2006 yılının Şubat ayında, Amerika Birleşik Devletinin Avrupa ile ilişkilerinden sorumlu Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ronald Asmusun öneri niteliğindeki bir makalesi ABDnin önde gelen gazetelerinden The Washington Postda yayımlandı.Ronald Asmus satırlarında, NATOnun İsrail ile ilişkilerini hızlı bir şekilde iyileştirme sürecine girmesini, hatta İsraile tam üyelik verilmesini önerdi.
İsrailin NATO ile böyle bir ilişki içinde girme isteği her geçen gün kendini daha fazla gösteriyor, diyen Asmus bu konudaki önerisinin dayanağını ve tarihçesini şöyle açıklıyor;
Yaklaşık iki yıl önce, bir grup İsrailli benden İsrail- NATO diyaloğunun geliştirilmesine yardımcı olmamı istedi. O zamanlarda bu fikir birçoklarına uçuk geliyordu. Ben de İsrailli meslektaşlarıma Hangi koşullar altında İsraili NATO üyesi olarak görebiliyorsunuz? diye sordum; önüme iki senaryo sundular. Birinci senaryoda; İsrail Filistinlilerle barış sürecinde final adımlara doğru ilerler ve NATO ile ileri düzey ilişkiler, İsrail halkını barış konusunda ikna etmek için kullanılabilecek noktalardan biri olur. İkinci senaryoda ise İranın baş edilemeyecek kadar güçlü bir nükleer güce sahip olduğu takdirde İsrailin kendi güvenliği için Batıdan ve NATOdan yardım istemek zorunda kalacak.
Dört sene öncesinin uçuk fikri geçtiğimiz sene ilginç, bu sene ise gündem oldu.
Geçtiğimiz haftalarda Herzliyada gerçekleşen Yıllık NATO- İsrail Sempozyumunda söz alan İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, İsrailin bu güvenlik teşkilatı ile olası ilişkisinden bahsederken şu sözleri kullandı;
NATO, Soğuk Savaşın ilk dönemlerinde, Batı dünyasının özgürlük ve demokrasi gibi değerlerini korumak amacıyla kurulmuştur. İsrail de, demokratik olmayan bir bölgede, tamamiyle demokratik bir devlet olarak doğmuştur. Bu kapsamda, İsrail NATOnun temsilcisi olduğu değerlerin Ortadoğudaki koruyucusu olmuştur. İsrail ve NATO, demokrasi konusunda ortak oldukları gibi, aşırılara karşı mücadelede de ortak amaçlara sahip olmuşlardır.
İsrail NATO ile ileri düzeyde resmi bir ilişki kurma arayışındadır. Bu arayış, İsrailin uluslararası kamuoyundaki diplomatik prestijini daha üst seviyelere getirmek amacında olan dış işleri politikasının bir parçasıdır.
İsrailin, bu güvenlik organizasyonu ile ilişkileri, yer aldığı bölge göz önünde bulundurulduğunda zaten özel ve benzersiz. İsrail, özel bir konuma sahip Akdeniz Diyalogu Ülkeleri arasında, Bireysel İşbirliği Programına katılan ilk devlet oldu. Bunun yanı sıra NATOnun Karadeniz ve Eilat Körfezinde gerçekleştirdiği askeri takbikatlarda da aktif olarak yer aldı.
Livninin bahsettiği resmi ilişkilerin iyileştirilmesi ise İsrailin, NATOnun dostları hiyerarşisinde daha yukarılarda yer alması. Mesela, 1994 yılında Sovyet Rusyanın yıkılmasından sonra kurulan yirmi üç devletin oluşturduğu Barış Ortakları Grubu (Partnership for Peace) ya da daha da ileriye giderek, Ukrayna ve Gürcistanın sahip olduğu Yoğun Diyalog statüsüne erişmiş devletlerden biri haline gelmek.
Herzliyadaki sempozyumda Livninin sözlerinde değinmediği tek konu ise tam üyelik idi.
İsrailin NATOya tam üyeliği şu anda İsrailin dış politika ajandasında yer almıyor. Yer alıyorsa bile, Dışişleri Bakanı Livninin bu görüşü, organizasyonun sözcüsünün konuyla ilgili olarak bugün için henüz daha erken yorumu yaptığı bir ortamda dile getirmesi beklenmezdi.
Peki ya yakın gelecekte?
İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar, Amerika Birleşik Devleti Başkan adaylarından Rudy Giuliani, İsrailin Stratejik İlişkiler Bakanı Avigdor Lieberman ve daha niceleri.... İsrailin NATOya tam üyeliğini destekleyen fikirlerini günümüzde kamuoyunda sıkça beyan ediyorlar.
Diğer taraftan göz ardı edilmemesi gereken başka bir nokta var. O da NATOya tam üyeliğin bir devletin, hem ülke içinde hem de sınırları dışındaki, askeri hareket özgürlüğünü kısıtlayacağı. Üyelerin hareket planında Uluslararası, etnik ve/veya üçüncü şahıslar arasındaki herhangi bir anlaşmazlıkların çözümünde barışçı yolların ve araçların kullanılması gerektiği açıkça belirtilir. Ancak bu üyelik koşulu, İsrailin Arap ve Filistinli komşuları ile olan ilişkilerini karmaşıklaştırmaktadır.
Ronald Asmusun makalesinde dile getirdiği görüşler arasında belirttiği İranın artan nükleer tehdidi, İsraili NATO üyeliğine yaklaştırır görüşü Herzliyadaki toplantıda gündeme geldi. Ancak organizasyonun yetkilileri, maddi ve askeri kaynaklarının büyük bölümünü Afganistana yönelten NATOnun şu anda kendisini İranla karşı karşıya getirecek bir güvenlik ortaklığına girişmeye uygun olmadığını dile getirdiler.
Bunun yanı sıra Avrupalı yetkililer, tam üyeliğin koşullarından biri olan ülkenin kesin sınırlarının belli olması gerektiğini hatırlatarak İsrailin bu koşulu da yerine getiremediğini vurguladılar.
Tabii bu noktada savunulacak karşı görüş ise, amacı her zaman barış olan NATOnun bu sınır belirsizliği ve onun doğurduğu anlaşmazlıkları çözme konusunda aktif rol oynaması gerektiği. İsrailin güvenliğini garanti altına alarak, gerektiği noktada ilave asker gücü ile Filistin polisine destek olması ve tarafların vereceği tavizler konusunda belirleyici ve arabulucu olarak Ortadoğu barışında etkin bir rol oynaması mümkün. Son zamanlarda, Güneydoğu Akdenizdeki barışın çok kırılgan olduğunu devamlı olarak dile getiren NATO, bu sorunları çözme konusunda daha aktif rol oynama fikrine herhalde karşı gelemez.
Buna karşılık olarak İsrailin NATO üyeliği, organizasyona güvenlik konusunda destek ve yardımcı olacaktır. NATOnun öncelikli misyonu Avrupanın doğu sınırını Sovyet tehlikesinden korumak yerine, radikal İslami terörden korumak haline geldiğinden, güneydoğu sınırında İsrailin yer alması bu konuda büyük destek sağlayacaktır.