İki hafta önceki yazıda işlendiği üzere Hizbullah`ın kuruluş tarzı ve ideolojisinin temeli Ayetullah Humeyni`nin siyasi ve dini fikirlerini yansıtmaktaydı. Günümüzde giderek güç kazanan Hizbullah`ın eline fırsat geçtiğinde İslami bir devlet kurma çabalarına ağırlık vereceğine kesin gözüyle bakılıyorSabi VARON
Hizbullahın kuruluşu,
Lübnan Şii toplumu
Hizbullahın kuruluşunun temelleri Musa Al- Sadrın Mahrumlar Hareketi ve sonrasında kurduğu AMALa dayandırılabilir.
Hem AMAL hem de sonrasında Hizbullahın temel taban aldığı kitle Lübnan Şii cemaatiydi. Bu toplum modern Lübnan tarihinde politik ve sosyo- ekonomik olarak ezilmiş konumdaydı.
Lübnan 1943te Fransadan bağımsızlığını kazandığında, Maruni Hıristiyan ve Sünni Müslüman liderler cemaatlere ayrılmış bir yönetim yapısında anlaştılar. 1932de Fransızların yaptığı nüfus sayımının sonucunda şekillenen güç dengelerine göre Hıristiyan ve Müslüman milletvekili 6/5 oranında şekillenirken, Devlet Başkanının Maruni, Başbakanın Sünni, Meclis Başkanının ise Şii olması kabul edildi. Devlet Başkanı geniş yetkilere sahipken, Başbakanın yetkileri daha az, Meclis Başkanının ise yetkileri oldukça sınırlıydı.
İlerleyen yıllarda Şiilerin sayısı hızla artmasına rağmen bu durum değişmezken varolan yapı Marunilerin Lübnan politikasına hüküm sürmesine, Şii nüfusunun ve yaşadığı yerlerin (özellikle Güney Lübnan olmak üzere) ihmal edilmesine neden oldu
İsrail kurulduğunda göç eden Filistinli mültecilerin Güney Lübnana yerleşmesi, ve Filistin Kurtuluş Örgütünün bölgede devlet içinde devlet haline gelmesi, yörede sık sık İsrail ve yerel gruplarla çatışması zaten ekonomik durumu iyi olmayan Güney Lübnandaki Şiilerin Lübnanın varoşlarına taşınmasına ve bir araya gelmesine yol açtı. Bu politik ortam da Şii militan aktivizminin doğmasını sağladı.
Bu politik ortamda ortaya çıkan ve aynı zamanda bir Şii din adamı olan Musa Al- Sadr Şiilerin ve genel olarak ezilmişlerin haklarının savunulması için Mahrumlar Hareketini başlattı. Bu hareket Şiilerin haklarını koruyan aynı zamanda yardımda bulunan bir sivil toplum kuruluşu (STK) görevini görüyordu. Fakat 1970lerin sonunda patlak veren Lübnan İç Savaşı bu hareketin militan kolu AMALın oluşmasına neden oldu.
AMAL, Lübnan İç Savaşında savaşan taraflardan herhangi birine dönüştü ve popülerliğini kaybetmeye başladı.
Fakat AMALın lideri Musa Al- Sadrın Libyada kaybolması ve 1979 yılındaki İran Devrimi Şii aktivistlere yeniden hareket kazandırdı.
1982de İranın Bekaa vadisine 1500 civarı Devrim Muhafızını buradaki Şii militanları eğitmek için yollaması ile AMALdan kopan militan gruplar İranın yardımı ile bir araya geldiler. Daha sonra birleşen militan grupların politik kanadı Hizbullah adını alırken Hizbullahın askeri kanadı ise İslami Direniş adı ile ortaya çıktı.
Hizbullahın kuruluş bildirisinin geçen yazıda da ele alındığı üzere Şii İslamını temel alıyordu. Bildiride Hizbullahın herhangi bir Lübnan partisi olmadığı ve genel Müslüman ümmetinden oluşan bir hareket olduğu, Lübnanda bir İslam devleti kurmayı amaçladığı duyuruluyordu.
Fakat bu bildiride Hizbullahın diğer yönü de görülebiliyordu. Hizbullah bastırılmış ve ezilmiş Şiilerin haklarını savunmak ve en önemlisi, Lübnanda bulunan yabancı güçleri ülkeden uzaklaştırmak amacı ile direniş de belgeye girmişti.
Hizbullahı dünyaya duyuran eylemler de Lübnanda bulunan Amerikan, Fransız ve İsrail askerlerine yönelik intihar saldırıları olmuştu.
Bu direniş örgütünün özelliği Hizbullahın diğer Lübnanlı militan gruplardan sıyrılmasını sağlayacağı gibi Hizbullahın Lübnanlılaşmasında da etken olacaktı.
Taif Anlaşması:
1990da Lübnan İç Savaşı, Taif Anlaşması ile sona erdi. Taif Anlaşması Lübnanı bölgelere bölüyor ve milletvekillerinin yine 1943 anlaşması gibi cemaatlere dayalı kotlara bağlı olarak seçilmesini öngörüyordu. Hıristiyan- Müslüman milletvekili oranı 1/1 yapılıp, Sünni Başbakanın yetkileri arttırılarak Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşitlik sağlanmaya çalışılıyordu.
Hizbullah ilk başta Taife muhalefet etti çünkü cemaatsel kotalara bağlı yönetim biçimini kabul etmiyordu. Zira bu yeni yönetimde de Şiiler artık sayısal olarak kalabalık cemaat olmalarına rağmen yine politik olarak güçsüz konumda kalmışlardı. Ayrıca Taif Anlaşması ülkedeki tüm militan grupların silah bırakarak siyasete atılmasını ön görüyordu.
Bu aşamada Hizbullah tehdit altındaydı. Silah bırakma bir anlamda örgütün sonu olabilirdi. Çünkü 1990 öncesi yıllarda Hizbullah dini karakteri ile ön plana çıkan, Hıristiyan Lübnan yönetimini saymayan, Lübnanda İslami bir devlet kurmak istediğini söyleyen gizli, gizemli ve marjinal bir örgüttü. Ülkeyi işgal eden Suriyenin de silah bırakmayı reddeden ve devlet içinde devlet olacak bir örgütü hoş görmeyeceği de açıktı. Örneğin 1987de Suriye ordusu Beyrutun güney varoşlarına operasyon yapıp Hizbullah ile çatışmıştı.
Değişen politik ortamı fark eden Hizbullah bunun üzerine bir halkla ilişkiler çabasına girdi ve Hizbullahın bir mezhep militan örgütü değil, dış işgalcilere karşı direniş örgütü olduğu vurgusu yapıldı. Böylece Hizbullah ilk defa gizli bir İslami cihat örgütü yerine milli bir direnişçi olarak popülerlik kazanmaya çalışıyordu.
Hizbullahın aslında iç savaşa karışmamış olması ve genel olarak dış güçlere karşı çarpışmış olması ve İsraile karşı Hizbullahtan istifade etmek isteyen Suriyenin de etkisi ile Hizbullah İslami direniş örgütü statüsü ile silah bırakmaktan kurtuldu.
Buna karşılık olarak da Hizbullah silah bırakmamasını sağlayan Taif anlaşmasını ve getirdiği politik sistemi, en azından görünüşte, kabullenmiş oldu. Bu da Hizbullahın Lübnan politik sistemine girerek Lübnanlılaşmasında en önemli etken oldu.
Geri kalan militan grupların çoğu dağıtılınca Hizbullah Güney Lübnandaki İsrail varlığına direnişi tekeline aldı.
Direniş örgütü olarak Hizbullahın Lübnanlılaşması
Hizbullahın direniş örgütü karakteri ve silah bırakmaması daha sonraki çatışmalarda da hem örgütün Lübnanda kabul görmesini hem de Lübnanlılaşmasını sağladı.
2006daki Lübnan- İsrail savaşının ertesinde görülen popüler Hizbullah desteği aslında bir ilk değildi: Bu savaştan on yıl önce, 20 Mart 1996da Ali Aşmar adlı Hizbullah militanının intihar saldırısında iki İsrail askeri hayatını kaybedince, İsrail Gazap Üzümleri adındaki operasyonuna başladı. Bu operasyon çerçevesinde İsrail Güney Lübnanda büyük bir askeri operasyon düzenledi. Operasyonda Güney Lübnanda altyapının bombalanması ve Kanadaki BM Karargahına isabet eden bomba sonucunda sivillerin ölmesinin ardından Hizbullah Lübnanda popüler destek kazandı. Lübnanlılar Hizbullahı direniş örgütü olarak kabullenirken Hizbullaha Hıristiyanlar da dahil tüm Lübnanlılardan bağış geldi.
1997de Hizbullahın lideri Hasan Nasrallahın oğlu Hadi Nasrallah, İsrail ordusu ile çatışma sırasında ölünce Hizbullahın Lübnan halkı arasındaki popülerliği yeniden arttı.
Hizbullah bunun üzerine tüm cemaat ve mezheplerin katılabileceği İsraile Karşı Savaşan Lübnan Tugaylarını kurdu. Böylece Hizbullahın direnişi Lübnan toplumu geneline yayılırken milli bir direniş olarak gördüğü kabul de artmış oldu.
2000 yılında İsrail Güney Lübnandan çekilince Lübnanda Hizbullahın silah bırakması yeniden gündeme geldi. Fakat Hizbullah bu sefer Lübnan- Suriye sınırında İsrailin Şeba çiftliklerinden çekilmediğini bahane ederek silah bırakmayı reddetti.
Şeba çiftliklerini İsrail ve BM Suriyenin Golan bölgesinde kabul ediyor, ve İsrailin 1967 savaşından sonra işgal ettiği Suriye topraklarından sayıyordu. Fakat Şeba çiftlikleri Hizbullaha göre Lübnan topraklarında bulunuyordu, bu sebeple İsrail Lübnandan tamamı ile çekilmemişti, Hizbullah direnişe devam edecekti.
2006 yılında Hizbullahın İsrail askerlerini kaçırmasının ardından başlayan savaşta İsrail sert tepki verince ilk başta Hizbullahın desteğinin azalacağı tahmin ediliyordu. Gerçekten de savaşın ilk günlerinde Hizbullaha Lübnanda tepkiler mevcuttu. Bunun yanında İran- Iraktaki Şii Militanları- Suriyenin Şii sayılan Alavi (Türkiyedeki Alevilikten farklı) mezhebine ait yönetimi ve Hizbullahın tüm Müslüman dünyasını hakimiyetine alacak bir Şii ekseni oluşturmasından endişe eden Sünni Müslüman liderler Hizbullahı şiddetle eleştirmişti.
Fakat savaş uzayıp İsrail bombardımanı sürüp İsrail kara operasyonu olarak fazla ilerleyemeyince Hizbullah Lübnanda yeniden destek gördü. Bunun yanı sıra Müslüman ülkelerde yaşayan Sünniler Hizbullahın savaşını Hamasa ve Filistinlilere destek, İsraile karşı direniş olarak görmeye başladılar. Böylece Lübnanlılar ve Arap halklar kendi hükümetlerinin söylemlerine karşın Hizbullahı desteklediler.
Ateşkes ilan edilmesinin ardından Hizbullah bu durumu yandaşlarına ve Lübnanlılara ilahi bir zafer olarak sunarak Lübnanda önemli bir faktör olduğunu yeniden gösterdi.
İranın dini etkisinin azalması
Hizbullahın Lübnanlılaşmasında bir etken de İranın dini olarak etkisinin Hizbullah üzerinde azalmasıydı.
Hizbullah ilk kurulduğunda Humeyninin dini ve politik düşüncelerini takip ediyor, ideolojisini ve eylemlerini bunlara dayandırıyordu. Örgüt 1985teki ilk manifestosunda İran'ı ve İranın dini görüşünü temel alan bir Pan- Şiist, Pan- İslamist ideolojisini ortaya koyuyordu.
Günümüzde de Hizbullah hala İrandan destek alan, İrana yakın bir örgüt olsa da, Hizbullah üzerindeki İran kontrolü ve ideolojisi Humeyninin 1989da ölümü ile azaldı.
Her ne kadar Hizbullah Humeyninin halefi Ali Hamaneyi taklit mercii ve lideri kabul etse de Hamaneyin liderliği giderek politikten ziyade dini bir kapsama girdi. 1995te Hamaney Hizbullah lideri Nasrallahı Lübnandaki temsilcisi ilan etti. Bu örgütün İrandan özerkliğini biraz daha arttırıyordu. Daha önemlisi Nasrallahın Hamaneyin temsilcisi ilan edilmesi, Hamaneyi takip eden Lübnanlı Şiilerin verdiği dini vergiyi Nasrallahın bağımsız bir şekilde toplaması anlamına geliyordu.
Hizbullahı İran/Fars kaynaklı bir Pan- Şiizmden uzaklaştıran bir diğer etken de Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah oldu.
Fadlallah Musa al- Sadr ve Humeyni gibi Irakın Necef kentinden çıkan bir din adamı ve taklit mercii olarak Lübnandaki Şiiler üzerinde etkilidir. Hem Fadlallah hem Hizbullah aralarında organik bir ilişkinin varlığını kesinlikle reddetmektedir, fakat Hizbullahın bir çok üyesinin Fadlallahı ruhani lider olarak kabul ettiği görülmektedir.
Fadlallah, dinin hükümet üzerinde daha limitli bir etkisi olması gerektiğini savunan, Hizbullahın Lübnan politikasına dahil olmasını destekleyen, Hizbullahın seçimlerde din öğesini kullanmasını eleştiren bir lider olarak dikkat çekmektedir. Ayrıca Fadlallah Şii İslamını bir Arap dini lider olarak İranın Fars temelli olarak şiizmi tekeline almasına engel olan bir lider olarak ön plana çıkmaktadır. Bu da Hizbullah içerisinde Arap milliyetçiliğinin de yer kazanmasında faktör olmuştur.
Suriye Etkisi
Hizbullahta Arap Milliyetçiliğinin yeşermesinde bir etken de Suriye olmuştur. Sünni Arap bir İran- Irak - Suriye- Lübnan Şii ekseninden endişe etse de Suriyenin Şiiliğinin ne kadar ön plana çıktığı tartışmalıdır. Sünni çoğunluğa sahip Suriyede yönetimin Şiilikten sayılan Alavi mezhebinin yönetimde olması dikkat çekici de olsa, bu yönetim bir Baas yönetimidir. Yani Arap milliyetçisi, Laik bir ideolojide olduğu iddiasındadır.
Suriyenin Lübnanda yıllar süren işgali sırasında da Suriyeliler Arap Kardeşliği retoriğini sık kullandılar. İsraile karşı mücadelede Suriye ile ortaklık kuran Hizbullahın da bu ideolojiden etkilenmesi kaçınılmazdı. Günümüzde de Hizbullahın Filistinli militanlara destek verirken Arap milliyetçiliğinin de faktör olduğu görülmektedir.
Hizbullahın politik parti olması ve Müslüman olmayan gruplar arası ittifaklar
Hizbullahta bir Lübnan/Arap milliyetçiliğinin yeşermesi ve Taif sonrası politik durum örgütü Müslüman olmayan gruplarla diyalog kurmaya itti. İç savaşın sona ermesi ve diğer tüm militan grupların politik partiye dönüşmesi ile Hizbullahın da politik partilere katılması söz konusu oldu.
Hizbullahın Humeyninin geçersiz ve kanundışı ilan ettiği Lübnan sistemine dahil olması örgüt içerisinde tartışma yarattı. Ayrıca örgütün 1985 manifestosunda Hıristiyanların semavi din üyesi olarak saygı görecekleri bildirilmekle beraber İslami bir yönetimde yerleri olamayacağına dair işaretler veriliyordu. Örgütün kendi iç tartışmasını ancak o sırada dini lider olarak ağırlığı bulunan İran lideri Ali Hamaneye danışarak aşabildi. Hamaneyin icazet vermesi üzerine Hizbullah Lübnandaki seçimlere katılmaya karar verdi.
Lübnan politik sistemi bölgelere ve cemaatsel kotalara göre ayrıldığından Hizbullahın diğer mezheplerdeki gruplar ile ittifak yapması da gerekli konuma geliyordu. Yani reel- politiğin de getirdiği gerekçeler ile Hizbullah Lübnanda bir şeffaflaşma ve diğer cemaatlere karşı açılma hareketine girdi.
Hizbullahın sivil yardım örgütleri de bu atılımda faydalı oldu. Hizbullahın Şiilere yardım için ağırlıklı olarak Şiilerin yaşadığı bölgede kurdukları sivil örgütler bölgede bulunan diğer cemaatlere de yardımda bulunuyordu. Yani Hizbullahın sivil toplum kuruluşları, kendisinden önce gelen Musa Al- Sadrın örgütleri gibi Lübnan toplumunda kabul gören bir mahrumlar hareketi oluşturuyordu.
1992de Marunilerin Patriğine yapılan ziyaret ve 1997de papaya yazılan mektup ile devam eden açılım ve müttefik edinme politikası günümüzde Hizbullahın Maruni lider Michael Aoun işe yaptığı ittifak ile devam etmektedir.
Günümüzde Hizbullahın dini ve milliyetçi yaklaşımları
Tüm gelişmelere rağmen Hizbullahın tamamen dini bir ideolojiden sıyrılıp milliyetçi bir örgüt olmasını beklememek gerekir.
Hizbullahın her dönüm noktasında politik ortamın gerektirdiği kararları aldığı, ve dini kaygıların da tamamen kaybolmadığı görülmektedir.
Örneğin yukarıda belirtildiği gibi Hizbullahın seçime katılma kararı ancak dini tartışmalar sonunda, Hamaneye danışılarak alındı.
Hizbullah İsraile Karşı Savaşan Lübnan Tugaylarını kurduğunda İslami Direniş üyeleri bu oluşuma katılmadı. İslami Direnişin yeri milli direnişten ayrı tutuldu. Bugün de Hizbullah milli direniş, Arap kardeşliği gibi kavramlara vurgu yapsa da Şii temelli şahadet kavramlarından da vazgeçmemiştir.
Bunun yanında Hizbullahın seçim propagandalarında dinden faydalandığı da görülmektedir. Örgüt yandaşlarının seçimlere katılmasını ve Hizbullaha oy vermesini dini bir zorunluluk olarak sunmaktadır.
Hizbullahın dini yönetim konusunda ise yumuşama gösterdiği gözlemlenmektedir. Hizbullahın 1985te yayınladığı ilk manifestosunda İslami bir devlet kurma isteğini duyurmuştu fakat, Hizbullahın millileşme ve açılma sürecinde liderleri İslami devletin teorik bir amaç olduğunu ve zorla Lübnana kabul ettirmek gibi bir niyetleri olmadığını defalarca açıkladılar. Nasrallah ve yardımcısı Şeyh Naim Kasım değişik röportajlarda İslami devleti ancak halkın çoğunluğu kabul ederse getireceklerini, bu çoğunluğunda %51in ötesinde bir çoğunluk olması gerektiğini bildirdiler. Hatta yakın zamanda Hizbullahın bayrağında bulunan İslami devrim ibareleri yerini İslami direnişe bıraktı.
Fakat şu veya bu şekilde Hizbullah İslam devleti arzusundan tamamen vazgeçtiğini de ifade etmemektedir. Hatta her İslami hareketin ve bu hareketlerin üyelerinin İslami bir devlet kurma ihtiyacını hissettiği belirtilmektedir.
Hizbullahın değişiminde reel- politiğe uygun olarak davranıyor olması gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Giderek güç kazanan bir Hizbullahın eline fırsat geçtiğinde İslami bir devlet kurma çabalarına ağırlık verip milliyetçilikten vazgeçmeyeceğini iddia etmek güç görünmektedir.