olmasının riskli müşteri grubuna verilen kredilerdeki sorunun ortadan kalkmış olduğu anlamına gelmediğine dikkat çekmek istiyorum. Dolayısıyla, küresel piyasalardaki sarsıntının tamamen geçmiş olduğunu söyleyemeyiz.
Küresel ekonomideki sıkışmalar geçen yılın Mayıs ayında başladı
Biraz da, son yaşanan krizin geçen yılın Mayıs- Haziran aylarında yaşanan krizle bağlantılarını irdelemek ve iki krizin etkilerinin neden farklılaştığını sorgulamak istiyorum. Geçen yılın Mayıs ayında FEDin %5 olan gösterge faizini daha da artıracağına yönelik beklentiler, ABD ekonomisinin yavaşlamakta olduğu endişeleriyle birleşince tüm dünya piyasalarını sarsmıştı. Ancak Türkiyedeki sarsıntı diğer ülkeler kıyasla çok daha şiddetli olmuştu. Aslında Türkiyede piyasaların bozulmaya başlaması küresel piyasalardan önce olmuştu. Merkez Bankası başkanının atanması sürecinde yaşanan sorunlar, Bankanın ciddi şekilde kredibilite kaybetmesine neden olmuştu. Ayrıca, - bir yıl sonra yapılacak olan- Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda tansiyon yükselmiş; erken seçim söylentileri gündeme gelmeye başlamıştı. Danıştaya yapılan saldırı bütün bu gerilimi daha da artırıyordu. Öte yandan, artan cari açık konusunda ciddi endişeler vardı. Tüm bu iç risklerin Türkiyede havayı olumsuza çevirmesinin hemen ardından küresel kriz patlak vermiş; kurlarda ve faizlerde çok hızlı bir yükseliş yaşanmıştı. Merkez Bankasının uzunca bir süre piyasalara hiç müdahale etmemesi, Bankanın erozyona uğramış kredibilitesi ile birleşince içinde bulunduğumuz kriz daha da derinleşmişti. Sonuç olarak, Haziran ayının sonlarına doğru Merkez Bankasının faiz yükseltme, döviz alım ihaleleri ve likidite çekme yönündeki kararlarıyla kendini hissettirmesi piyasalardaki olumsuz gidişatı durdurmuştu.
Türkiye bu krizde özellikle enflasyon açısından büyük yara aldı; yükselen faizlerde aradan geçen 14 aya rağmen kaydadeğer bir düşüş gerçekleşemedi. Daha sonraki dönemde de, küresel piyasalarda Mayıs- Haziran 2006daki kadar büyük boyutlarda olmasa da çalkantılar yaşandı. Örneğin, bu yılın Şubat ayında, ABDdeki yüksek riskli müşteri grubuna verilen mortgage kredilerinin ödenmesiyle ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başladı; düşük değerli ve düşük faizli para birimleri ile borçlanıp yüksek faizli, değerli para birimleri cinsinden yatırım yapma şeklinde özetleyebileceğimiz carry- tradelerin bozulduğuna ilişkin endişeler arttı. Son bir yılda küresel ekonomide yaşanan sorunları bugünlerde yaşadıklarımızla karşılaştırdığımızda sorunların aynı olduğunu görüyoruz: ABD konut piyasasındaki yüksek risk grubuna verilen kredilerin ödenememe riski, carry- tradelerin çözülme riski; ABD ekonomisinde beklenenden daha hızlı bir yavaşlama riski gibi.
Ancak, Türkiyenin son yaşanan krizden geçen yıla kıyasla daha az yara aldığına şahit oluyoruz. Geçen yıl kredibilitesi ciddi şekilde azalmış olan Merkez Bankasının aradan geçen bu süreçte tekrar kredibilite kazanmış olması; yavaşlayan ekonomik aktivite ile birlikte cari açık riskinin geçen yılki kadar yüksek olmaması; hem genel seçimlerin, hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yarattığı siyasi belirsizliğin ortadan kalkması bu yıl yaşanan krizi daha hafif atlatmamıza neden oldu diye düşünüyorum.
Küresel kriz bitti diyebilir miyiz?
Toparlayacak olursak, Ağustos sonu itibariyle küresel çalkantı durulmuş görünüyor. ABD Merkez Bankası FED 17 Ağustosta görev başında olduklarını ve krizi aşmak için her türlü önlemi alabileceklerini açıkladığında piyasa oyuncularının sinirleri biraz yatıştı. FEDin faizleri düşürmesi yönünde beklentiler artarken, Avrupa Merkez Bankasının da faizleri artırmaması yönünde beklentiler oluştu.
Ortam şu an için yatışmış olsa da, ABD kredi piyasasındaki sorunlar çözülmüş değil; sadece merkez bankalarının müdahalesi ile Ağustos başındaki likidite sıkışıklığı giderilmiş durumda. Ayrıca, kredi piyasalarındaki bu sorunların, yukarıda sayılan zaafların kısa vadede giderilebileceği şüpheli. Dolayısıyla, küresel kriz sona erdi, bundan sonra bir sorun yaşanmaz demek mümkün görünmüyor. Türkiye ise, 1980 sonrası başlayan liberalleşme ve küreselleşme sonucunda, bir yandan da dışarıdan gelecek şoklara karşı kırılganlığını arttırmış oldu. Her ne kadar son 6 yıl içinde Türkiyenin mali sistemi, rezervleri, ya da makro temellerinin kaydettiği güçlenmeye dayanarak olası dışsal krizlerin eskisi gibi baş ağrıtmayacağı söylense de, 2006 yılından bu yana yaşanan gelişmeler dışarıda hapşırdıklarında burada grip olma hassasiyetinin devam ettiğini gösteriyor.