Kitaplarin ardindan / BAMİDBAR

Ester ASATora`nın çevirisini içeren kitaplarda Bamidbar kitabı çoğunlukla “Sayılar Kitabı” olarak adlandırılmıştır. Söz konusu ismin sebebi açıktır. Bamidbar kitabı birden çok nüfus sayımını içermektedir.

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Nüfus sayımları kitapta belirgin bir yere sahip olmasına rağmen , kitabın özünü oluşturmaz. Bu açıdan belki de kitabın genel olarak kullanılan ismi, “Bamidbar – Çölde” daha ayırt edici bir başlık gibi görünmektedir. Zira görüldüğü üzere kitapta anlatılan olayların tümü, Bene- Yisrael’in Sinay dağından çıkıp Erets- Yisrael’in kıyısına kadar geldiği, aslında kısa olması gerekirken oldukça uzayan çöl yolculuğu sırasında meydana gelmiştir
Bamidbar kitabının amacı, Tora’nın genel amacıyla aynıdır. Bu kitap, Bene- Yisrael’in, Erets- Yisrael’i miras almadan önce çölde yaşadıkları tecrübeleri ve yaptıkları hataları açıklamakta, bizler için önemli yaşam dersleri içermektedir. Bu olaylar, yüzeysel değil, derinlemesine incelendiği takdirde, insan psikolojisi, maneviyatta yükseliş ve düşüş ve daha birçok konuda temel nitelikte dersler için mükemmel birer kaynaktır.
Sürekli mucizelere tanık olan bir halkın şikâyetleri, isyanları, Tanrı’ya gösterdiği güvensizlik, herhalde bu kitapta tanımlanandan daha sert ve eleştirel bir dille tanımlanamaz. Acaba Tanrı’ya bizzat şahit olmuş Bene- Yisrael, O’nun Sesi’ni duymuş Bene- Yisrael, Tanrı’nın Mısır’a yaptıklarını gözleriyle görmüş olan Bene- Yisrael, her gün yiyeceği gökten gelen Bene- Yisrael, bu kitapta okuduğumuz Bene- Yisrael ile aynı halk olabilir mi? “Dor Dea – [Tanrı Hakkında Kesin] Bilgi Nesli” olarak adlandırılan bu nesil, nasıl olmuş da, en büyük manevi yüksekliklerden, bu şekilde düşebilmiştir?
Mısır’dan çıkan, Tanrı’ya tanık olma mertebesine erişen nesil, neden mi hatalar, hatta ölümcül hatalar yapmıştır? İnsan oldukları için. Köle olarak doğmuş, köle olarak yaşamış bir neslin, birkaç gün içinde, daha kısa bir süre önce kendilerini kırbaçla, sözle, dehşetle, cinayetle aşağılayan efendilerine karşı kahraman savaşçılar kesilmelerini bekleyemeyiz. Ve bu fiziksel güç düzeyinde doğruysa, manevi psikoloji düzeyinde çok daha doğrudur. Hahamlarımız, Bene- Yisrael’in, Mısır’dayken, oradaki berbat kültürün yok edici etkisiyle Kırk Dokuz Tuma Kapısı’nı geçtiklerini, ellinci kapıyı geçmek ve tamamen yok olmak üzereyken Tanrı tarafından kurtarıldıklarını öğretirler. Tora’yı almak için sadece elli günlük bir rehabilitasyon süreci geçirip, Tora’yı almaları, daha çok kısa bir süre önce tüm ümitleri sönmek üzere olan bu nesil için belki müthiş bir rüya gibi olmuştur. Özellikle Tanrı’nın Sesi’ni duydukları Sinay’daki muhteşem ışık ve ses gösterileri onları şüphesiz eşsiz bir vecde ulaştırmıştır. Ama bu, o gün için doğrudur. Ertesi gün, hava pırıl pırıldır, artık ne şimşek, ne gök gürültüsü vardır, ne de Tanrı’nın Sesi. Evet, artık Mısırlılar yoktur. Evet, her gün yiyecek ve su yanlarında hazırdır. Evet, onur bulutları onlara konfor sağlamakta, geceleri ateş sütununun ışığıyla aydınlanmaktadırlar. Fakat tüm bunlar onların geçmişini silmekte midir? İnsani zaaflarını, ihtiyaçlarını ve doğal endişelerini tamamen ortadan kaldırabilmekte midir? Elbette hayır.
Maneviyatta bir kural vardır: Büyük sıçrayışlar, büyük düşüşlere, hatta çakılmaya neden olur. Maneviyatta yükselmek isteyen kişi, bunu basamaklar halinde, sindirerek yapmak durumundadır. Altın Buzağı olayı bunun ilk örneğidir. Ama tek değildir. Bu olay sonrasında halk, dersi acılı yoldan almıştır. Daha birçok konuda gelişme göstermesi gerekecektir ve bu hiç kolay değildir. Sinay’da Tanrı’ya bağlılıklarını ilan edip, Mişkan için büyük fedakârlıklar gösterdikten sonra artık her şey yerli yerine oturmuş görünmektedir. Ama işte bir gün, Tanrı, Moşe’ye “Artık bu dağda oturduğunuz yeter” demiştir (Devarim 1:6- 7). “Sizi Mısır’dan burada kalmanız için çıkarmadım. Hakkında atalarınıza yemin ettiğim bir Ülke var. Gidin, savaşın, orayı fethedin, orayı ekin, binalar inşa edin, geliştirin, size verdiğim Tora’yı en iyi orada uygulayabilirsiniz.”
Her şey tıkırında giderken birden yüzleşmeleri gereken bir takım zorlukların söz konusu olduğunu görmüşlerdir. Bu, onlarda Mısır “özleminin” tutuşması için yeterlidir. Bamidbar kitabı boyunca tüm şikâyet ve isyanlarda ortak yan, “Mısır’da böyle dertlerimiz yoktu” tezidir. “Belki orada çok büyük lüks içinde yaşamıyorduk; ama en azından vermemiz gereken kararlar yoktu. Uymamız gereken mitsvalar yoktu. Girmemiz gereken mücadeleler yoktu. Dayak yiyorduk, sinmiştik, kimliğimiz yoktu – ama bari ekmeğimiz garantiydi...” ve daha birçok söz. Nehirde boğulan çocuklar bir anda unutulmuştur.
Onlar Mısır’dan çıkmışlardır; ama Mısır hâlâ onların içindedir. Casusların getirdikleri rapor, duruma noktayı koyar. Halk tüm zaafını boş yere ağlayarak sergiler. Erets- Yisrael’e girmek istememektedirler. Tanrı da onlara istediklerini verir: “İstemiyorsunuz... Öyleyse orayı görmeyeceksiniz; çocuklarınız görecek, orayı onlar miras alacak.”
Tüm bunlar, Mısır’dan çıkan neslin yüksek manevi düzeylere eriştikleri gerçeğiyle çatışmakta değildir. Hatta belki de Hahamlarımız’ın öğrettikleri “Bir kişi ne kadar büyükse, Kötü Dürtüsü de o kadar kuvvetlidir” prensibinin en kuvvetli örneğidir bu nesil. Kırk yıllık bir süreçte meydana gelen olayların sınırlı sayıda olduğunu akılda tutmak gerekir. Böyle bir sürede, böylesi kalabalık bir halkın, [ne kadar mucizevi yardım olsa, yine de] çöl ortamında sadece birkaç kez hataya düşmesi – bu hataların bazıları ne kadar hayati olsa da – o neslin yüksek düzeyinin bir “göstergesidir” [ve günahların bazılarının, halkın sadece küçük bir kısmıyla sınırlı kaldığını da söylemek gerekir]. Ama belki de en iyi “kanıt”, Tanrı’nın bu nesil hakkında Peygamber Yirmeyau aracılığıyla aktardığı şu sözleridir: “Gençliğindeki sadakatini, gelinlik günlerindeki sevgini – çölde; ekilmemiş topraklarda arkamdan gelişini – senin adına hatırladım. Yisrael, Tanrı için kutsaldır!” (Yirmeyau 2:2- 3).
Kitapta anlatılan olaylara baktığımızda bir nokta gözden kaçmayacaktır. Kitap boyunca, “Tanrı’nın Sözü’ne göre kamp kurup Tanrı’nın Sözü’ne göre yola çıktıkları”ndan başka, Bene- Yisrael hakkında olumlu hiçbir şey görülmemektedir. Kitap Bene- Yisrael’e karşı eleştiri için mükemmel bir kaynaktır. Hatta çağdaş bir Haham’ın söylediği gibi, “Bu kitabın telif sahibinin Tanrı olduğunu bilmeseydim, mutlaka yazarın bir antisemit olduğu sonucuna varırdım!”
Biraz düşünürsek, abartı gibi görünen bu deyiş, tamamen yersiz değildir. Bamidbar kitabında, sadece üç gün içinde şikâyete başlayan, gördüğü ceza henüz tazeyken et yeme arzusuyla tutuşan, Tanrı’nın Sözü’ne güvenmeyip Erets- Yisrael’e casuslar gönderilmesinde ısrar eden, onların raporu sonucunda Mısır’a dönmek isteyen bir halktan bahsedilmektedir. Nereden bakılırsa bakılsın, okuyucunun gözünde bu halk yerden yere vurulmaktadır. Biraz daha üstü kapalı, biraz daha sempatik şeyler yazılamaz mıydı? Bunların hepsini tek tek söylemek mi gerekirdi? Bu halkın hiç mi iyi yanı yoktu? Neden bu yanlar ön plana çıkarılıp, olumsuzluklardan hiç bahsetmemek ya da sadece şöyle bir değinmek tercih edilmemiştir? Şu bir gerçektir ki, dünyada bir ulus kendi tarihini yazıyorsa, mutlaka bunu özellikle olumlu yönleriyle dile getirmeyi tercih eder. Yok eğer tarihinde göz ardı edilemeyecek, reddedilemeyecek olumsuz bir yan varsa, bu kez o olumsuzluğu oluşturan kişileri kendisinden saymaz, ya hain ilan eder ya da aradaki tüm bağı reddederek onun bir devamı olmadığını önemle vurgular.
Bu konuda tek bir ulus, tek bir inanç istisnadır: Yahudiler ve Yahudilik. Tora’da ve Tanah’ta süper kahramanlar bulmak mümkün değildir. Herkes hataya düşebilir – ve düşmüştür de. Elbette herkes kendi düzeyinde düşmüştür – ama düşmüştür. Tora, Moşe Rabenu’yu bile sertçe eleştirmektedir. Tanah’ta eleştiriden kaçabilmiş tek bir büyük Yahudi yoktur.
Neden? Tanah neden Yahudiler’e karşı bu kadar acımasızdır?
Cevap basittir. Yahudiler insanüstü varlıklar olmadıklarına göre, kendi tarihlerini kendileri yazmış olsalar, kendi inançlarını kendileri oluşturmuş olsalar, elbette diğer örneklerden hiçbir farkları olmayacak, kitapları süper kahramanlar içerecek, tarihlerinde eleştirilecek hiçbir şey olmayacaktı. Ama böyle değildir. Çünkü bu kitabı onlar yazmamıştır; peygamberlerin sert azarlamalarını onlar kaleme almamıştır. Bir ulusun eksilerini, ancak o ulus hakkında tamamen objektif olan bir Yazar bu kadar açık bir dille ortaya koyabilir: Tanrı.
Tora’nın tek ve değişmez bir Yazarı vardır. Her şeyi eksileri ve artılarıyla gören, zaten iyi bir şey olan artıların üzerinde çok durmayıp, değişmesi ve düzelmesi gereken eksileri ön plana çıkaran objektif, kimseye ayrıcalık tanımayan, eleştirirken sözünü sakınmayan bir Yazar’dır Tanrı. İşte bu yüzden Tora’da “büyük insanlar” vardır; ama her yönüyle mükemmel kahramanlar yoktur.
O zaman akla bir soru gelecektir. Madem kimse hatasız değil, “büyük insanları” “büyük” yapan nedir? Bunun cevabını, Kral Şelomo, Mişle kitabında vermektedir: “Ki Şeva Yipol Tsadik, Vakam – Çünkü Yedi Kez Düşer Tsadik, Ve Kalkar” (Mişle 24:16). Bir insanı tsadik ve büyük insan yapan şey hiç düşmemesi değildir – zira böyle bir şey mümkün değildir. Onu büyük yapan, çok kez düşse bile, düştüğünde kalkmayı, yükselmeyi bilmesidir.
İnsan hayatı sürekli yükselen bir grafik değildir. Her gün, her saat, her saniye, insan sınavdan geçmektedir. Sınavların büyüklüğü kişiye göre değişiklik gösterir. Fakir bir kişinin sınavıyla, zengin bir kişinin sınavı aynı değildir. Bunun gibi her insan kendi düzeyine göre sınava tabi tutulur. Sınavların amacı onu daha iyi biri haline getirmektir. Bazen başarılı olmayabilir. Hataya düşebilir. Hatta beklemediği kadar büyük bir düşüş yaşayabilir. Eğer o düşüşten toparlanmayı başarıyor ve tekrar yükselmeye, Tanrı’ya daha çok bağlanmaya, daha çok mitsvayı aktif olarak yerine getirmeye başlıyorsa, yaptığı hatayı olumlu bir ders vesilesi olarak görüp, yükseklere ulaşmak için bir sıçrama tahtası haline getirebiliyorsa – işte o kişi büyük bir insan olabilir.
Mısır’dan çıkan nesil, gerçekten büyük ve kutsal insanlardır. Ancak birer insandırlar. Hem de çok zorlu bir geçmişten gelen insanlardırlar.
Bize düşen görev, kendimize Tanah’taki büyük insanların büyüklüklerini, düşseler bile kalkma yeteneklerini örnek almaktır. Zira onların düşüşlerinden bahsedilmesinin tek verimli amacı budur.
Günümüzde, 2000 yıllık sürgün boyunca belki de en rahat ve hoşgörülü ortamda yaşamaktayız. Tanrı bize, 2000 yıl boyunca hiçbir neslin sahip olmadığı fırsatlar tanımıştır. Esas soru, bugün, Yahudi yaşamımızda ve toplumumuzda bu fırsatı nasıl değerlendireceğimiz konusudur.