Geçen hafta ilk bölümünü yayınladığımız röportajın ikinci bölümünde, 1980- 2007 dönemini araştıran yazarlarımız Viktor Apalaçi, Alber Nasi, ve Marsel Russo` nun duygu ve düşüncelerine yer veriyoruzTuna SAYLAĞ
Alber Nasi
1990- 2000 yılları arasını inceledim ve yazdım. Bu proje ortaya atıldığında yazı kurulunda altı araştırmacı arandı. Bu tip projelerde pek fazla görev almamama rağmen bu çalışma beni heyecanlandırdı. Diğer araştırmacı ve yazarlardan farklı bir konumum vardı. Masada o dönemi yaşayan sadece üç kişi kalmıştık. Biri Sara Yanarocak, kendisi projede zaten yer almıştı, diğeri ilk baştan beri beraber çalıştığım İvo Molinas idi. Kitabın yazılma aşamasında İvo, Selimin Bar- Mitzva hazırlıklarıyla meşguldü. Bu işi, o yıllarda Şalomda bulunan birinin yapmasının en doğru olacağı inancıyla söz konusu dönemi incelemeye gönüllü oldum. Bilirsiniz belki, Şalom ciltleri sadece talep eden Şalom yazarlarına verilir. Bütün yazarlar araştırmalarını gazetede yapmak zorundayken, ciltlerin önemli bir kısmının evimde olması araştırmalarımı oldukça kolaylaştırdı.
1990 2000 yılları arasında Şalomda aktif olarak çalışıyordum. Üniversite öğrencisiyken girdiğim Şalomun o yıllardaki gelişimini yaşama fırsatı yakaladım. İlk çevirim, ilk köşe yazım hep bu senelerde yayınlanmıştı. Haberlerin arasında kendi çevirdiğim/yorumladığım haberleri görünce, durup o günleri hatırlamadan edemedim. Sadece Şalomun gelişimini değil kendi kişisel gelişimimi ve hatta Şalomun hayatımda/ gelişimimde oynadığı rolü anlama fırsatı yakaladım. 1990 2000 arasını derlerken Şalomda, o günlerde yaşadığımız güzellikleri, heyecanları ve acıları tekrar yaşadım. O seneler Şalomun şahlandığı bir dönemdi.
20. yüzyılda hangi on senelik dilime bakarsanız bakın çok ciddi değişimler ve gelişmeler görürsünüz. Ama 20. yüzyılın son on yılı özellikle teknolojiye bağlı olarak iletişimin, ulaşımın çok kolaylaştığı, globalizasyon sürecinin başladığı bir dönem.
Türk Yahudi Cemaatini etkileyen en önemli etkinlik hiç şüphesiz 500. Yıl faaliyetleridir.
500. Yüzyıl Vakfının hem Türk Yahudi Cemaatinin geniş Türk toplumuna tanıtılmasında hem de Türkiyenin dünyada tanıtılmasında çok önemli rolü oldu.
Yine bu dönemde İsrail ile Türkiyenin yakınlaşması hem iki ülke açısından hem de bölge barışı için son derece önemlidir.
Yahudi Cemaati ile ilgili olarak ilgimi en fazla çeken olgu, yetişmiş ve eğitimli gençliğin özellikle ABD, İngiltere, Avrupa ve İsraile göçü oldu. Genç yaşta göç edenlerin bir bölümü geri dönse de hatırı sayılır kısmı gittikleri yerde kaldılar.
Bu kitabı kimler ve neden okumalı diye soracak olursanız...
Bu kitap sadece cemaatimiz mensupları tarafından değil geniş toplum tarafından da okunması gereken bir araştırma. Türkiye Yahudi Cemaatinin 1947 2007 yılları arasındaki yaşayışının, kültürel olaylarının yanı sıra, Türkiye Yahudilerinin gerek dünya, gerekse Türkiyeye bakışını gösteren bir yapıt. Günümüzden 60 sene sonra bile bu kitap, araştırma amaçlı olsa da açılıp okunacak.
Marsel Russo
60. yıl kutlamaları kapsamında hazırlanacak almanak fikri ilk oluştuğunda ve bunda bana da görev verildiğinde, ilk aklıma gelen gazete arşivlerinin nasıl taranacağı idi. Metodoloji ile ilgili hiçbir veri yoktu önümde. Daha önceden benzer bir tecrübem olmadığı gibi, hangi kritere dayanarak olayları seçmem gerektiği konusunda da kesinleşmiş bir fikrim de yoktu açıkçası
Ancak masa başına oturup gazete sayfalarını çevirmeye başladığımda taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Bana verilen 2000 ile 2006 yılları arasıydı ve bu dönem bir yerde gazetenin olgunluk devrine isabet ediyordu
Dolayısı ile işim ilk dönemleri harmanlayan arkadaşlarımdan daha kolaydı.
Gazetenin sayfalarını taramaya başladığımda, olaylar bir film şeridi gibi akıp gitmeye başladı. Türkiye ve bölgemizdeki siyasi, ekonomik durumdan, toplum yaşantısına dek her konuyu kesintisiz izlemek gibi bir şeydi bu
Köşe yazılarını okumak ve gelişen olaylara verilen tepkileri görmek ilginçti doğrusu.
İşin redaksiyon kısmı çok sorun olmadı. Ancak açık söylemek gerekirse almanağa canlı taşınacak olayların seçimi beni bayağı zorladı. Yakın geçmişi inceliyor olmak ister istemez, bu dönem, okuyucunun hafızasında tazedir, dolayısı ile seçimde çok titiz olmam gerekiyor, önemli bir olayı atlamam umarım yollu bir baskıyı hissettirdi bana !
İncelediğim dönem dünyanın global terörle tanıştığı bir dönemdi ve bunun izlerini toplumda, dolayısı ile gazete sayfaları arasında bulmak mümkündü. Burada bana göre en dramatik olaylar zinciri, 11 Eylül saldırılarından sonra yaşanan süreç ve bu süreçte, Türk Yahudi toplumunun başına gelenlerdi. Üzeyir Garihin cinayete kurban gitmesi ve bu cinayetin üstündeki sis perdesinin kamuoyu nezdinde tam da kalkmamış olması, Yasef Yahya olayı ve 15 Kasım sinagog saldırıları
Bunlar bizim toplum olarak yaşamaya alışık olmadığımız travmalardı. 1986da da Neve Şalom Sinagogu bombalanmıştı, ama saldırı Arap teröristler tarafından yapılmıştı ve bu özelliği ile 15 Kasım olaylarından ayrılıyordu. Daha sonra, 2006 İsrail Hizbullah savaşı esnasında oluşan somut anti- semitik dalgayı da anımsamak gerek.
Türk İsrail ilişkilerinin artan tempoda serpildiği ve ülkeyi yönetenlerin bu konuda sıcak söylemler geliştirdiği bu dönemde, Türk kamuoyunda yeşeren ve maalesef cinayet ve saldırılarla hayat bulan Yahudi düşmanlığı, ister istemez akla bazı sorular getiriyor. İşte beni en çok düşündüren bu konu oldu.
Dindar muhafazakar bir hükümetin İsrail ile her alanda son derece iyi ilişkiler geliştirmesini sokaktaki adam onaylıyor mu ? Ya da siyasetin ayak izlerini halk takip ediyor mu ? Eş deyişle Türk İsrail ilişkilerinde görülen sıcaklık konjonktürel bir yakınlaşma mı, yoksa halklar arası bir sempati mevcut mu ? Bunun cevabı gazetenin sayılarında var. Belki somut olarak verilmiyor...Ortalama Türk halkının olayı kavrayış şeklinin, ülkeyi yöneten yetkili ve sorumlu çevrelerin yaklaşımlarına dayanak sağlamadığı gerçeğini görmek için çok çaba harcamak gerekmiyor.