Hizbullah, bir Şii mezhep örgütü mü, yoksa Milliyetçi bir örgü

Geçen haftalardaki Ortadoğu haberleri arasında Hizbullah ile ilgili iki haber dikkat çekiyordu. Birinci haber 25 Ekim 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki- Moon`un BM Güvenlik Konseyi`ne sunduğu rapor hakkındaydı. Raporda Lübnanlı milislerin silah bırakmasını öngören BM kararına rağmen Hizbullah`ın silahlanmaya devam ettiğini, 2006 İsrail- Lübnan Savaş

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Hizbullah ile ilgili diğer haber ise 1 Kasım 2007 tarihli San Fransisco Chronicle Gazetesi’nde yer alıyordu. Bu haberde Hizbullah’ın bir takım Sünni dini liderleri ile de yakın temas halinde olduğu, Sünni militanları bünyesine katmak için aktif bir çabaya girdiği belirtiliyordu.
Hizbullah daha önce de şu an yönetimde bulunan Suriye karşıtı Sünni, Hristiyan ve Dürzü koalisyonu düşürmek için Hristiyan liderlerinden Michel Aoun ile ittifak yapmıştı.
Güncel haberlere bakıldığında Hizbullah giderek Lübnan milliyetçiliğini temel alan bir örgüt halini aldığı görülmektedir.
İlk ortaya çıktığında Müslüman dayanışması, şehitlik, intihar saldırıları gibi kavramlar ile ortaya çıkan, İran’a ve Suriye’nin Şii yönetimine yakınlığı ile bilinen örgütün bu görünüme nasıl ulaştığı incelemeye değer bir konudur.
Bu yazının amacı Hizbullah’ın hem Şii hem Lübnan milliyetçisi ideolojisini, bu ideolojilerin evrimini ve köklerini araştırmaktır. Bu amaçla yazının ilk bölümü Hizbullah’ın Şii kökenlerini incelemektedir.

Hizbullah’ın Şii İdeolojisi
Hizbullah ve İran’daki Şii rejim ideolojisini bugün Şii’lerin %80’inin mensup olduğu 12 İmam Şii mezhebinden almaktadır.
Bu mezhebin inancına göre peygamberden sonra Müslümanlara yol gösterecek halifelerin demokratik olarak seçilmesi söz konusu olamazdı. Bu kişilerin dinin tüm alanlarında bilgili ve Allah tarafından seçilmiş insanlar olması gerekiyordu. Seçilen imam  Müslümanlığı peygamberden sonra siyasi olarak yöneteceği gibi, Kuran’ın gizli anlamını yorumlama yetkisine sahip tek kişi idi.
Şiilere göre Peygamberin kendisisin halefi olarak seçtiği ilk imam Hz. Ali idi.  Fakat Hz. Ali Müslümanlar arasında iç savaşa neden olmamak için oyla seçilen 3 halifeye muhalefet etmedi, daha sonra kendisi halife seçildikten sonra Emevilerin lideri Muaviye’nin kendi halifeliğini ilan etmesine engel olamadı. Kendisinden sonra gelen ikinci imam (Hz. Ali’nin büyük oğlu) Hz.Hasan da Muaviye ile anlaşma yolunu seçti. 
Üçüncü İmam Hz. Hüseyin (Hz. Ali’nin küçük oğlu, Hz. Muhammed’in torunu) ise Emevilerin İslam’a zarar verdiğine inanarak onlara karşı geldi ve Iraktaki Kerbela yakınlarında içinde kadın ve çocukların bulunduğu 70 kişilik bir kuvvet ile  Yezid’e meydan okumayı seçti ve sonunda Şii inancına göre şehit oldu.
Hüseyin’den sonra gelen sekiz imam da suikaste uğradı. onikinci İmam Mehdi ise Allah tarafından dünyevi gözlerden gizlendi. Şii inancına göre Mehdi’nin kıyamet zamanı geri gelecek ve dünyada Allah’ın hükmünün geçerli olacağı bir dünyaya önayak olacaktı.

Şİİ İNANCININ ESASLARI VE HİZBULLAH’IN Şİİ YORUMU
Merci el Taklid
(Taklid Mercii, Taklit kaynağı)
12. İmamın gizlenmesinden Şii inancını yönlendirmek Merci adı verilen din bilimcilere düştü. Şii müritler bu kişinin hareketlerini “taklit” ediyor ve fetvalarına göre işlerini düzenliyorlardı.
Ayetullah Humeyni de İran’ın Kum ve Irak’ın Necef bölgelerinde eğitim almış ve ders vermiş bir lider olarak bir Merci- i Taklid olarak kabul gördü.
Hizbullah’ın kuruluşundan sonra 1985’te yayınladığı kuruluş manifestosunda 1979’da İran Devrimi’ni gerçekleştiren Humeyni, Hizbullah’ın kabul ettiği tek Merci olarak belirtiliyor, Hizbullah’ın dini lideri ilan ediliyordu.

Velayet- i Fakih
Şiilikte Velayet- i Fakih kavramı, ihtiyacı olanların fıkıhçıların (İslam Din bilimcilerin) himayesine alınması ile ilgilidir. Bu kavram yetimler, dullar, sakatlar, akıl hastaları gibi kişilerin yasal hakları ve dini işlerinin fıkıhçılara bırakılmasını, daha geniş anlamda ise vakıflar ve adli işlerin fıkıhçalarca yönetilmesini öngörür.
İran Devrimi’ni gerçekleştiren Humeyni 1970’de yayınladığı İslami Hükümet adlı kitabında tüm devletin İslami yasalara göre fıkıhçılar tarafından yönetilmesini savunuyordu. 1979’daki İslam Devrimi sonrasında bu fikirler yeni İran yasalarına uygulandı.
Hizbullah da 1985 manifestosunda Humeyni’nin Velayet- i Fakih kavramını kabul ediyor ve Merci-  olarak belirlediği Humeyni’yi örgütün politik olarak da lideri olduğu ifade ediliyordu.
Hizbullah’ın kuruluş yıllarında politik kararların Humeyni’ye danışılıyordu. Fakat bireysel olarak örgüt üyelerinini ibadet ve günlük dini işler konusunda başka Mercilere danışmasına olanak tanınıyordu (örneğin Ayetullah Fadhallah).
Bunun yanı sıra Hizbullah ilk yıllarında Lübnan’da bir İslam devleti kurma çabası içerisindeydi.

Takiye
Takiye anlayışı kişinin kalbinde gerçek inanç taşıdığı sürece kendi inancından olmayan insanlara farklı görünmesini, iki yüzlülük yapmasını öngörür.
Kuran ve hadislerde de geçen takiye kavramı İran Devrimi öncesi Şiilikte ayrı bir önem kazanmıştı. Şiiler Sünniler tarafından baskı altında tutulduğundan dışta Sünni görünüp içten içe Şii inancına bağlı kalmak kaçınılmazdı.
Dini açıdan kendini gizlemek olarak başlayan takiye zaman ile politik açıdan görüşlerini gizleme ve genel olarak pasifist bir anlayışa da dönüştü. İmamların yokluğunda her türlü politik otorite temelde geçersizdi. Mehdi’nin kıyamet gününde dünyaya dönüşü ile dünya üzerinde Allah’ın hükümdarlığı geçerli olacaktı.  Bu bağlamda Şii din adamları genel olarak devlet işlerine karışmaktan çekinen bir nevi laik görüşe sahiplerdi.
Fakat 1960’larda Necef’ten yetişen din adamları bu görüşü değiştirmeye karar verdiler.
Humeyni Yönetimi İslam’a dayanan bir devlet altında takiyeye yer olmadığını, öne sürüyordu.
İçlerinde Hizbullah’ın öncüsü kabul edilen Amal hareketinin önderi Musa El Sadr gibi din adamları  da takiyenin kişisel bir olgu olduğunu savunuyorlardı. Bireyler kişisel tehlike altında sessiz kalmaya ve saklanmaya mecbur kalabilirlerdi, fakat İslam’ın kendisi tehdit altında olduğu zaman sessiz kalınması uygun değildi. Gerektiğinde politik olarak aktif olmalı ve haksızlığa karşı çıkılmalıydı.
Hizbullah da takiyenin bu yönden kaldırıldığı bir dünya görüşündeydi. 1985’te yayımlanan manifestoda Hizbullah’ın ezilen halkların yanında olacağını, özellikle İsrail’e karşı Filistin davasını desteklediklerini bildiriyorlardı.

Tabia ve Şehadet
Takiyenin tam tersine Tabia politik aktivizmi ele alan bir kavramdır. Hz. Hüseyin’in, Yezid’in adaletsiz yönetimine baş kaldırması ve bu yolda şehit olması bu kavramın uzantısı olarak görülür. 
Fakat İran Devrimi öncesinde bu olayın anıldığı Aşure günü bile Sünni baskısından dolayı gizli gizli yapılıyor, yani takiye uygulanıyordu. Şiiler Hz. Hüseyin’in eylemini takdir etmekle beraber onun yolundan gitmeyi düşünmüyordu.
Bu durum 1960lardan sonra değişti (Bkz: Takiye). Tabiya ve şehitlik kavramının geri gelmesi ise Hizbullah’ın kendinden güçlü düşmanlara (Lübnandaki çok uluslu güç ve İsrail Ordusu) karşı bir silah elde etmesini sağladı; Bu silah intihar saldırıları idi.
Normalde ‘intihar’ İslam’da ve özellikle Şii’likte önemli günahlardan sayılmaktaydı. Fakat Hizbullah’a yakın duran Merciler, kendinden çok güçlü bir düşmana karşı savaşta başarı elde etmenin tek yolunun intihar olması durumunda bu hareketin intihar değil kendini feda ederek şehitlik olduğu yönünde görüş belirttiler. Bu görüşü belirtirken İmam Hüseyin’in öleceğini bile bile Kerbela’da Emevilere teslim olmamasını  İslam adına kendini feda olgusu olarak değerlendirdiler.  Lübnan’daki önemli Mercilerden Ayetullah Fadhallah, elinde silahla eninde sonunda öldürüleceğini bilerek savaşarak on düşmanı öldürmek ile kendini havaya uçurarak on düşmanı öldürmek arasında bir fark olmadığı yönünde görüş belirtti.
Fakat Hizbullah’ın intihar saldırıları günümüzün Irak’ının aksine rastgele eylemler değildi. Bir intihar saldırısının geçerli olması için bu saldırıdan elde edilecek sonucun politik veya askeri olarak önemli sonuçlar doğurması gerekiyordu.  1983’te cok uluslu gücü Lübnan’dan atmak için de savaşan Hizbullah’ın aynı anda hem Fransız hem Amerikan Deniz Piyadelerinin bulunduğu kışlalara intihar saldırısı yapması bu ideolojinin örneğiydi. Gerçekten de bu eylemden kısa süre sonra Lübnan’da konuşlandırılan uluslar arası güç bölgeyi terk etmişti.
Ortadoğu’da ve dünyada intihar saldırıları Hizbullah’a özgü bir yöntem olmasa da, Hizbullah bu yöntemi teolojik bir temele dayandıran ve organize bir şekilde kullanılan ilk örgütlerden olması dikkat çekicidir.
Hizbullah’ta mezhepsel yapısı ve ideoloji Lübnan’da iç savaşın bittiği 1990’ların başına kadar hakimken bundan sonrasında Lübnan- Arap milliyetçiliği etkin olmaya başlamıştı.  Hizbullah’ın milliyetçi ideolojisi ve gelişimi ise ikinci yazıda işlenecektir.