27 Aralık’ta Ravalpindi Kenti’nde uğradığı saldırı sonucunda hayatını kaybeden Pakistan eski başbakanlarından Benazir Butto, Pakistan’ın demokrasiye geçişini sağlamak için sekiz senelik sürgün hayatını geride bırakarak, ülkesine geri dönmüştü. ABD, Müşerref’in ülke genelinde kaybettiği itibarı, Butto’nun yeniden seçimlere katılıp, başbakan olmasıyla unutturabileceğini zannediyordu. Ancak ABD’nin bu planı boşa gitti
Sekiz yıl süren sürgün hayatından sonra ülkesini girdiği girdaptan çıkarabilmek için Pakistan’a geri dönen ancak, 27 Aralık’ta Pakistan’ın Ravalpindi kentinde uğradığı saldırı sonucunda hayatını kaybeden muhalefet lideri ve eski başbakanlardan Benazir Butto, ülkesi için bir ümit ışığıydı. Butto’nun ölümünün ardından, 8 Ocak’ta yapılması gereken genel seçimlerin 18 Şubat’a ertelenmesi, Butto’nun zirveye taşıdığı Pakistan Halk Partisi’nde bayrağı kimin devralacağının kesinlik kazanamaması, halkın Devlet Başkanı Pervez Müşerref’i, Butto suikastından dolayı suçlaması ve ordunun El Kaide ve Taliban güçleri karşısındaki başarısızlığı ülkeyi hiç şüphesiz karanlık bir labirente doğru sürüklüyor.
Terörle savaşta dünyanın yeni düşmanı olarak gösterilen, Pakistan’ın Kuzey Batı Cephesini El Kaide ve Taliban cennetine dönüştüren aşiret ağalarından Beytullah Mesud, Butto suikastinden sorumlu tutuluyor. Şubat 2005’te ordusunun, aşiret bölgelerinde çok kan kaybetmesi ile Pakistan Devlet Başkanı Müşerref, Mesud ile barış anlaşması yaptı ancak bu ittifak pek uzun ömürlü olmadı. Bu anlaşmaya göre militanlar güvenlik güçlerine karşı düzenledikleri saldırıları durduracak, Taliban’a desteği kesecek ve Afganistan’a sınır ötesi operasyonlar düzenlemeyecekti. Hükümet, Beytullah ve diğer aşiret ağalarına anlaşma karşılığında 540 bin Amerikan Doları verdi ancak bu para doğrudan El Kaide’nin cebine girdi. Mesud bu anlaşmanın ardına sığınarak, bölgeyi terör kampına çevirdi. Mesud ve diğer militan liderler kendilerine karşı gelen 200’e yakın aşiret ağasını öldürtmekten kaçınmadı. Mesud’un en büyük vukuatı ise geçen Ağustos’ta 250’den fazla Pakistanlı askerin ve paramiliter birliğin, kendi adamlarınca ele geçirilmesiydi. Otuza yakın militanın hapisten salıverilmesi karşılığında askerleri serbest bırakacağını belirten Mesud, hükümetin kendi aşiret bölgesindeki operasyonlara son vermesini de talep etti. Mesud’un talebine boyun eğen Müşerref, yirmibeşe yakın suçluyu serbest bıraktırdı.
Pakistan’ın bugünkü durumuna gelmesi, hiç şüphesiz ki geçmişte yapılan zincirleme hatalara bağlı. Yakın tarihte alınan bazı politik kararların, bugün ülkenin önüne aşılması güç bir bariyer gibi çıkması kaçınılmaz. 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle, Pakistan’ın o dönemdeki generali Zia ul-Haq, Afganistan’da yüzlerce medreseye para yardımında bulunarak, İslam organizasyonlarının silahlanmasına destek verdi. General Zia komşu ülkede cihadı desteklerken sınır bölgesinin de militarize olmasında büyük rol oynadı. Sovyet işgali sona erince ABD’nin bölgedeki gücü azaldı, komünistlerle savaşmak için eğitilmiş binlerce genç militan, silahlarını Pakistan ve ABD’ye yöneltti. Washington, General Muhammed Zia ul-Haq rejimi sonrasında seçimle başa gelen diğer hükümetlere nükleer silah geliştirdikleri için ekonomik ve askeri yaptırımlar uyguladı.
11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra ABD, Pakistan-Afganistan sınırınında kontrolün artmasını talep etti. Bu durumda Pakistan’ın ulusal çıkarı, dış politika ile ülkenin en güçlü devlet kurumu olan ordu arasında sıkışıp kaldı. Ordu, bazı militan gruplara verdiği desteği, Hindistan tehdidi karşısında kesmek istemiyordu. Bilindiği gibi Pakistan 1980 ortalarında Hindistan ile sorunlu bölge Kaşmir yüzünden barış savaşçılarına komşu hedeflere saldırı düzenlemeleri için destek ve eğitim veriyordu. 11 Eylül saldırılarından sonra terörle savaş ABD’nin önceliği oldu. Bu durumda Müşerref, Taliban rejimine verdiği desteği çekerek, ABD ile yeniden yakınlaştı. ABD ve NATO birlikleri 2006 yazında Afgan sınır boyunda askeri operasyonlar sonucunda önemli sayıda militanın Pakistan’da sığındığına dikkat çekti. Afgan Taliban liderler operasyonları artık Pakistan’dan yürütüyor ancak sınır boyundaki birimler sızıntıyı engellemek için yeterli isteği göstermiyordu. ABD, 2001’den itibaren Pakistan’a El Kaide ve Taliban’la savaşması için on milyar Dolar’dan fazla yardım gönderdi. 11 Eylül terör saldırılarının ardından Washington- İslamabad işbirliği, önemli El Kaide liderlerinin Pakistan’da yakalanmasını sağladıysa da, Taliban bugün Afganistan’nın güneyinde ve Pakistan’nın FATA (Federal yönetim altındaki aşiret bölgeleri) ve Baluçistan bölgelerinde varlığını sürdürüyor. Usama bin Ladin ve Ayman al-Zavahiri’nin, Afganistan-Pakistan sınır bölgesinde yerleştiği de biliniyor.
Bugün Pakistan politik ve güvenlik sorununu birarada yaşıyor. Pervez Müşerref ise, tahtaravallinin ortasında ABD çıkarları ile İslam grupları arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Daha doğrusu ülkede varolan aşırı kesim tehdidinin arkasına sığınıp, batı dünyasına varlığının gerekli ve kaçınılmaz olduğunu göstermeye çalışıyor. Aşırı kesim artık sınır bölgesinden içeri sızıp, Pakistan’ın önemli şehirlerindeki hükümet binalarına saldırıyor. El Kaide bağlantılı gruplar ordu ve sivil hedeflere yönelik intihar saldırıları düzenliyor.
Müşerref’in en büyük hatası ülkesini saran terör ağları ile uğraşırken, koltuğunu kaybetme korkusuyla sivil topluma uyguladığı baskı oldu. Geçen mart ayında Müşerref’in Yüksek Mahkeme Başkanı İftihar Çaudri’yi görevinden alması sonucunda ülkenin çeşitli yerlerinde avukatlar ayağa kalkmıştı. Son altı senede gelişen ekonomi, ülkede yeni bir orta sınıfın meydana gelmesini sağladı. Sayıları milyonları geçen eğitimli, dünyaya kablolu televizyon ve internet aracılığı ile bağlanan bu kesim, ülkede yargı organının küçük düşürülmesine büyük tepki gösterdi. Baskı altında kalan Müşerref durumu düzeltmek için Çaudri’yi yeniden göreve getirdi.
Kasım ayında Yüksek Mahkeme’nin genelkurmay başkanlığı görevini yürütürken Müşerref’in devlet başkanı olup olamayacağı konusunda karar vermek için toplanması, başkan için bardağı taşıran son damla oldu. Müşerref ülkede olağanüstü durum ilan etti. Artık Pakistan ordusu, polisi ve gizli servisi Yüksek Mahkeme savcılarını tutuklamak ve avukat protestolarını bastırmakla meşguldü. Enerjilerini terörle savaşmaktan çok politik ayaklanmaları durdurmak için kullandılar. Bir yandan güvenlik, diğer yandan politik sorunlar ile boğuşan Müşerref’in yardımına yine ABD koştu. Butto’nun sürgünden geri dönerek, 8 Ocak’taki seçimlere katılmasını öngören ABD, bu yeni planı ile Müşerref’e kaybettiği itibarı kazandırmayı amaçladı. Pakistan’ın demokratik rejime geçişini tüm gücüyle destekleyen ABD, Butto’nun ölümünden sonra ise plansız kaldı.
Butto suikastinin perde arkasında hangi oyuncuların rol aldığı daha kesinlik kazanmasa da, Pakistan’ın 13 Ocak tarihinde ülke genelinde yaptığı bir anket, durumu olduğundan da karışık gösteriyor. Ankete katılan bin üç yüz kişinin %17’si, suikastten Taliban veya El Kaide’yi suçlarken, %23’ü hükümeti, %25’i ise hükümet yandaşı politikacıları suçladı. Butto’nun yeterli korunmadığı gerçeği, doğal olarak dikkati farklı komplo teorilerine de çekiyor. Geçmişte El Kaide’nin, Müşerref’e yönelik düzenlediği saldırı, terör örgütünün ülkenin güvenlik ve istihbarat birimleri arasında sempatizanları olduğunu ortaya koydu. Pakistan gizli servislerinden Hizmetlerarası İstihbarat Ajansı’ndan(ISI), eski üst düzey bir yetkili, militanları eğiten ve sonuç olarak bu gruplara yakınlık duyan düzinelerce ISI memurunun, görevine son verildiğini açıkladı. Polisin bile ISI tarafından yazılı talimat verilmediği sürece militanları tutuklamada çekince yaşadığı gelen haberler arasında. Ajansın içinden gelen bilgiye göre, ISI ikiye ayrılmış durumda; militanları yakalayan ve militanlarla çalışan. Pakistan Halk Partisi’nin birçok üyesi, ISI eski görevlilerinin Butto suikastinde parmağı olduğu görüşünde. İddiaya göre bu görevliler saldırı planından haberdar olup, Butto’yu tehlikeye karşı uyarmadı. Amerikan merkezi haber alma ajansı CIA Direktörü Michael Hayden, 18 Ocak 2008’de yaptığı açıklamada, Butto suikastinden Mesud ve ona yardım eden El Kaide üyelerinin sorumlu olduğunu belirtti. Ancak böyle bir bilgiye Pakistan gizli servisinden ulaşabilen CIA’in, olaylara tarafsız yaklaşıp yaklaşmadığı şüpheli. Ayrıca tetiği kimin çektiği, katilin doğru yer ve zamanda nasıl bulunduğu sorusunu cevaplayamıyor. Pakistan’da artan kaos, doğal olarak ABD’yi Pakistan istihbaratına daha bağımlı hale getiriyor.
Butto suikasti içinde derin devletin parmağı varsa soruşturmanın sonuçlanması yıllar sürebilir. Gerçeklerin su yüzüne çıkmasında 18 Şubat tarihinde yapılacak seçimlerin büyük önemi var. 28 Kasım’da ordu komutanlığını General Eşfak Kayani’ye bırakarak, sivil devlet başkanı olarak yemin eden Müşerref’in, demokrasi yolunda atılacak ilk adımda daha yeni emeklemeye başlayan politik partiler ile işbirliği içinde olması ve adil bir seçim ortamı yaratması gerekiyor. Pakistan ancak yasama, yürütme, yargı organlarının birbirinden ayrı işlevlerini sürdürmesi ve sivil toplum örgütlerinin benimsenmesi ile içinde barınan terör canavarı ile savaşabilir.