Japonya`yi adim adim keşfetmek

İki hafta boyunca Japonya`nın farklı şehirlerini keşfetme fırsatı buldum. Japonya`nın beni oldukça etkilediğini itiraf etmeliyim. Bu kendine has olan ada ülkeyi kesinlikle görülmesi gereken yerler listenize eklemenizi tavsiye ederimIşık SİVİL KARAKOÇ

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Geçen yıl Şeker Bayramı’nda iki hafta boyunca Japonya’da bulundum. Japonya’ ya varışta Osaka ayrılırken Narita Havaalanlarını kullandık. Böylece güneyinden orta kuzeyine kadar Osaka, Kyoto, sanayi şehri Hamamatsu ve Tokyo’ yu görme şansımız oldu. Osaka Havaalanına iner inmez farklı bir ülkede olduğunuzu fark ediyorsunuz. Öncelikle yaşlı bir Japon güler yüzü ile doğru sıraya girmeniz için sizi büyük bir iyi niyetle yönlendiriyor ve sükûnet içinde pasaport işlemlerinizi tamamlıyorsunuz. Bu arada koca bir pankart gözünüze çarpıyor: “11 Eylül’den sonra artan güvenlik önlemlerinden dolayı verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz.” Bu uyarıya rağmen güvenlik önlemleri Türkiye’ye nazaran çok daha az zahmetli ve ultra modern. Medeni bir ülkeye geldiğinizin ilk sinyallerini bu noktadan hissedebiliyorsunuz. 
Rahatlıkla tren, metro, otobüs gibi ulaşım araçlarıyla şehir merkezine ulaşıyorsunuz. Farklı bir kente geçmek istediğiniz zaman ise saatte 300 km yol alan, geniş, konforlu ve temiz hızlı fakat uçak kadar pahalı trenlerle İstanbul İzmir gibi bir mesafeyi 2 saatte kat edebiliyorsunuz.  Her durakta gelinen yer ve bir sonraki durak anons ediliyor. Aralarda ise Japonca reklam anonsları yapılıyor. Biletleri kontrol eden görevli kopartmana girerken ve kimse ona bakmamasına rağmen çıkarken de selam veriyor. Trenlerde herkes muhakkak okuyor veya ellerinden bırakmadıkları şık ajandaları ile uğraşıyor. Trenler hep saatinde kalkıyor. Şehir merkezlerindeki tren istasyonlarındaki karmaşık güzergâhlar kafa karıştırsa da, binmek istediğiniz treni renkli işaretlemeleri takip ederek rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Zorlandığınız durumlarda Japonlar her ne kadar İngilizce konuşamadıkları için sıkılsalar da size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Konuşamasalar bile sürekli size gülümsüyorlar. Tokyo’daki ana tren ve metro merkezi yeraltı yapısı ayrı bir şehir izlenimi veriyor. Binlerce kişi trenlerden iniyor, metroya biniyor, arada yemek yiyip alışveriş yapıyor.  Japonya’da sokaklar temiz ve yollar geniş.  Yol çalışması olsa bile, önlemler yeterli. Hemen herkes trafik kurallarına uyuyor, yayalara yol veriliyor ve yol sıkışsa bile kimse kornaya saldırmıyor. Japonya iç pazarı için yapılmış olan, çizgi romanlardan çıkmış gibi duran küçük arabalar, geniş ve rahat taksiler trafiğin rutinleri arasında yer alıyor.  Sokakta yürürken kimse kimseye bakmıyor, bakıyorlarsa bile çaktırmadan yapıyorlar. Mendil satan, dilenen kimse yok. Evsizler bile kesinlikle dilenmiyorlar, akşam olduğunda kendilerine kartondan bir köşe hazırlayıp kitap okuyorlar. 
Genel olarak sokaklarda kilolu birilerine rastlamak hemen hemen imkânsız. Erkeklerde kadınlar da bakımlı, sadece çok gençler komik giyinmek konusunda hayli iddialı. Japon erkekleri kellik nedir bilmezken, tüm Japon kadınlarının saçları doğal olarak fönlü ve hepsinin istisnasız perçemi var. Kadınlar yürümekte güçlük çektikleri halde yüksek topuklu ayakkabıdan vazgeçmiyorlar. Her ne kadar çoğu kadın modern giyinse de etrafta çok şık ve pahalı kimonoları, beyaz çoraplı ve terlikleriyle geleneksel kıyafetli kadınları da görmek mümkün.
Yoğun çalışmalarına rağmen iş çıkışı ve hafta sonları muhakkak bir yerlere yemeğe, içmeye gidiyorlar ve sarhoş olmadan geceyi bitirmiyorlar.
Ne kadar içseler de sokakta taşkınlık yapan kimseyi göremiyorsunuz. Sarhoş oldukları en fazla yürüyüşlerinden belli oluyor. Yol üzerlerinde sıcak ve soğuk içecek makinelerinden para atarak istediğinizi içebiliyorsunuz.

Japonların başka bir çılgınlığı ise “Manga”lar (çizgi roman serileri) ve bu serilere ait oyuncaklar. Çizgi kahraman olan tüm karakterlerin istisnasız figürü var ve 7’den 70’e herkesin ilgi alanına giriyor. Sırf manga ve oyuncak satan mağazalar sürekli dolup taşıyor.
Sanayi şehri olan Hammamatsu Yamaha’nın müzik müzesinde, dünyada var olan tüm enstrümanları toplamışlar ve emin olun eksik bırakmamışlar. Her müzik aletinin nasıl ses çıkardığını da kulaklıklardan dinleyebiliyorsunuz. 
Japonya ve Japonlar hakkında söylenecek daha çok ayrıntı olsa da, kalanlar da artık gittiğinizde size sürpriz olsun.

Dünyanın en kalabalık ve modern şehri Tokyo
Dünyanın en kalabalık kentlerinden birisi olan Tokyo hızlı yaşayan bir yer. İmparatorluk Sarayı’nın etrafından genişleyerek büyüyen ve dev gökdelenlerle çevrili şehir merkezinde tüm gün hareketli… Gündüz bir yerden bir yere yürüyerek gitmeye çalışan muhakkak siyah takım elbiseli çalışanlar görebiliyorsunuz. Mesai saatlerinin bitmesi ile birlikte sokaklar, alışveriş merkezleri, restoranlar ve barlar dolup taşıyor.
Tokyo’daki ilk günümde İmparatorluk Sarayı’nın sadece devasa bahçesi halka ve ziyaretçilere açık olduğu için görme fırsatını bulduk ve “Son Samuray” filminin final sahnesinin çekildiği köprüde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik. Ama sırf sarayın bahçesinde dolaşmanın bile en az iki saat sürdüğünü belirtmeliyim. Pazar sabahları sarayın etrafındaki belli bir parkurda, isteyenlerin, bedava kiralanan bisikletlerle sarayın etrafında keyifli bir gezi yapmalarına izin veriliyor.

Yeni ve farklı seçeneklerdeki bisikletleri sadece kaldığınız ev veya otelin bilgileri ile hiçbir kaparo almadan vermeleri bile ne derece de uygar olduklarını anlamaya yeter. Sarayın hemen yakınında Tokyo’nun en ünlü caddesi olan Ginza’ ya yürünebiliniyor. N.Y. Manhattan veya Londra Bond Street’in Tokyo versiyonu olan bu caddede dünyanın en pahalı markalarının birer şubesini bulmak mümkün. Doğrusunu söylemek gerekirse Ginza benzerlerinden daha da zarif…
Son Samuray filmine ilham konusu olan ve reformist imparator Meiji döneminde yaşanan olayların geçtiği Ueno geleneksel pazarları, inanılmaz motosiklet dükkânları yanı sıra Tokyo Ulusal Müzesi ve Bilim Müzesi gibi çok büyük ve saygın müzelerin bulunduğu bir semt. Tokyo Ulusal Müzesi çok hızlı gezdiğimiz halde yarım günden fazla bir zamanımızı aldı. Bu geziden sonra Japonları ve kültürlerini biraz daha anladık ve yakınlık duyduk. Tokyo’daki diğer bir turistik mekân ise, Asakusa. Tokyo’nun en büyük tapınağı olan Sensoji Rahipleri Tapınağı burada bulunuyor; 7 yüzyılda inşa edilmiş. Oldukça gösterişli olan bina çevresinde ufak ufak dizili dükkânlarda hediyelik eşyalar satılıyor. Tapınağı gördükten hemen sonra oradan kalkan nehir turlarına katılabilirsiniz. Tura hava kararmasına yakın bindiğim için, devasa gökdelenlerin arasından kıvrılarak süzülmek, farklı farklı ve değişik renklerdeki köprülerin altından geçmek benim için oldukça ilginç bir deneyim oldu. Nehir gezisinin ardından, şehre gece manzarasını seyretmek için Tokyo Tower’a çıktık. Eiffel Kulesi şeklinde fakat daha uzun ve turuncu renkteki Tokyo Tower şehri tepeden izlemek için ideal bir yer. Yanınızda götürdüğünüz dijital fotoğraf makinesi gece çekimi için yetersiz kalırken, Japonların cep telefonlarının kameraları ile sizden daha net görüntü yakalıyor olmasına fazla takılmazsanız, en tepeye çıkıp inmek için gerekli bekleme süresini dert etmezseniz, manzaranın keyfini doyasıya çıkarabilirsiniz. 333 metrelik kulenin 150 metresinde 1. gözleme salonu var ki oldukça geniş bir mekân… 250 metrede ise ayrıca ücret ödenerek biraz heyecanlı bir asansör yolculuğuyla çıkılan 2. gözleme salonu var. Tamama yakını cam fakat küçük olan bu salondan Tokyo’ yu gece veya gündüz izlemenin tadı anlatılacak gibi değil…
Elektronik eşya ve alışveriş meraklıları için Akihabara semti insanın tüm gününü harcayabileceği bir yer. Bizim Eminönü ve Tahtakale’ den defalarca büyüklükte olan bu yerde, tüm elektronik eşyaların veya oyuncakların son modellerini görmeniz mümkün. Türkiye’de yeni olan bir model orada çoktan eski olmuş durumda. Bu nedenle burada son moda olan mesela bir kamerayı birkaç dükkân dolaşarak çok uygun bir fiyata bulma şansınız mevcut. Tabi orada daha da üst versiyonu olmasını hayretle izleyerek…
Özellikle cep telefonlarına bakınca ne kadar geride kaldığımızı görmek mümkün. Bir kere tüm cep telefonları istisnasız açılır kapaklı. Herkes 3G teknoloji ile görüntülü konuşuyor ve farklı sistemleri olduğu için sms yerine birbirlerine direkt mail atıyorlar. Tek bir tuşa bastığınızda bir sürü harf seçeneği açılmasına rağmen, klavye kullanımında oldukça hızlılar.

Kyoto’da bahar bir başkadır 
Osaka’dan önceki tarihi başkent ve UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen, İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikalıların da insafa gelerek bombalamadıkları tek önemli şehir olan tarihi Kyoto tek kelime ile büyüleyici bir kent. Her ne kadar artan nüfusla birlikte oldukça genişlemiş olsa da, şehrin mistik ve tarihi dokusu tamamen korunmuş. Gerçekten Japonya’ nın kalbine ve Japon kültürünün derinliklerine indiğinizi hissettiğiniz bir yer.
Ne yazık ki, Kyoto’ yu gezmek için çok az zamanımız vardı. Gezilecek mekânlar şehrin kuzey, güney, doğu ve batı noktalarına dağılmış olduğu için planladığımız her yeri görme şansına sahip olamadık, fakat gördüklerimin de beni büyülemeye yettiğini söyleyebilirim.  Tokyo’dan önce Japonya’nın başkenti olan şehir özellikle eski İmparatorluk Sarayı, ünlü tapınakları, zengin bahçeleri ve Oi nehri ile öne çıkıyor. Turist olarak rahatlıkla gezilebilecek olan şehirde hemen hemen kaybolmak imkânsız. Farklı dillerde yazılı olan tabelalar ve her yöne giden otobüs seferleri ile tüm şehri gezmek mümkün. Tek sorun yoğun saatlerdeki trafik.
Doğal güzelliği ile öne çıkan gümüş tapınak (Ginkaku- ji) 1489 yılında yapılmış. Her kadar gümüş ile kaplanması düşünülmüşse de bu hiçbir zaman yapılmamış. Tapınaktan öte, geceleri aydınlatması için tasarlanmış beyaz kumdan kuleler, iğne ile oyulmuş gibi duran her biri bir doğa şaheseri olan, toprak üzerinde sağlam kökleri görebildiğiniz asırlık ağaçlar, etrafa yayılan baş döndürücü doğanın tarif edilemez kokusu, çevrenizdeki farklı diller konuşan turist kalabalığına rağmen, sizi çarpıyor. Kesinlikle burası cennet olmalı diyorsunuz. 
İlk olarak 1397 yılında küçük bir gölün kenarına inşa edilmiş ve dönemin gücünü simgeleyen fakat 1950 yılında bir deli rahip tarafından yakıldıktan sonra aslına uygun olarak yeninden altın kaplama olarak inşa edilen Altın Tapınak (Kinkaku- ji) ve çevresindeki doğa örtüsü, saatlerde oturup seyretmeye değer bir görüntü.
Geyşaları ve geleneksel gece eğlenceleri, kendine özgü farklı bir yeme ve yaşam kültürüne sahip bir şehir özellikle kiraz çiçeklerinin açtığı ilkbahar veya sarı yaprakların kendini gösterdiği sonbaharda görmeye değer bir kent.

Kendini yeniden yaratan Osaka
Japonya’nın Tokyo’dan sonraki en büyük ikinci şehri olan Osaka, bugün hala ticari ve kültürel gücünü koruyor.
Osaka’nın sembolü kuşkusuz çok geniş bir alana yayılmış olan Osaka Sarayı. İkinci Dünya Savaşı sırasında hava saldırıları sonucu tamamen yerle bir olan şehirde bulunan saray en son 1997 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Dıştan tamamen geçmişin izlerini taşırken, binanın iç kısmı modern bir müze şeklinde tasarlanmış. Osaka Sarayı, Japon halkını birleştiren ilk hükümdar olan Hideyoshi Toyotomi tarafından ilk olarak 1585 inşa ettirilmiş. Müzede, yoksul bir köylü olarak doğan daha sonra hükümdarlığa kadar yükselen ve oldukça gaddar olan Hideyoshi Toyotomi’nin hayatından bazı kesitler hologram ekranı yardımı ile canlandırılmış. Toyotomi’nin ölümünün ardından ülke tarihinin en önemli savaşlarından biri sayılan yaz ve kış savaşı diorama maketler yardımı ile canlandırılmış. Tüm gününüzü geçirebileceğiniz bu müzede, eski hükümdarlara ait birçok kıyafet ve eşya da sergileniyor. Kalenin çatı bölümünden ise güzel bir Osaka manzarası görmek mümkün. Osaka, ayrıca, geleneksel suşi yemekleri, Kabuki tiyatrosu ve çay seremonisinin doğuş yeri. Deniz ürünleri konusunda oldukça iddialı olan bu şehirde balık yemeden ayrılmamanızı tavsiye ederim. Turistleri bu şehre en çok çeken kuşkusuz dünyanın en büyük akvaryumunun bu kentte bulunması. 9 metre derinliğindeki en büyük havuzunun yanı sıra Pasifik Okyanusu etrafındaki farklı yaşam alanlarını içiren 14 adet farklı havuz bulunuyor. Bu akvaryumda ayrıca büyük mavi balinayı da görmek mümkün.

Ne yenir ne içilir?
Japonya’da çoğu restoranın önünde “spesiyal” olan yemeklerinin plastikten yapılmış maketlerini sergileniyor. Böylece birçok kişi maketine bakarak yemeklerini seçiyor. İyi yemek konusunda oldukça titiz olan Japonlar yemek hazırlama işini bir onur meselesi olarak gördükleri için zehirlenmeniz imkânsız.
Oldukça zengin bir yemek kültürüne sahip olan Japonya’da pek aç kalmanız da mümkün değil. Suşi barlar Japonya da fast food olarak kabul ediliyor. Deniz ürünleri haricinde de geniş seçenekler mevcut. Kendilerine has şarapları, “biiru” isimli kuru içimli biraları ve meşhur “Sake”leri (pirinç rakısı) dilediğiniz yemek alternatifinin yanında öğlen yemeğinden itibaren alınabilmekte. İstediğinizde çatal getirseler de, yemekler çubukla yenecek şekilde hazırlandığı için bir süre sonra çubuk kullanmaya da alışıyorsunuz.
Her ne kadar “geleneksel çay seremonisi” izleme fırsatını bulamasak da her gün, günün her saati içtiğimiz değişik türdeki çaylar bizi evimizden uzak hissettirmedi.