Nüfus sayımları kitapta belirgin bir yere sahip olmasına rağmen , kitabın özünü oluşturmaz. Bu açıdan belki de kitabın genel olarak kullanılan ismi, Bamidbar Çölde daha ayırt edici bir başlık gibi görünmektedir. Zira görüldüğü üzere kitapta anlatılan olayların tümü, Bene- Yisraelin Sinay dağından çıkıp Erets- Yisraelin kıyısına kadar geldiği, aslında kısa olması gerekirken oldukça uzayan çöl yolculuğu sırasında meydana gelmiştir
Bamidbar kitabının amacı, Toranın genel amacıyla aynıdır. Bu kitap, Bene- Yisraelin, Erets- Yisraeli miras almadan önce çölde yaşadıkları tecrübeleri ve yaptıkları hataları açıklamakta, bizler için önemli yaşam dersleri içermektedir. Bu olaylar, yüzeysel değil, derinlemesine incelendiği takdirde, insan psikolojisi, maneviyatta yükseliş ve düşüş ve daha birçok konuda temel nitelikte dersler için mükemmel birer kaynaktır.
Sürekli mucizelere tanık olan bir halkın şikâyetleri, isyanları, Tanrıya gösterdiği güvensizlik, herhalde bu kitapta tanımlanandan daha sert ve eleştirel bir dille tanımlanamaz. Acaba Tanrıya bizzat şahit olmuş Bene- Yisrael, Onun Sesini duymuş Bene- Yisrael, Tanrının Mısıra yaptıklarını gözleriyle görmüş olan Bene- Yisrael, her gün yiyeceği gökten gelen Bene- Yisrael, bu kitapta okuduğumuz Bene- Yisrael ile aynı halk olabilir mi? Dor Dea [Tanrı Hakkında Kesin] Bilgi Nesli olarak adlandırılan bu nesil, nasıl olmuş da, en büyük manevi yüksekliklerden, bu şekilde düşebilmiştir?
Mısırdan çıkan, Tanrıya tanık olma mertebesine erişen nesil, neden mi hatalar, hatta ölümcül hatalar yapmıştır? İnsan oldukları için. Köle olarak doğmuş, köle olarak yaşamış bir neslin, birkaç gün içinde, daha kısa bir süre önce kendilerini kırbaçla, sözle, dehşetle, cinayetle aşağılayan efendilerine karşı kahraman savaşçılar kesilmelerini bekleyemeyiz. Ve bu fiziksel güç düzeyinde doğruysa, manevi psikoloji düzeyinde çok daha doğrudur. Hahamlarımız, Bene- Yisraelin, Mısırdayken, oradaki berbat kültürün yok edici etkisiyle Kırk Dokuz Tuma Kapısını geçtiklerini, ellinci kapıyı geçmek ve tamamen yok olmak üzereyken Tanrı tarafından kurtarıldıklarını öğretirler. Torayı almak için sadece elli günlük bir rehabilitasyon süreci geçirip, Torayı almaları, daha çok kısa bir süre önce tüm ümitleri sönmek üzere olan bu nesil için belki müthiş bir rüya gibi olmuştur. Özellikle Tanrının Sesini duydukları Sinaydaki muhteşem ışık ve ses gösterileri onları şüphesiz eşsiz bir vecde ulaştırmıştır. Ama bu, o gün için doğrudur. Ertesi gün, hava pırıl pırıldır, artık ne şimşek, ne gök gürültüsü vardır, ne de Tanrının Sesi. Evet, artık Mısırlılar yoktur. Evet, her gün yiyecek ve su yanlarında hazırdır. Evet, onur bulutları onlara konfor sağlamakta, geceleri ateş sütununun ışığıyla aydınlanmaktadırlar. Fakat tüm bunlar onların geçmişini silmekte midir? İnsani zaaflarını, ihtiyaçlarını ve doğal endişelerini tamamen ortadan kaldırabilmekte midir? Elbette hayır.
Maneviyatta bir kural vardır: Büyük sıçrayışlar, büyük düşüşlere, hatta çakılmaya neden olur. Maneviyatta yükselmek isteyen kişi, bunu basamaklar halinde, sindirerek yapmak durumundadır. Altın Buzağı olayı bunun ilk örneğidir. Ama tek değildir. Bu olay sonrasında halk, dersi acılı yoldan almıştır. Daha birçok konuda gelişme göstermesi gerekecektir ve bu hiç kolay değildir. Sinayda Tanrıya bağlılıklarını ilan edip, Mişkan için büyük fedakârlıklar gösterdikten sonra artık her şey yerli yerine oturmuş görünmektedir. Ama işte bir gün, Tanrı, Moşeye Artık bu dağda oturduğunuz yeter demiştir (Devarim 1:6- 7). Sizi Mısırdan burada kalmanız için çıkarmadım. Hakkında atalarınıza yemin ettiğim bir Ülke var. Gidin, savaşın, orayı fethedin, orayı ekin, binalar inşa edin, geliştirin, size verdiğim Torayı en iyi orada uygulayabilirsiniz.
Her şey tıkırında giderken birden yüzleşmeleri gereken bir takım zorlukların söz konusu olduğunu görmüşlerdir. Bu, onlarda Mısır özleminin tutuşması için yeterlidir. Bamidbar kitabı boyunca tüm şikâyet ve isyanlarda ortak yan, Mısırda böyle dertlerimiz yoktu tezidir. Belki orada çok büyük lüks içinde yaşamıyorduk; ama en azından vermemiz gereken kararlar yoktu. Uymamız gereken mitsvalar yoktu. Girmemiz gereken mücadeleler yoktu. Dayak yiyorduk, sinmiştik, kimliğimiz yoktu ama bari ekmeğimiz garantiydi... ve daha birçok söz. Nehirde boğulan çocuklar bir anda unutulmuştur.
Onlar Mısırdan çıkmışlardır; ama Mısır hâlâ onların içindedir. Casusların getirdikleri rapor, duruma noktayı koyar. Halk tüm zaafını boş yere ağlayarak sergiler. Erets- Yisraele girmek istememektedirler. Tanrı da onlara istediklerini verir: İstemiyorsunuz... Öyleyse orayı görmeyeceksiniz; çocuklarınız görecek, orayı onlar miras alacak.
Tüm bunlar, Mısırdan çıkan neslin yüksek manevi düzeylere eriştikleri gerçeğiyle çatışmakta değildir. Hatta belki de Hahamlarımızın öğrettikleri Bir kişi ne kadar büyükse, Kötü Dürtüsü de o kadar kuvvetlidir prensibinin en kuvvetli örneğidir bu nesil. Kırk yıllık bir süreçte meydana gelen olayların sınırlı sayıda olduğunu akılda tutmak gerekir. Böyle bir sürede, böylesi kalabalık bir halkın, [ne kadar mucizevi yardım olsa, yine de] çöl ortamında sadece birkaç kez hataya düşmesi bu hataların bazıları ne kadar hayati olsa da o neslin yüksek düzeyinin bir göstergesidir [ve günahların bazılarının, halkın sadece küçük bir kısmıyla sınırlı kaldığını da söylemek gerekir]. Ama belki de en iyi kanıt, Tanrının bu nesil hakkında Peygamber Yirmeyau aracılığıyla aktardığı şu sözleridir: Gençliğindeki sadakatini, gelinlik günlerindeki sevgini çölde; ekilmemiş topraklarda arkamdan gelişini senin adına hatırladım. Yisrael, Tanrı için kutsaldır! (Yirmeyau 2:2- 3).
Kitapta anlatılan olaylara baktığımızda bir nokta gözden kaçmayacaktır. Kitap boyunca, Tanrının Sözüne göre kamp kurup Tanrının Sözüne göre yola çıktıklarından başka, Bene- Yisrael hakkında olumlu hiçbir şey görülmemektedir. Kitap Bene- Yisraele karşı eleştiri için mükemmel bir kaynaktır. Hatta çağdaş bir Hahamın söylediği gibi, Bu kitabın telif sahibinin Tanrı olduğunu bilmeseydim, mutlaka yazarın bir antisemit olduğu sonucuna varırdım!
Biraz düşünürsek, abartı gibi görünen bu deyiş, tamamen yersiz değildir. Bamidbar kitabında, sadece üç gün içinde şikâyete başlayan, gördüğü ceza henüz tazeyken et yeme arzusuyla tutuşan, Tanrının Sözüne güvenmeyip Erets- Yisraele casuslar gönderilmesinde ısrar eden, onların raporu sonucunda Mısıra dönmek isteyen bir halktan bahsedilmektedir. Nereden bakılırsa bakılsın, okuyucunun gözünde bu halk yerden yere vurulmaktadır. Biraz daha üstü kapalı, biraz daha sempatik şeyler yazılamaz mıydı? Bunların hepsini tek tek söylemek mi gerekirdi? Bu halkın hiç mi iyi yanı yoktu? Neden bu yanlar ön plana çıkarılıp, olumsuzluklardan hiç bahsetmemek ya da sadece şöyle bir değinmek tercih edilmemiştir? Şu bir gerçektir ki, dünyada bir ulus kendi tarihini yazıyorsa, mutlaka bunu özellikle olumlu yönleriyle dile getirmeyi tercih eder. Yok eğer tarihinde göz ardı edilemeyecek, reddedilemeyecek olumsuz bir yan varsa, bu kez o olumsuzluğu oluşturan kişileri kendisinden saymaz, ya hain ilan eder ya da aradaki tüm bağı reddederek onun bir devamı olmadığını önemle vurgular.
Bu konuda tek bir ulus, tek bir inanç istisnadır: Yahudiler ve Yahudilik. Torada ve Tanahta süper kahramanlar bulmak mümkün değildir. Herkes hataya düşebilir ve düşmüştür de. Elbette herkes kendi düzeyinde düşmüştür ama düşmüştür. Tora, Moşe Rabenuyu bile sertçe eleştirmektedir. Tanahta eleştiriden kaçabilmiş tek bir büyük Yahudi yoktur.
Neden? Tanah neden Yahudilere karşı bu kadar acımasızdır?
Cevap basittir. Yahudiler insanüstü varlıklar olmadıklarına göre, kendi tarihlerini kendileri yazmış olsalar, kendi inançlarını kendileri oluşturmuş olsalar, elbette diğer örneklerden hiçbir farkları olmayacak, kitapları süper kahramanlar içerecek, tarihlerinde eleştirilecek hiçbir şey olmayacaktı. Ama böyle değildir. Çünkü bu kitabı onlar yazmamıştır; peygamberlerin sert azarlamalarını onlar kaleme almamıştır. Bir ulusun eksilerini, ancak o ulus hakkında tamamen objektif olan bir Yazar bu kadar açık bir dille ortaya koyabilir: Tanrı.
Toranın tek ve değişmez bir Yazarı vardır. Her şeyi eksileri ve artılarıyla gören, zaten iyi bir şey olan artıların üzerinde çok durmayıp, değişmesi ve düzelmesi gereken eksileri ön plana çıkaran objektif, kimseye ayrıcalık tanımayan, eleştirirken sözünü sakınmayan bir Yazardır Tanrı. İşte bu yüzden Torada büyük insanlar vardır; ama her yönüyle mükemmel kahramanlar yoktur.
O zaman akla bir soru gelecektir. Madem kimse hatasız değil, büyük insanları büyük yapan nedir? Bunun cevabını, Kral Şelomo, Mişle kitabında vermektedir: Ki Şeva Yipol Tsadik, Vakam Çünkü Yedi Kez Düşer Tsadik, Ve Kalkar (Mişle 24:16). Bir insanı tsadik ve büyük insan yapan şey hiç düşmemesi değildir zira böyle bir şey mümkün değildir. Onu büyük yapan, çok kez düşse bile, düştüğünde kalkmayı, yükselmeyi bilmesidir.
İnsan hayatı sürekli yükselen bir grafik değildir. Her gün, her saat, her saniye, insan sınavdan geçmektedir. Sınavların büyüklüğü kişiye göre değişiklik gösterir. Fakir bir kişinin sınavıyla, zengin bir kişinin sınavı aynı değildir. Bunun gibi her insan kendi düzeyine göre sınava tabi tutulur. Sınavların amacı onu daha iyi biri haline getirmektir. Bazen başarılı olmayabilir. Hataya düşebilir. Hatta beklemediği kadar büyük bir düşüş yaşayabilir. Eğer o düşüşten toparlanmayı başarıyor ve tekrar yükselmeye, Tanrıya daha çok bağlanmaya, daha çok mitsvayı aktif olarak yerine getirmeye başlıyorsa, yaptığı hatayı olumlu bir ders vesilesi olarak görüp, yükseklere ulaşmak için bir sıçrama tahtası haline getirebiliyorsa işte o kişi büyük bir insan olabilir.
Mısırdan çıkan nesil, gerçekten büyük ve kutsal insanlardır. Ancak birer insandırlar. Hem de çok zorlu bir geçmişten gelen insanlardırlar.
Bize düşen görev, kendimize Tanahtaki büyük insanların büyüklüklerini, düşseler bile kalkma yeteneklerini örnek almaktır. Zira onların düşüşlerinden bahsedilmesinin tek verimli amacı budur.
Günümüzde, 2000 yıllık sürgün boyunca belki de en rahat ve hoşgörülü ortamda yaşamaktayız. Tanrı bize, 2000 yıl boyunca hiçbir neslin sahip olmadığı fırsatlar tanımıştır. Esas soru, bugün, Yahudi yaşamımızda ve toplumumuzda bu fırsatı nasıl değerlendireceğimiz konusudur.