Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın eski başmüfettişi, Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim görevlisi Süleyman Doğu’nun 27 Ocak Uluslararası Holokost’u Anma Günü için hazırlamış olduğu metni yayınlıyoruz
Süleyman Doğu
Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BM), 1990 sonrası ulusal azınlık haklarına ilişkin sorunların uluslararası planda çözümünü sağlamak konusunda yeni bir görev üstlenme eğilimi göstermiştir. Özellikle asimilasyona dair ulusal azınlık hakları egemen devlet haklarına karşı korunmak istenmesi ve bu gaye ile “BM Ulusal veya Etnik, Dini ve Dilsel Azınlıklara Mensup Bireylerin Hakları Bildirgesi”1 1992 yılında Genel Kurul’da ele alınmıştır. Burada öngörülen düzenlemeler 1966 tarihli Uluslararası Yurttaşlık ve Siyasi Haklar Sözleşmesini bir adım ileri taşıyarak, azınlık kavramı ile güçlendirmek cihetine gitmiştir.
Avrupa Konseyi, Ulusal Azınlık Hakları Konusunda Parlamenterler Meclisi Görüşü (1993)2, ulusal azınlıkların kendi eğitim, dini ve kültürlerini sürdürme ve geliştirme, bu nev’i kurumlarını koruma ve yine kendi kimliklerinin korunması ve geliştirmesini etkileyen konularda karar alma süreçlerine tam katılımı öngörmüştür. Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Teşkilatı’nın Moskova ve Helsinki Belgeleri ve Avrupa Konseyi (1995) mekanizmasının kararlı tutumu ulusal azınlıklar ile ilgili konuları uluslararası alana taşıyarak, bütünüyle ilgili ulus devletlerin iç işleri alanında çıkarmayı odaklanmıştır.3
Bu konu çağdaş dünyamızın en zalim örneklerinden birini teşkil eden Holokost (The Holocaust) kurbanlarını kalplerine gömenler için daha da bir önem taşımaktadır ki, onlar, History of the Jews, P.Johnson (1988)’den aktarıldığı kadarıyla, Cecil Roth’a göre, “tarihsel kültür açısından ilk Avrupalılar” olarak adlandırılabilir.
Hâlbuki Yahudiler için Anadolu toprakları (Togarma), Noah için olduğu kadar Halil-Ullah-Avraam, Jacob için de ilgi odağı olmuştur. Hayat Ülkesine (Eretz Yisrael) giden yol olarak görülmüş; yine bu topraklarda İbrani dilinin kutsallığı Yahudi kimliğinin kazanılması ile doğrudan ilişkili bulunmuştur. Dil sayesinde, dünyayı, gerçekliği oluşturarak, kurmuşlardır.
Türkiye Musevileri, Rabbinik esaslar üzerine kurulu kültürel çeşitliliğini Oryantal Seferadlık bağı ile Judeo Roman geleneğini Ladino (Judeo Espanyol) dili ile sürdürme işlevini, yine ilk kez bu topraklarda bir hak olarak elde etmişlerdir. Yahudilerin Küçük Asya’ya gelişleri Tanah’ın Yebi Yoel Kitabı’ndaki anlatıma göre, Fenikeli tüccarların, İyonyalılara satmış oldukları Yahudi esirler eliyle gerçekleşmiştir. Sonradan Babil’den hatırı sayılır bir Yahudi ailenin getirildiği hususu antik Sart şehrinin yeryüzünün bilinen en eski keilasına (killa) ev sahipliği yapması ile de kanıtlanmıştır.Bunu M.Ö.4. ve 5. yy ait Priene ve Milet killaları takip etmiştir.(M.S.,Sharon:1982)4
Günümüz Yisrael devletine uzanan tarihsel seyrin aşamaları ve onun “Togarma” ayağı Yunanlı düşünür Aristo, Romalı ünlü hatip Cicero’nun yanısıra Roma İmparatoru Avgustus’un Türkiye’nin başkenti Ankara’da bulunan bronz bir sütun üzerine nakşettiği haklar ile de teyit edilmiştir.5
Yahudi gelenekleri, Minşa ve Midrash’nın efsanevi derlemelerine göre, Yahudilerin her biri Torah’ı daha bir anlaşılır kılmak için sezgilerine dayanarak yorumlamak üzere dünyaya geldikleri hususu hatıralarda hep canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bu yüzden (Hiduş) bir gaye olarak benimsenmiş ve Yahudiliğe ait bir yeteneğin açığa çıkarılması arzulanmıştır. Yahudilik sözde ve işte ikdamı emreder. İnanç Avraam gibi sorgulanmak suretiyle bunu takip eder. Gerçeği öğrenmek arzusuna kapılan bir Yahudi, algılarını uzaklara götürerek oradan bilgi edinerek, kendi Hiduş eyleminin öncekilerden farklı olacağını hissetmeye çalışır.Yahudi aklındaki önceki bilinenlerin aniden kullanım safhasına indirgenmesi işidir, Hiduş. İşte Holokost’da kesintiye uğratılmak istenen budur.
Holokost sadece tarihte kalmış bir olay değil, yaşanmış bir gerçek olarak günümüzde de benzerlerinin yaşanabileceğinin idrak edilmesidir. Yom Kipur’da orada öldürülenlerin ruhları ile birlikte olabilmektedir. Tüm Yahudilerin isimlerinin sonuna bilinçli olarak “İsrail” kelimesinin eklendiği, kol bantlarında sarı renkte “Magnen David” nişanı ile toplama kamplarına sevk edildikleri gerçeğinin vurgulanması halidir. Holokost daha güçlü olmak adına gerçeklerle yüzleşmektir. Diğer ulusların asimilasyona yönelik politikalarında, eylemlerinde de izlenen yol hep aynı olmuştur. Tüm çabalara rağmen, kelimeler ile karakter yaratan bir ulusun, farklılıklarla yaşamak adına kimliğini tamamlayan dilinin zenginliğiyle derinleşmesinin önüne geçilememiştir. Bu kutsallığa sığınarak medeniyet kuran bir ulusun hasletidir; “Dilsiz kültür olmaz” (Maletzke, G; 1996, s.72) sözünü doğrular mahiyettedir. Bir dilin yaşaması sadece nüfus artışı ile doğru orantılı addedilen anlayışın aksini kanıtlamakla kalmayıp, tarihsel bağlamda bir ulusu durdurmaya yönelik yaşanılan tüm eylemler “Dilsiz bir millet, kalpsiz bir millettir.” sözünü haklı çıkarır niteliktedir.
Günün mana ve öneminin öncelikle Türkiye killalarında, giderek Türkiye sathında anlaşılır kılınması ve anılması dileğiyle...
“Baruh Ata Adonay Eloenu Meleh Aolam şeeheyanu vekiyemanu veigiyanu lazeman aze.”6
-Mübareksin Sen Aşem, Tanrı’mız Kainatın Kralı; çünkü bizi yaşattın, ayakta tuttun ve bu zamana eriştirdin.-
Beşivtehem Leşalom, Amen.
Kaynaklar:
Güleryüz N., İstanbul Sinagogları, Ajans Class, İstanbul, 1992.
Fine S & Meyers E.M., Sacred Readlm, OxfordUni., Press, New York, 1996.
Fotoğraflar: www.hmd.org.uk adresinden alınmıştır.
(1) Declaration on the Rights of Persons Belonging to National or Ethnic, Religious and Linguistic Minorities.
(2) Parliamentary Assembly Opinion on National Minority Rights.
(3) AGİT, Ulusal Azınlıklar Cenevre Raporu (1991).
(4) Nakleden Sara Pardo, İzmir Yahudileri, Etki Yay., İzmir 2007.
(5) (5)Ibid.
(6) Roş Aşana, Akşan Kiduşu’ndan.