17. yüzyılda Avrupa’da, “Tulipomania”, (lâle çılgınlığı) modasının sebebi, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli simgelerinden birisi olan ve bir devre adını veren laleler, onlara evlerimizde yer açmaya başlamamızla birlikte modaya dönüşerek yüzyıllar sonra tekrar hayat buluyor
Lâle Devri'nden bir asır önce, Avrupa'da 1620- 1635 yılları arasında yaşanan “Tulipomania” (lâle çılgınlığı) modası, lâle fiyatlarının olağanüstü bir şekilde tırmanmasına, kadınların değerli mücevherler yerine boyunlarına lâleler asmalarına neden olmuştur. Bu dönemde, lâle merakı ile İstanbul'a gelen yabancılar, şehirden bir hayli etkilenmiş ve hayran kalmışlardır. Miss Julia Parabe adındaki bir İngiliz kadın, İstanbul'un o yeşilliğe ve çiçeğe boğulmuş sokaklarını, evlerini, yalılarını görünce hayretler içinde kalmış ve "Keşke Shakespeare, Romeo ve Juliet'in bahçe sahnesini yazmadan önce Boğaziçi'ni görmüş olsaydı" demiş.
Lâle zambakgiller familyasından, yaprakları uzun ve mızraksı, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte, alacalı bir süs bitkisidir. Lâlenin Türkistan'ın bozkırlarında yabani bir çiçek olarak uç verip, Bulgar Türkleriyle İdil boyuna, Timuroğulları ile Hint'e, Selçuklularla İran'a ve Anadolu'ya geldiği savunulur. Yabani olarak Akdeniz'in kuzey kıyılarında ve Japonya'da da rastlanan laleler, evlerimizde yer vermeye başlamamızla birlikte lale modasının oluşumundan yüzyıllar sonra günümüzde tekrar hayat buluyor. Modern açık renklerde, beyazdan ekruya- kum rengine kadar giden renk skalamızdan seçtiğimiz renklerle dekorasyonumuza eklediğimiz aksesuarlar, renk katması amacıyla koyduğumuz Vakko’nun lale motifli panoları ve Kütahya çinileri ile evlerimizi canlandırıyoruz. Ayrıca Sadrazam İbrahim Paşa’nın bile kendi elleriyle lâle yetiştirdiği Lale Devri’ne gönderme yaparcasına salonumuzdaki orta sehpamızın üzerine, yavaş yavaş démodé olmaya aday orkidelerimizin yerine, zarif lale vazolarımızı yerleştirmeye başlıyoruz.
Lâlenin, Osmanlılar tarafından bu kadar kabul görmesinin sebeplerinden biri de Arap harfleri ile yazıldığında, Allah kelimesindeki bütün harfleri kapsamasından ileri gelir. Harflerin karşılığı sayıların hesabına dayanan "ebced" usulüne göre de "Allah" kelimesi ile "lâle" kelimesinin aynı rakama eş değer olması, "yaratıcı"nın yarattıklarında tecelli etmesi düşüncesinden hareketle derin bir heyecan uyandırmıştır. Lâle, Arap harfleri ile yazılır ve tersinden okunduğunda Hilal - Ay olur; Hilal veya Ay da Osmanlı İmparatorluğu’nun amblemidir. Günümüzde evlerimizde en kıymetli yerde duracak şekliyle Ebru fonunun üstünde duran lale figürünün yanında hat levha ile duvarlarımızda endam eder.
19. yy'da yaşamış Charles Mackay'ın "Halk Arasındaki Olağanüstü Hezeyanlar ve kitlesel çılgınlıklar" adlı kitabında Lale Devri’ndeki şenliklerin önemli bir bölümünü bugün Çırağan Sarayı’nın bulunduğu arazide fener alaylarının düzenlendiğini, bu fener alayları yüzünden semtin adının "Işık saçan" anlamına gelen "Çırağan" kaldığını yazar. Büyüklü, küçüklü, özellikle pencere önüne dizdiğimiz yandıklarında bizi geçmişe götüren dekoratif mumlarla donatıyoruz evlerimizi. Kağıthane Deresi civarında gece düzenlenen eğlencelerde kaplumbağaların kabuklarına koyulan mumlar seyredilirken, Avrupa, Regence devrinin Paris ve Versailles'daki ihtişamını yaşamaktadır. İleriki tarihlerde Versailles Sarayı örnek alınarak yapılan Sâdâbâd Kasrı o dönemde kötü bir talih sonucu, Patrona Halil Ayaklanması’yla isyancılar tarafından yıkılacaktır.
Lâle motif olarak kumaşlarda da karşımıza çıkıyor. II. Süleyman'ın, Yavuz Sultan Selim’in, III. Murat' ın yalnızca lâle motifi kullanılmış kaftanlarından farklı olarak sandalye döşemelerinde yer alan lale motifli kumaşlar, coco halıların üzerinde, diğer lale motifli halılar da modern mobilyalara zıtlık oluştururcasına dekorasyona meydan okuyor. Banyolarda beyaz yağlıboya duvarların üçte birlik kısmının yerdöşemesiyle birleşen ve devam eden görünümü Vitra’nın Osmanlı hamamlarına yaptığı göndermeleri evlerimizde banyolarımızda görmek, yalın çizgisi ile bize her mekânda huzur vermeye devam ediyor.
Osmanlı’da İstanbul bahçelerinin vazgeçilmez çiçeği olarak lale, gül, karanfil ve zerrin gibi çiçekler yetiştirilmiştir. Zaman zaman laleyi gül ile boy ölçüşür şekilde buluruz. Gülün kullanıldığı yerlerde kullanılır. Lale bir döneme ismini verirken, gül kendi kudretini İngiltere'de iki bölge arasında 1455- 1485 yılları arasında sürmüş 30 Yıl Savaşı’nda gösterir. Hiç bir zaman savaşla biraraya getirilmeyecek bir çiçeğin adı verilir tarihe; Güllerin Savaşı.. Savaş, York Hanedanlığı’nın beyaz, Lancester Hanedanlığı’nın ise yakalarına kırmızı gül takarak savaştıkları için bu adla anılır. Hanedanlık üzerinde hak iddia etmeye dayanan bu savaş, üzerine tarihte sanat ve edebiyat eserine kaynak oluşturur.
Lâle aşığı Fransız yazar Aleksandre Dumas'ın, 1850 yılında yazdığı, la Tulipe Noire; Siyah Lâle adlı romanında; siyah lâle yetiştirmek isteyen, kahramanları gerçek hayattan seçilmiş iki kişi arasındaki inanılmaz olaylar anlatılır. Aynı romandaki tavrı gibi lale de bir döneme adını damgalamaya cüret edecek kadar çılgın bir çiçektir. Lale floral tavırlarıyla evlerimizde yerini bulurken, köşesinde tüm zerafeti ve umursamaz tavrıyla bize göz kırpar…