İran`ın nükleer çalışmaları ve Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad`ın özellikle İsrail`i hedef alan açıklamaları, dünya kamuoyunu endişelendiriyor. Jerusalem Post yazarlarından Amnon Rubinstein konu ile ilgili düşüncelerini aktardığı “İsrail ve İran tehditi” isimli analizi oldukça ilgi çekiciÇeviri: Sezin Eskinazi
Peki İsrail ne yapmalı?
Uzun seneler boyunca İsrail ulusal güvenlik güçlerinin geleneksel savaşta hep Arap ülkelerinin ordusuna karşı galip gelmesini istedik. Arap ordularından gelebilecek başka bir saldırıya karşı önlem alabildik, Mısır ve Ürdünle barış anlaşmaları imzaladık.
Şimdi ise İsraile karşı duyulan kinin geleneksel savaştan farklı bir şeklini görüyoruz: ağır hasara neden olan uzun menzilli silahların geliştirilmesi, sivilleri hedef alan roketler ve terör saldırıları.
Tüm bu tehlikelerin sebebi İran olabilir; fakat bunun da ötesinde en korkunç olanı bunun nükleer bir tehdit olması. Güvenlik güçlerimiz nükleer tehdide karşı önlemler almış olsa bile, İranın Müslüman- Şii hükümdarlığını yeniden kurma isteği İsrailin terörle mücadelesindeki dengesini zayıflatabilir.
Daha kötüsü, İran nükleer gücünü uluslararası baskıya istinaden geciktirse dahi, bu yalnızca İranın nükleer bomba üzerindeki başarısına bir süreliğine engel olabilir.
Müslüman ülkeler kendi silahlarını kendileri geliştirirlerse Libya nükleer gelişime tüm ülkelerden daha yakın Ortadoğu nükleer bir üremeyle karşı karşıya kalacaktır. Eninde sonunda güçlü Müslüman ülkeleri nükleer silahları direkt satın alacak ya da üretimine başlamak için ekspertiz alacaklardır.
Nükleerleşmiş bir Ortadoğuda İsrailin geleneksel savaştaki sınırı ortadan kalkarak, zayıflığı vurgulanacaktır. Bunun sonrasında günün birinde konuşup güvenebileceğimiz birileri olursa, İsrail kendisi dahil tüm Ortadoğuyu silahsızlandırmak için çalışmalarına başlayacaktır. 1950 ve 1960lar zamanındaki yağmurlu güne geri dönüş için yaptığımız hazırlıklar, bir yanılgı olarak karşımıza çıkacaktır.
O gün gelene değin, İsrail kendini iki şekilde savunmalıdır: öncelikle anti- misil sistemi için ulusal bir gayret göstermelidir. Savunma bakanı geçtiğimiz günlerde İsrailin bölgeye atılan roketlerin %90ının engellenebileceğini söyledi. Bu yüreklendirici; fakat bu oranı yükseltmek için çaba sarf etmeliyiz. Uzmanlara göre bu yapılabilir. Başarı, kaynaklara yapılan yatırımlarla doğru orantılıdır.
İkinci savunma yolu ise, düşmanı yıldırmak. Bu caydırma politikası ancak İsrailin tercihen NATO bağlamında büyük bir savunma sistemi haline gelmesiyle başarılı olabilir. Bu durum Arap- Müslüman dünyasına İsrailin kendisini tek başına değil, güçlü ortaklarla savunduğunu gösterir.
Kabul edelim ki, bu Ahmedinecadı etkilemez; fakat İran liderliği arasında NATO ile çarpışma fikri bir yıldırma yaratabilir.
Bu isteğin herhangi bir taviz vermeden ve Annapoliste düzenlenecek olan uluslararası barış konferansından önce dile getirilmesi çok önemli. Filistinlilere sağlanan imtiyazların uygulanması kolay değil: Gazze topraklarından çekilirken neler olduğunu gördük. Filistinlilerle yapılacak muhtemel bir barış anlaşmasının İsraile düzenlenen terör saldırılarını engelleyeceğine dair bir garantisi yok. Buna örnek olarak, Filistinlilerin Sderot ve Negevin batısını elinde bulundurmasını verebiliriz.
Bu dengeyi kurmak, Filistinlilerle bir anlaşma imzalamaktan daha öte bir anlam taşıyor. Anlaşma NATO bağlamında stratejik güvenlik düzenlemeleriyle birlikte yapılmalıdır.
Bunu sağlamak için, Filistin Özerk Yönetimi ile kurulacak paralel bir ortaklığın önceliğini reddetmemeliyiz. Bunun yanı sıra İsrail ancak diğer Arap ülkeleriyle de işbirliği yaparak başarılı olabilir.
Ahmedinecad Annapolisteki konferansta fiziksel olarak bulunmayacak; fakat tehditleri orada olacak. Bu tehditlere cevap ancak Filistinlilerle ortak olarak, savunma anlaşmalarıyla birlikte verilebilir. Ancak bu tür bir anlaşma, İsraile karşı var olan tehlikelerin azalmasını sağlayabilir.