NATO üyesi bir İsrail; düş mü, gerçek mi?

Soğuk Savaş döneminde komünist Rus tehlikesine karşı Batı Dünyası`nın kendini korumak için kurduğu NATO kalkanı, bugün özellikle İslami terör tehdidine karşı mücadele ediyor. İşte bu bağlamda NATO`nun kıta sınırları dışına çıkarak İsrail ile stratejik işbirliği yapması gündeme geliyor. Bu fik

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
2006 yılının Şubat ayında, Amerika Birleşik Devleti’nin Avrupa ile ilişkilerinden sorumlu Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ronald Asmus’un öneri niteliğindeki bir makalesi ABD’nin önde gelen gazetelerinden The Washington Post’da yayımlandı.Ronald Asmus satırlarında, NATO’nun İsrail ile ilişkilerini hızlı bir şekilde iyileştirme sürecine girmesini, hatta İsrail’e tam üyelik verilmesini önerdi.
“İsrail’in NATO ile böyle bir ilişki içinde girme isteği her geçen gün kendini daha fazla gösteriyor,” diyen Asmus bu konudaki önerisinin dayanağını ve tarihçesini şöyle açıklıyor;
“Yaklaşık iki yıl önce, bir grup İsrailli benden İsrail- NATO diyaloğunun geliştirilmesine yardımcı olmamı istedi. O zamanlarda bu fikir birçoklarına ‘uçuk’ geliyordu. Ben de İsrailli meslektaşlarıma ‘Hangi koşullar altında İsrail’i NATO üyesi olarak görebiliyorsunuz?’ diye sordum; önüme iki senaryo sundular. Birinci senaryoda; İsrail Filistinlilerle barış sürecinde final adımlara doğru ilerler ve NATO ile ileri düzey ilişkiler, İsrail halkını barış konusunda ikna etmek için kullanılabilecek noktalardan biri olur. İkinci senaryoda ise İran’ın baş edilemeyecek kadar güçlü bir nükleer güce sahip olduğu takdirde İsrail’in kendi güvenliği için Batı’dan ve NATO’dan yardım istemek zorunda kalacak.”
Dört sene öncesinin “uçuk” fikri geçtiğimiz sene “ilginç”, bu sene ise “gündem” oldu.
Geçtiğimiz haftalarda Herzliya’da gerçekleşen Yıllık NATO- İsrail Sempozyumu’nda söz alan İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, İsrail’in bu güvenlik teşkilatı ile olası ilişkisinden bahsederken şu sözleri kullandı;
“NATO, Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde, Batı dünyasının özgürlük ve demokrasi gibi değerlerini korumak amacıyla kurulmuştur. İsrail de, demokratik olmayan bir bölgede, tamamiyle demokratik bir devlet olarak doğmuştur. Bu kapsamda, İsrail NATO’nun temsilcisi olduğu değerlerin Ortadoğu’daki koruyucusu olmuştur. İsrail ve NATO, demokrasi konusunda ortak oldukları gibi, ‘aşırılara’ karşı mücadelede de ortak amaçlara sahip olmuşlardır.
İsrail NATO ile ileri düzeyde resmi bir ilişki kurma arayışındadır. Bu arayış, İsrail’in uluslararası kamuoyundaki diplomatik prestijini daha üst seviyelere getirmek amacında olan dış işleri politikasının bir parçasıdır.”
İsrail’in, bu güvenlik organizasyonu ile ilişkileri, yer aldığı bölge göz önünde bulundurulduğunda zaten ‘özel ve benzersiz’. İsrail, özel bir konuma sahip Akdeniz Diyalogu Ülkeleri arasında, ‘Bireysel İşbirliği Programı’na katılan ilk devlet oldu. Bunun yanı sıra NATO’nun Karadeniz ve Eilat Körfezi’nde gerçekleştirdiği askeri takbikatlarda da aktif olarak yer aldı.
Livni’nin bahsettiği ‘resmi ilişkilerin iyileştirilmesi’ ise İsrail’in, NATO’nun dostları hiyerarşisinde daha yukarılarda yer alması. Mesela, 1994 yılında Sovyet Rusya’nın yıkılmasından sonra kurulan yirmi üç devletin oluşturduğu Barış Ortakları Grubu (Partnership for Peace) ya da daha da ileriye giderek, Ukrayna ve Gürcistan’ın sahip olduğu ‘Yoğun Diyalog’ statüsüne erişmiş devletlerden biri haline gelmek.
Herzliya’daki sempozyumda Livni’nin sözlerinde değinmediği tek konu ise ‘tam üyelik’ idi.
İsrail’in NATO’ya tam üyeliği şu anda İsrail’in dış politika ajandasında yer almıyor. Yer alıyorsa bile, Dışişleri Bakanı Livni’nin bu görüşü, organizasyonun sözcüsünün konuyla ilgili olarak “bugün için henüz daha erken” yorumu yaptığı bir ortamda dile getirmesi beklenmezdi.

Peki ya yakın gelecekte?
İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar, Amerika Birleşik Devleti Başkan adaylarından Rudy Giuliani, İsrail’in Stratejik İlişkiler Bakanı Avigdor Lieberman ve daha niceleri.... İsrail’in NATO’ya tam üyeliğini destekleyen fikirlerini günümüzde kamuoyunda sıkça beyan ediyorlar.
Diğer taraftan göz ardı edilmemesi gereken başka bir nokta var. O da NATO’ya tam üyeliğin bir devletin, hem ülke içinde hem de sınırları dışındaki, askeri hareket özgürlüğünü kısıtlayacağı. Üyelerin ‘hareket planı’nda “Uluslararası, etnik ve/veya üçüncü şahıslar arasındaki herhangi bir anlaşmazlıkların çözümünde barışçı yolların ve araçların kullanılması gerektiği” açıkça belirtilir. Ancak bu üyelik koşulu, İsrail’in Arap ve Filistinli komşuları ile olan ilişkilerini karmaşıklaştırmaktadır.  
Ronald Asmus’un makalesinde dile getirdiği görüşler arasında belirttiği ‘İran’ın artan nükleer tehdidi, İsrail’i NATO üyeliğine yaklaştırır’ görüşü Herzliya’daki toplantıda gündeme geldi. Ancak organizasyonun yetkilileri, maddi ve askeri kaynaklarının büyük bölümünü Afganistan’a yönelten NATO’nun şu anda kendisini İran’la karşı karşıya getirecek bir güvenlik ortaklığına girişmeye uygun olmadığını dile getirdiler.
Bunun yanı sıra Avrupalı yetkililer, tam üyeliğin koşullarından biri olan ülkenin kesin sınırlarının belli olması gerektiğini hatırlatarak İsrail’in bu koşulu da yerine getiremediğini vurguladılar.
Tabii bu noktada savunulacak karşı görüş ise, amacı her zaman barış olan NATO’nun bu sınır belirsizliği ve onun doğurduğu anlaşmazlıkları çözme konusunda aktif rol oynaması gerektiği. İsrail’in güvenliğini garanti altına alarak, gerektiği noktada ilave asker gücü ile Filistin polisine destek olması ve tarafların vereceği tavizler konusunda belirleyici ve arabulucu olarak Ortadoğu barışında etkin bir rol oynaması mümkün. Son zamanlarda, Güneydoğu Akdeniz’deki barışın çok kırılgan olduğunu devamlı olarak dile getiren NATO, bu sorunları çözme konusunda daha aktif rol oynama fikrine herhalde karşı gelemez.
Buna karşılık olarak İsrail’in NATO üyeliği, organizasyona güvenlik konusunda destek ve yardımcı olacaktır. NATO’nun öncelikli misyonu Avrupa’nın doğu sınırını Sovyet tehlikesinden korumak yerine, radikal İslami terörden korumak haline geldiğinden, güneydoğu sınırında İsrail’in yer alması bu konuda büyük destek sağlayacaktır.