Geçen haftalardaki Ortadoğu haberleri arasında Hizbullah ile ilgili iki haber dikkat çekiyordu. Birinci haber 25 Ekim 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki- Moon`un BM Güvenlik Konseyi`ne sunduğu rapor hakkındaydı. Raporda Lübnanlı milislerin silah bırakmasını öngören BM kararına rağmen Hizbullah`ın silahlanmaya devam ettiğini, 2006 İsrail- Lübnan Savaş
Hizbullahın Şii İdeolojisi
Hizbullah ve İrandaki Şii rejim ideolojisini bugün Şiilerin %80inin mensup olduğu 12 İmam Şii mezhebinden almaktadır.
Bu mezhebin inancına göre peygamberden sonra Müslümanlara yol gösterecek halifelerin demokratik olarak seçilmesi söz konusu olamazdı. Bu kişilerin dinin tüm alanlarında bilgili ve Allah tarafından seçilmiş insanlar olması gerekiyordu. Seçilen imam Müslümanlığı peygamberden sonra siyasi olarak yöneteceği gibi, Kuranın gizli anlamını yorumlama yetkisine sahip tek kişi idi.
Şiilere göre Peygamberin kendisisin halefi olarak seçtiği ilk imam Hz. Ali idi. Fakat Hz. Ali Müslümanlar arasında iç savaşa neden olmamak için oyla seçilen 3 halifeye muhalefet etmedi, daha sonra kendisi halife seçildikten sonra Emevilerin lideri Muaviyenin kendi halifeliğini ilan etmesine engel olamadı. Kendisinden sonra gelen ikinci imam (Hz. Alinin büyük oğlu) Hz.Hasan da Muaviye ile anlaşma yolunu seçti.
Üçüncü İmam Hz. Hüseyin (Hz. Alinin küçük oğlu, Hz. Muhammedin torunu) ise Emevilerin İslama zarar verdiğine inanarak onlara karşı geldi ve Iraktaki Kerbela yakınlarında içinde kadın ve çocukların bulunduğu 70 kişilik bir kuvvet ile Yezide meydan okumayı seçti ve sonunda Şii inancına göre şehit oldu.
Hüseyinden sonra gelen sekiz imam da suikaste uğradı. onikinci İmam Mehdi ise Allah tarafından dünyevi gözlerden gizlendi. Şii inancına göre Mehdinin kıyamet zamanı geri gelecek ve dünyada Allahın hükmünün geçerli olacağı bir dünyaya önayak olacaktı.
Şİİ İNANCININ ESASLARI VE HİZBULLAHIN Şİİ YORUMU
Merci el Taklid
(Taklid Mercii, Taklit kaynağı)
12. İmamın gizlenmesinden Şii inancını yönlendirmek Merci adı verilen din bilimcilere düştü. Şii müritler bu kişinin hareketlerini taklit ediyor ve fetvalarına göre işlerini düzenliyorlardı.
Ayetullah Humeyni de İranın Kum ve Irakın Necef bölgelerinde eğitim almış ve ders vermiş bir lider olarak bir Merci- i Taklid olarak kabul gördü.
Hizbullahın kuruluşundan sonra 1985te yayınladığı kuruluş manifestosunda 1979da İran Devrimini gerçekleştiren Humeyni, Hizbullahın kabul ettiği tek Merci olarak belirtiliyor, Hizbullahın dini lideri ilan ediliyordu.
Velayet- i Fakih
Şiilikte Velayet- i Fakih kavramı, ihtiyacı olanların fıkıhçıların (İslam Din bilimcilerin) himayesine alınması ile ilgilidir. Bu kavram yetimler, dullar, sakatlar, akıl hastaları gibi kişilerin yasal hakları ve dini işlerinin fıkıhçılara bırakılmasını, daha geniş anlamda ise vakıflar ve adli işlerin fıkıhçalarca yönetilmesini öngörür.
İran Devrimini gerçekleştiren Humeyni 1970de yayınladığı İslami Hükümet adlı kitabında tüm devletin İslami yasalara göre fıkıhçılar tarafından yönetilmesini savunuyordu. 1979daki İslam Devrimi sonrasında bu fikirler yeni İran yasalarına uygulandı.
Hizbullah da 1985 manifestosunda Humeyninin Velayet- i Fakih kavramını kabul ediyor ve Merci- olarak belirlediği Humeyniyi örgütün politik olarak da lideri olduğu ifade ediliyordu.
Hizbullahın kuruluş yıllarında politik kararların Humeyniye danışılıyordu. Fakat bireysel olarak örgüt üyelerinini ibadet ve günlük dini işler konusunda başka Mercilere danışmasına olanak tanınıyordu (örneğin Ayetullah Fadhallah).
Bunun yanı sıra Hizbullah ilk yıllarında Lübnanda bir İslam devleti kurma çabası içerisindeydi.
Takiye
Takiye anlayışı kişinin kalbinde gerçek inanç taşıdığı sürece kendi inancından olmayan insanlara farklı görünmesini, iki yüzlülük yapmasını öngörür.
Kuran ve hadislerde de geçen takiye kavramı İran Devrimi öncesi Şiilikte ayrı bir önem kazanmıştı. Şiiler Sünniler tarafından baskı altında tutulduğundan dışta Sünni görünüp içten içe Şii inancına bağlı kalmak kaçınılmazdı.
Dini açıdan kendini gizlemek olarak başlayan takiye zaman ile politik açıdan görüşlerini gizleme ve genel olarak pasifist bir anlayışa da dönüştü. İmamların yokluğunda her türlü politik otorite temelde geçersizdi. Mehdinin kıyamet gününde dünyaya dönüşü ile dünya üzerinde Allahın hükümdarlığı geçerli olacaktı. Bu bağlamda Şii din adamları genel olarak devlet işlerine karışmaktan çekinen bir nevi laik görüşe sahiplerdi.
Fakat 1960larda Neceften yetişen din adamları bu görüşü değiştirmeye karar verdiler.
Humeyni Yönetimi İslama dayanan bir devlet altında takiyeye yer olmadığını, öne sürüyordu.
İçlerinde Hizbullahın öncüsü kabul edilen Amal hareketinin önderi Musa El Sadr gibi din adamları da takiyenin kişisel bir olgu olduğunu savunuyorlardı. Bireyler kişisel tehlike altında sessiz kalmaya ve saklanmaya mecbur kalabilirlerdi, fakat İslamın kendisi tehdit altında olduğu zaman sessiz kalınması uygun değildi. Gerektiğinde politik olarak aktif olmalı ve haksızlığa karşı çıkılmalıydı.
Hizbullah da takiyenin bu yönden kaldırıldığı bir dünya görüşündeydi. 1985te yayımlanan manifestoda Hizbullahın ezilen halkların yanında olacağını, özellikle İsraile karşı Filistin davasını desteklediklerini bildiriyorlardı.
Tabia ve Şehadet
Takiyenin tam tersine Tabia politik aktivizmi ele alan bir kavramdır. Hz. Hüseyinin, Yezidin adaletsiz yönetimine baş kaldırması ve bu yolda şehit olması bu kavramın uzantısı olarak görülür.
Fakat İran Devrimi öncesinde bu olayın anıldığı Aşure günü bile Sünni baskısından dolayı gizli gizli yapılıyor, yani takiye uygulanıyordu. Şiiler Hz. Hüseyinin eylemini takdir etmekle beraber onun yolundan gitmeyi düşünmüyordu.
Bu durum 1960lardan sonra değişti (Bkz: Takiye). Tabiya ve şehitlik kavramının geri gelmesi ise Hizbullahın kendinden güçlü düşmanlara (Lübnandaki çok uluslu güç ve İsrail Ordusu) karşı bir silah elde etmesini sağladı; Bu silah intihar saldırıları idi.
Normalde intihar İslamda ve özellikle Şiilikte önemli günahlardan sayılmaktaydı. Fakat Hizbullaha yakın duran Merciler, kendinden çok güçlü bir düşmana karşı savaşta başarı elde etmenin tek yolunun intihar olması durumunda bu hareketin intihar değil kendini feda ederek şehitlik olduğu yönünde görüş belirttiler. Bu görüşü belirtirken İmam Hüseyinin öleceğini bile bile Kerbelada Emevilere teslim olmamasını İslam adına kendini feda olgusu olarak değerlendirdiler. Lübnandaki önemli Mercilerden Ayetullah Fadhallah, elinde silahla eninde sonunda öldürüleceğini bilerek savaşarak on düşmanı öldürmek ile kendini havaya uçurarak on düşmanı öldürmek arasında bir fark olmadığı yönünde görüş belirtti.
Fakat Hizbullahın intihar saldırıları günümüzün Irakının aksine rastgele eylemler değildi. Bir intihar saldırısının geçerli olması için bu saldırıdan elde edilecek sonucun politik veya askeri olarak önemli sonuçlar doğurması gerekiyordu. 1983te cok uluslu gücü Lübnandan atmak için de savaşan Hizbullahın aynı anda hem Fransız hem Amerikan Deniz Piyadelerinin bulunduğu kışlalara intihar saldırısı yapması bu ideolojinin örneğiydi. Gerçekten de bu eylemden kısa süre sonra Lübnanda konuşlandırılan uluslar arası güç bölgeyi terk etmişti.
Ortadoğuda ve dünyada intihar saldırıları Hizbullaha özgü bir yöntem olmasa da, Hizbullah bu yöntemi teolojik bir temele dayandıran ve organize bir şekilde kullanılan ilk örgütlerden olması dikkat çekicidir.
Hizbullahta mezhepsel yapısı ve ideoloji Lübnanda iç savaşın bittiği 1990ların başına kadar hakimken bundan sonrasında Lübnan- Arap milliyetçiliği etkin olmaya başlamıştı. Hizbullahın milliyetçi ideolojisi ve gelişimi ise ikinci yazıda işlenecektir.