Limmud Kültür Festivali 2007’den notlar...

Limmud Kültür Festivali, bu yıl da konularında uzman yerli ve yabancı panelistlerin katılımıyla gerçekleşti. Yazarlarımızın sunumlardan derlediği notları ve edindiği izlenimleri aktarıyoruz...

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
İsrail Hükümetinin resmi sözcülerinden Avi Pazner’le Ortadoğu’daki barış sürecine bir bakış
Limmud Kültür Festivali’nin bu yıl ki açılış konuşması 3 Kasım Cumartesi akşamı Avi Pazner tarafından gerçekleştirildi. Konuşmayı ana hatları ile David Ojalvo aktarıyor.
1990 ve 2003’de Türkiye’ye gelmek istedim; fakat kısmet 2007’ye, bu yıl ki Limmud’a katılarak oldu. Hahambaşı Rav. İsak Haleva, İsrail Başkonsolosu Mordehai Amihai ve değerli konuklara teşekkürlerimi sunuyorum.
Geçtiğimiz hafta Olmert’in Rusya, Fransa ve İngiltere’ye, dışişleri bakanımızın Çin’e ziyaretini birlikte izledik. Bu ziyaretler neden gerçekleşti, Filistin’le barış için mi? Kısmen, oysa gerçek yanıt İsrail, diğer Ortadoğu ülkeleri ve BM ile İran’ın nükleer güce dönüşmesinden endişe ediyor. ABD, Fransa, İngiltere, Çin birçok ülkenin nükleer gücü varken İran’ın farkı ne? Neden İran’ın nükleer güç elde etmesi iyi bir gelişme değil? Nedeni İran’ın Cumhurbaşkanı fanatik, rejimi fanatik. İran, nükleer güce ihtiyacı olduğunu, İsrail’i haritadan silmek istediğini söylüyor. Ciddi bir tehdit var.  İran’ın nükleer bir kapasite için daha zamana ihtiyacı var ve İran’ı üç yolla durdurabiliriz:
1. İkna etmekle, diplomasi ile; ama gereksiz bir deneme olacaktır. Ahmedinecad’a bakın: İsrail’e nefreti, Holokost inkârı ve İran’ın nükleer amaçlarını her fırsatta dile getiriyor.
2. İran’a baskı, ambargo ile. BM İran’a birtakım uyarılarda bulundular. Bu psikolojik bir etki, korku yarattı. Özellikle İran’ın iş camiasında, İran bankalarını rahatsız etti. Amerika geçtiğimiz hafta ciddi kısıtlamalarda bulundu. ABD bankalarının İran’la işbirliğini yasakladı; ama bu İran’ı durduramadı henüz.
3. Askeri müdahale ile ki, kimse bu noktaya varmak istemiyor.
Ne yapmalıyız?
Kısa vadede İsrail ve diğer ülkeler bir arada ciddi, zorunlu bir ambargo uygulamalı. ABD’nin 10- 15 yıl önce Libya’ya olan ambargosunu hatırlayın. Ülke izole edildi ve nükleer araştırmaları, terörizm durdu. İşe yaramıştı. İran için zaman kısıtlı. Güvenlik konseyine gitmeli ve etkili bir ambargo uygulamalıyız. Rusya ve Çin ambargodan tereddüt ediyor; çünkü İran’la bağlantıları, çıkarları var. Olası bir savaşı Çin ve Rusya durdurmak istiyorsa Fransa, ABD, İngiltere gibi gerekli adımları atmalı.
İran sadece İsrail’i değil birçok Ortadoğu ülkesini korkutuyor. Türkiye’nin durumunu bilemiyorum. 1991’deki Madrid Konferansı’ndan bu yana, Ortadoğu’da İsrail’e karşı ilk kez farklı bir atmosferi hissediyoruz. Ortak kaygı ve ilgi söz konusu. Bu nedenler Araplar iki ay önce İsrail’e bir delegasyon gönderdi ve aradaki tansiyonu düşürmek istediklerini söylediler, daha tehlikeli bir durum olduğunun farkındalar. Birliktelikle çalışmalıyız, ama bu kolay değil.
1947’de BM’nin ikiye bölme planını hatırlayın. Filistin reddetti. ‘67 savaşından sonra barış yapmak istedik, ama Araplar İsrail’i tanımak istemedi. Ardından Madrid, Oslo süreçleri başladı. 2000’deki Camp David’i hatırlayın, yanıt yine “hayır”dı. Peki barış için umudumuzu kaybetmeli miyiz? Hayır. Filistin’de HAMAS  terörizmi sürdürmek istiyorlar. HAMAS’ı durdurmalıyız. Batı Şeria’da Abbas bizimle anlaşmak istiyor. İsrail’ce kabul edilebilir şartları var, gerçekten iyi niyetli; ama Filistin’deki etkisi nedir Abbas’ın? Anlaşma yapsak, gücü terörizme karşı yeterli olur mu? 60 yıllık sorun bir ay, bir yıl veya on yılda çözülebilecek mi? Filistin’de güçlü bir hükümet olacak mı? Modern demokrasi gelecek mi? Bu durumda biz bekleyecek miyiz yoksa katkıda mı bulunacağız? Hükümetimiz beklemek istemiyor, çünkü bu, fırsat zamanı. İran’ı durduracak bir şeyler yapmalı. İşte bu nedenle Annapolis’e gidiyoruz. Mısır, Ürdün ve diğer Arap ülkelerinin de katılmalarını umuyoruz. Tam bir barışı beklememeli tabi ki; amaç bu değil. Asıl olarak yeni bir süreci başlatmak istiyoruz. Komşularımızla bir iletişim kurmak, İsrail’in güvenli bir ülke olduğunu ve bölgenin güvenliğini pekiştirmek istediğini söylemek istiyoruz. Büyük resmi ve tehlikeyi görebilmeliyiz. Bu, yeni iletişimin ve barışın umudu.
İnanıyoruz, dua ediyoruz. Tanrı’nın yardımıyla anlamlı bir diyalogda buluşacağız ve barış bir gün gelecek. Barış umudumuzu paylaştığınız için hepinize teşekkür ediyor ve sizleri selamlıyorum.

Fotoğraflar Alberto Modiano tarafından çekilmiştir.

Linda Olmert ile Limmud 2007 >  Marsel RUSSO
Bu seneki festival programına bakarken yine hangi sunuma katılacağım konusunda kısa yollu bir belirsizlik yaşadım. Prof. Edhem Eldem’in günümüz Türkiye’sinde tarihin ne olduğunu irdeleyen ve “Tarih kimlik mi, merak mı, illet mi?” sorusunu masaya yatıracağı konuşmaya girmeye niyetliyken, kendimi Linda Olmert’i dinler buldum.
Kendisi Kanada doğumlu, genç yaşlarda İsrail’e göç etmiş. Holokost kurtulanı bir anne ile babanın tek çocuğu… Henüz küçükken, anne- baba yönlendirmesi olmadan İbranice öğrenecek kadar ne istediğini bilen biri… Bugün vaktinin büyük bir bölümünü Yahudi eğitimine ayırmış, bunu bir işten öte bir yaşam biçimi şekline getirmiş bir isim.
Linda Olmert’in sunum konusu, şansıma, Edhem Eldem’in konusundan çok da farklı değildi.
Tarihe bir yolculuk yapmadan, “Kimim ve nereden geldim?” gibi zaman zaman cevabı çok da kolay bulunmayan bir soruyla baş etmek mümkün değil. O zaman bu soruyu sağlıklı bir şekilde yanıtlamak için tarihi bilmek gerekir.
İşte bu aşamada, Olmert tarihi İbranice’deki karşılığı olan “historia” ile değil de, çok daha anlamlı bir sözcükle tanımladı: Zahor – Hatırlamak… Tarih bilmenin gerçekten de geçmişi hatırlamadan başka birincil ne gibi bir amacı olabilir? Hatırlamak, nereden geldiği hakkında bir fikir sahibi olmanın ilk basamağı ise, bunu yapmanın en emin yolu – kesinlikle kronolojinin sıkıcı girdabına kapılmadan – tarihi öğrenmektir.
Konu Yahudi kimliği açısından ele alınacak olursa, çok eskilerden gelen ve yüzyıllarla ifade edilen uzun bir dönem boyunca serbest bir şekilde yaşatılmasına izin verilmeyen Yahudi değerlerinin Helen baskılarını, Babil sürgününü, Roma’nın İbrani egemenliğine kesin son verişini, daha sonraları engizisyonları, Ortaçağ baskılarını, pogromları ve nihayet Holokost’u nasıl atlatıp bugünlere geldiğini anlamak çok da kolay değildir.
Olmert’e göre bu mucizenin tek izah tarzı eğitimdir. Yahudiliğin ikibin yıllık sürgün hayatındaki tüm fırtınaları aşarak bugünlere ulaşması, çok uzun zamandır konuşulmayan bir dilin, İbranicenin tekrar hayat bulması, hep eğitimle mümkün olmuştur. Bu anlamda Yahudiliğin devamlılığı eğitimin sarmaladığı bir mucizedir…
Kişinin kimliğini keşfetmesi sürecinde geçirdiği dönem aslında sıkıntılı bir zaman dilimidir. “Ben kimim? Nereden geldim?” gibi sorulara sağlıklı cevaplar bulmak esasta ailede başlayan bir eğitimin vazgeçilmezliğini gösteriyor. Çocuğun sorularını rahatça sorduğu ve cevaplarını doyurucu bir şekilde aldığı bir eğitim sürecinden söz ediyoruz. Unutulmamalıdır ki soru soran olmazsa cevaplar yerini bulmaz ve sorulması gereken sorulara karşılık anlatılacak “kimlik hikayeleri” solar gider…
Yine unutulmamalıdır ki, kimlikleri ile sorunları olanların, kendilerini insanlık yelpazesi içinde konumlandıramayanların, nereye ulaşmak istedikleri hakkında hep şüpheleri olacaktır.


Limmud Tiryakiliği >  Tuna SAYLAĞ
Bu sene yaşadığım 3. Limmud şenliği; düzenlenmeye başlandığı 2005’ten bu yana her sene katıldığım bu etkinliğin bende yarattığı heyecan ve merak, daha uzun yıllar süreceğe benziyor. Genç/yaşlı, kadın/erkek, her yaş ve meslekten 1000’e yakın insanı bir arada veya bir odadan diğerine koşuşturduğunu görmek, gün boyunca bana Limmud’un bu seneki sloganının ne kadar iyi seçilmiş olduğunu hatırlattı: “Farklılıklarımızla bir arada olmak”

İç dünyamız
Katıldığım ilk çalışma Psikolog Gila Ancel Şeritçioğlu’nun rehberliğindeki “Yaratıcı sanat teknikleri aracılığıyla BEN’e farklı bir bakış” başlıklı sanat terapisi oldu. Sadece 15  kişinin kabul edildiği ve genelde genç hanımların rağbet ettiği bu çalışma oldukça ilginçti. Terapiden çok bir workshop anlayışında yapılan bu iki saatlik faaliyetin amacı, deneysel de olsa özümüzü  keşfetmek, bunu  kendimize izin verdiğimiz ölçüde katılımcılarla paylaşmak ve böylece farkındalık kazanmaktı. Bu içsel yolculuk sırasında bana göre en önemli nokta  herkesin kendi çapında sınırlarını kırma, olumlu ve olumsuz özelliklerini cesaretle tanımadığı insanlara açma çabası oldu. Dingin bir müzik eşliğinde kendimizi tanıtıp, biraz birbirimize aşina olduktan sonra masada  bulunan çok farklı obje (mantar, mum, tüy, yaprak, meyve çekirdekleri, taşlar, spiraller vs) ve çeşitli boyama malzemesinden faydalanarak, beyaz bir kağıt zemin üzerine hepimiz kendi  küçük dünyamızı oluşturduk. Çalışmanın sonunda aslında insanların duygularıyla, hayata bakışlarıyla, öncelikleriyle birbirinden ne kadar farklı ve birbirine ne kadar benzer olduklarını gördüm.

İsrail ve Diaspora
İsrail Hükümeti’nin resmi sözcülerinden deneyimli diplomat Avi Panzer’in Fransızca yaptığı bildiride, İsrail ile Diaspora’daki Yahudiler arasındaki vazgeçilemez bağın varlığını ve önemini vurguladı. “Bir elçinin görevinin sadece ülkesini temsil etmek değil, bulunduğu ülkedeki dindaşlarıyla da temasta olmaktır” savının altını çizdi ve bununla ilgili, kendi meslek hayatından yola çıkarak İtalya’da, Fransa’da yaşadığı tecrübelerden söz etti, örnekler verdi, ilginç anekdotlar anlattı. Nüktedan kişiliğiyle hitap sanatını çok iyi bildiğini gösteren Avi Panzer, ardından dinleyicilerin daha çok güncel siyasetle ilgili sorularını cevaplamaya çalıştı.

Hepimiz Türküz….Acaba?
Günün en rağbet gören bildiri konusu Araştırmacı- yazar Rıfat Bali ile Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Arus Yumul’un birlikte sundukları “Türkiye’de Azınlık Olma Halleri” temalı konuşmaydı. Konuyla ilgili saptamalarını ve yaşadığı çarpıcı tecrübeleri ki, çoğumuz yaşamıştır, örnekleyerek masaya yatıran Bali, olayı çok net bir biçimde özetleyerek sözü Yumul’a bıraktı. Prof. Arus Yumul, Türk toplumunun Müslüman olmayan bir Türk’ü nasıl algıladığını, azınlıkların bu algılayış biçimine karşı nasıl davrandıklarını, nasıl iyi vatandaş olduklarını ispatlamaya çalıştıklarını ve nasıl buna uygun bir yaşam biçimi benimsediklerini anlattı. Yumul, azınlıkların parya olma halini az da olsa, 90’lı yıllarda çok kültürlülük şemsiyesi altında kırdıklarını ama hiçbir zaman sınırlarını fazla genişletemediğini vurguladı.
Seneye başka bir Limmud’da buluşmak üzere…

Limmud’da günüm nasıl geçti? >  Nur Şaul BARAKAS
4 Kasım Pazar Limmud’da gün boyu birçok etkinlik gerçekleşti. İlginin son derece yüksek olduğu günde, Limmud Komisyonu çalışanlarının profesyonel yaklaşımları zamanı en iyi şekilde geçirmemizi sağladı.
Günün ilk etkinliklerinden “Girişimcilik mi kurumsal kariyer mi?” konulu paneli çok büyük bir keyifle izledim. Panel, Avi Alkaş yönetiminde Meri Bahar, Cavit Habip, İzi Kohen ve Aslan Saranga’nın katılımı ile gerçekleşti. Panelin soru- cevap şeklinde sürdürülmesi dinleyicileri son derece aktif kılarken, farklı görüşlerin tartışılmasını ve gençlerin aydınlatılmasını sağladı. Başarılı bir yönetici nasıl olmalıdır? Kurumsal kariyerde ince noktalar, yönetici olmadan girişimci olunabilir mi? Çalışma ortamı ve koşulları bireyleri nasıl etkiler, girişimci olmanın yaşı var mıdır gibi sorulara cevap arandı. Sosyal hayatın iş hayatı ile iç içe yaşanmasının genç girişimcilere farklı kapılar açabileceği konusunda fikir birliğine varıldı. Katılımcıların yaş ortalamasının 25- 40 aralığında oluşu ise panele ayrı bir canlılık kattı.
Öğlen öncesinde, “Çorbada tuzumuz olsun diye” başlığından yola çıkarak gönüllülük üzerine yapılan paneli Miryam K. Molinas yönetti. Katılımcılar ise  Viki Özromano ile Eli Kebudi idi. Panelistler, sivil toplum kuruluşlarında canla başla çalışmaya başlamalarına etki eden ve başlangıç noktalarını anlattıktan sonra hem kendi toplumumuzda hem de toplumun genelinde aldıkları tepki ve geri bildirimleri paylaştılar.
Viki Özromano, Lions Kulübü’ndeki yöneticilik deneyiminden sonra işitme engelliler ve kız yetiştirme yurdundaki birçok çalışmaya imza attı. Bu çalışmaları esnasında ismi ve kimliğinin ona zorluk yerine kolaylık sağladığına dikkat çekti.
Toplum Gönüllüleri Vakfı üyesi olan Eli Kebudi, 18- 26 yaş arası gençlerin kendilerini ifade etmekte zorlandıklarını anlatırken, sivil toplum kuruluşlarında rol almanın kişinin ifade özgürlüğünü arttırdığını belirtti. 
ÖZEV ve İZEV Vakıflarının kurucusu olan Erbeş, Yahudi karşıtlığı ile İsrail karşıtlığının karıştırıldığı bir ülkede sivil toplum örgütünün başkanlığını yapmasının hiç kolay olmadığının altını çizerken bazı şeyleri elde ederken tırnakları ve şahsi ilişkileri ile çaba verdiğini sözlerine ekledi. Yahudi olmanın hiçbir zaman handikap olmadığını savunurken, Türkiye Cumhuriyetinde “Yahudi kimdir” sorusunu geniş toplumda çeşitli platformlarda yanıtlarken tarihsel bilince sahip olarak örneklemeler ile yanıtlamamız gerektiğini savundu. Ayrıca verdiği ilginç örneklerin biri de İslam’la iki dinin benzerlikleri, Tasavvuf’un Kabala ile benzerliğinin belirtilebilir olacağı yönündeydi.
Sivil toplum kuruluşlarında çok etkin çalışırken olabilecek asimilasyon problemini konuşmacılara soran İvo Molinas'ın sorusuna ise Eli Kebudi yolumuza ve yardımlarımıza kimliğinizle gurur duyarak, onu koruyarak ve asimile olmadan da devam edebiliriz, diyerek yanıtladı.
Öğlenden sonraki zaman diliminde, “İletişimin ve Reklâmcılığın” yeni trendleri konulu panelde Jeffi Medina, sürekli değişen ve gelişen trendlere ayak uydurmamız gerektiğini vurgularken, iyi bir reklâm ajansının yaratıcı olması gerektiğini ve üzerinde çalıştığı ürünün diğerlerinden farklılığını ortaya koyarak değişik çalışmalar yapması gerektiğini belirtti.쇓


Limmud Tiryakiliği >  Tuna SAYLAĞ
Bu sene yaşadığım 3. Limmud şenliği; düzenlenmeye başlandığı 2005’ten bu yana her sene katıldığım bu etkinliğin bende yarattığı heyecan ve merak, daha uzun yıllar süreceğe benziyor. Genç/yaşlı, kadın/erkek, her yaş ve meslekten 1000’e yakın insanı bir arada veya bir odadan diğerine koşuşturduğunu görmek, gün boyunca bana Limmud’un bu seneki sloganının ne kadar iyi seçilmiş olduğunu hatırlattı: “Farklılıklarımızla bir arada olmak”

İç dünyamız
Katıldığım ilk çalışma Psikolog Gila Ancel Şeritçioğlu’nun rehberliğindeki “Yaratıcı sanat teknikleri aracılığıyla BEN’e farklı bir bakış” başlıklı sanat terapisi oldu. Sadece 15  kişinin kabul edildiği ve genelde genç hanımların rağbet ettiği bu çalışma oldukça ilginçti. Terapiden çok bir workshop anlayışında yapılan bu iki saatlik faaliyetin amacı, deneysel de olsa özümüzü  keşfetmek, bunu  kendimize izin verdiğimiz ölçüde katılımcılarla paylaşmak ve böylece farkındalık kazanmaktı. Bu içsel yolculuk sırasında bana göre en önemli nokta  herkesin kendi çapında sınırlarını kırma, olumlu ve olumsuz özelliklerini cesaretle tanımadığı insanlara açma çabası oldu. Dingin bir müzik eşliğinde kendimizi tanıtıp, biraz birbirimize aşina olduktan sonra masada  bulunan çok farklı obje (mantar, mum, tüy, yaprak, meyve çekirdekleri, taşlar, spiraller vs) ve çeşitli boyama malzemesinden faydalanarak, beyaz bir kağıt zemin üzerine hepimiz kendi  küçük dünyamızı oluşturduk. Çalışmanın sonunda aslında insanların duygularıyla, hayata bakışlarıyla, öncelikleriyle birbirinden ne kadar farklı ve birbirine ne kadar benzer olduklarını gördüm.

İsrail ve Diaspora
İsrail Hükümeti’nin resmi sözcülerinden deneyimli diplomat Avi Panzer’in Fransızca yaptığı bildiride, İsrail ile Diaspora’daki Yahudiler arasındaki vazgeçilemez bağın varlığını ve önemini vurguladı. “Bir elçinin görevinin sadece ülkesini temsil etmek değil, bulunduğu ülkedeki dindaşlarıyla da temasta olmaktır” savının altını çizdi ve bununla ilgili, kendi meslek hayatından yola çıkarak İtalya’da, Fransa’da yaşadığı tecrübelerden söz etti, örnekler verdi, ilginç anekdotlar anlattı. Nüktedan kişiliğiyle hitap sanatını çok iyi bildiğini gösteren Avi Panzer, ardından dinleyicilerin daha çok güncel siyasetle ilgili sorularını cevaplamaya çalıştı.

Hepimiz Türküz….Acaba?
Günün en rağbet gören bildiri konusu Araştırmacı- yazar Rıfat Bali ile Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Arus Yumul’un birlikte sundukları “Türkiye’de Azınlık Olma Halleri” temalı konuşmaydı. Konuyla ilgili saptamalarını ve yaşadığı çarpıcı tecrübeleri ki, çoğumuz yaşamıştır, örnekleyerek masaya yatıran Bali, olayı çok net bir biçimde özetleyerek sözü Yumul’a bıraktı. Prof. Arus Yumul, Türk toplumunun Müslüman olmayan bir Türk’ü nasıl algıladığını, azınlıkların bu algılayış biçimine karşı nasıl davrandıklarını, nasıl iyi vatandaş olduklarını ispatlamaya çalıştıklarını ve nasıl buna uygun bir yaşam biçimi benimsediklerini anlattı. Yumul, azınlıkların parya olma halini az da olsa, 90’lı yıllarda çok kültürlülük şemsiyesi altında kırdıklarını ama hiçbir zaman sınırlarını fazla genişletemediğini vurguladı.
Seneye başka bir Limmud’da buluşmak üzere…쇓

Limmud’da günüm nasıl geçti? >  Nur Şaul BARAKAS
4 Kasım Pazar Limmud’da gün boyu birçok etkinlik gerçekleşti. İlginin son derece yüksek olduğu günde, Limmud Komisyonu çalışanlarının profesyonel yaklaşımları zamanı en iyi şekilde geçirmemizi sağladı.
Günün ilk etkinliklerinden “Girişimcilik mi kurumsal kariyer mi?” konulu paneli çok büyük bir keyifle izledim. Panel, Avi Alkaş yönetiminde Meri Bahar, Cavit Habip, İzi Kohen ve Aslan Saranga’nın katılımı ile gerçekleşti. Panelin soru- cevap şeklinde sürdürülmesi dinleyicileri son derece aktif kılarken, farklı görüşlerin tartışılmasını ve gençlerin aydınlatılmasını sağladı. Başarılı bir yönetici nasıl olmalıdır? Kurumsal kariyerde ince noktalar, yönetici olmadan girişimci olunabilir mi? Çalışma ortamı ve koşulları bireyleri nasıl etkiler, girişimci olmanın yaşı var mıdır gibi sorulara cevap arandı. Sosyal hayatın iş hayatı ile iç içe yaşanmasının genç girişimcilere farklı kapılar açabileceği konusunda fikir birliğine varıldı. Katılımcıların yaş ortalamasının 25- 40 aralığında oluşu ise panele ayrı bir canlılık kattı.
Öğlen öncesinde, “Çorbada tuzumuz olsun diye” başlığından yola çıkarak gönüllülük üzerine yapılan paneli Miryam K. Molinas yönetti. Katılımcılar ise  Viki Özromano ile Eli Kebudi idi. Panelistler, sivil toplum kuruluşlarında canla başla çalışmaya başlamalarına etki eden ve başlangıç noktalarını anlattıktan sonra hem kendi toplumumuzda hem de toplumun genelinde aldıkları tepki ve geri bildirimleri paylaştılar.
Viki Özromano, Lions Kulübü’ndeki yöneticilik deneyiminden sonra işitme engelliler ve kız yetiştirme yurdundaki birçok çalışmaya imza attı. Bu çalışmaları esnasında ismi ve kimliğinin ona zorluk yerine kolaylık sağladığına dikkat çekti.
Toplum Gönüllüleri Vakfı üyesi olan Eli Kebudi, 18- 26 yaş arası gençlerin kendilerini ifade etmekte zorlandıklarını anlatırken, sivil toplum kuruluşlarında rol almanın kişinin ifade özgürlüğünü arttırdığını belirtti. 
ÖZEV ve İZEV Vakıflarının kurucusu olan Erbeş, Yahudi karşıtlığı ile İsrail karşıtlığının karıştırıldığı bir ülkede sivil toplum örgütünün başkanlığını yapmasının hiç kolay olmadığının altını çizerken bazı şeyleri elde ederken tırnakları ve şahsi ilişkileri ile çaba verdiğini sözlerine ekledi. Yahudi olmanın hiçbir zaman handikap olmadığını savunurken, Türkiye Cumhuriyetinde “Yahudi kimdir” sorusunu geniş toplumda çeşitli platformlarda yanıtlarken tarihsel bilince sahip olarak örneklemeler ile yanıtlamamız gerektiğini savundu. Ayrıca verdiği ilginç örneklerin biri de İslam’la iki dinin benzerlikleri, Tasavvuf’un Kabala ile benzerliğinin belirtilebilir olacağı yönündeydi.
Sivil toplum kuruluşlarında çok etkin çalışırken olabilecek asimilasyon problemini konuşmacılara soran İvo Molinas'ın sorusuna ise Eli Kebudi yolumuza ve yardımlarımıza kimliğinizle gurur duyarak, onu koruyarak ve asimile olmadan da devam edebiliriz, diyerek yanıtladı.
Öğlenden sonraki zaman diliminde, “İletişimin ve Reklâmcılığın” yeni trendleri konulu panelde Jeffi Medina, sürekli değişen ve gelişen trendlere ayak uydurmamız gerektiğini vurgularken, iyi bir reklâm ajansının yaratıcı olması gerektiğini ve üzerinde çalıştığı ürünün diğerlerinden farklılığını ortaya koyarak değişik çalışmalar yapması gerektiğini belirtti.