Savaş öncesi Fransa’da bir Yahudi ailesi

Kendi adıyla tanınan Veil Yasası’nı parlamentoya kabul ettiren, Avrupa Parlamentosu başkanlığı görevine gelen ilk kadın sıfatını taşıyan, Fransız siyasetinin ünlü siması, Auschwitz kurtulanı Simone Veil’in kaleme aldığı yaşam öyküsü Fransa’da yayımlandı

Nelly BAROKAS Kültür
31 Ocak 2008 Perşembe

Fransa’da Stock yayınevi tarafından “Une Vie” (Bir Yaşam) adıyla yayımlanan Simon Veil’in otobiyografisinin bir bölümü L’Arche Dergisi’nde tanıtıldı. Simone Veil’in kaleminden 399 sayfalık kitabın tanıtımını kısaltarak aktarıyoruz.

Biz mutlu bir aileydik: çocukluğumdan kalan fotoğraflar bunu kanıtlıyor. İşte burada kızlı erkekli dört kardeş annemizin etrafını sarmışız; aramızda nasıl da sevgi var! Başka fotoğraflarda Nice sahilinde oynuyoruz, La Ciotat’daki tatil evimizin bahçesinde objektife bakıyoruz, ben ve kız kardeşlerim bir kamptayız ve kahkahalarla gülüyoruz. İyilik perilerinin kundaklarımıza iyice yanaştığını tahmin edebiliriz.

Daha sonra kader, yaşam sevincinden hiçbir iz bırakmayacak şekilde bu kadar özenle hazırlanmış bir temeli altüst etti. Ölüm, bizim ve diğer Fransız Yahudisi ailelerin kapısını çok çabuk, hem de çok güçlü çaldı. Babamla annemin, çocuklarının olgunlaştığını, torunlarının doğduğunu, büyüyen ailelerinin şefkatli ortamını görememiş olmasını bugün düşünmeden edemediğimin hüzünle altını çizmek istiyorum.

1920’li yıllar onlar için mutlu yıllardı. 1922’de evlendiler. Babam André Jacob 32 yaşındaydı, annem Yvonne Steinmetz ondan 11 yaş küçüktü. O dönemde göze çarpan bir çiftti. (…) Bir yıl sonra ilk kızları Madelaine doğdu, lakabı Milou’ydu. Ertesi yıl Denise dünyaya geldi, ardından 1925’te Jean, sonra da 1927’de ben. Beş yıllık bir süreçte iki fertlik Jacob ailesi, altı ferde çıktı. Babam memnundu, Fransa’nın kalabalık ailelere ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Annem ise mutluydu, çocuklar hayatını dolduruyordu. (…)

Aile kökenlerine bakarsak babamın ailesinin Fransa’ya 18.yüzyılın ilk yarısında yerleştiğini görüyoruz. Babamın atalarının yaşamış olduğu Lorraine bölgesinde Metz yakınındaki bir kasabaya, birkaç yıl önce ailece gittik. Kasabanın tek Yahudisi olan yüz yaşına yakın bir ihtiyarcık mezarların bakımını yapıyordu. Bize atalarımızın mezarlarını gösterdi. Aralarından biri 1750 yılına aitti.

(…) Asimile olmuş tüm Yahudi aileleri gibi, babamın ailesi de oldukça vatansever ve laikti. Babamın ataları 1791’den beri Yahudilere tam vatandaşlık hakkını veren ülkeleri ile gurur duymaktaydı. Dreyfus olayı sırasında ülkeye sarsan antisemitizm rüzgarı bile bu güzel duyguları değiştirmedi. Cumhuriyetin Dreyfus’ün suçsuzluğunu kabul etmesi ile her şey çok çabuk düzene girdi. Bu mutlu olayı kutlamak üzere şampanya şişesini açarken büyükbabam; “1789’un varisleri yanılamazlardı” diyordu herhalde.

1914’de savaş ilan edildiğinde, askerlik görevini henüz tamamlamış olan ve bir an önce profesyonel yaşama atılmayı düşleyen babam, yaşıtları tüm Fransızlar gibi cepheye gitti.

(…) Annemin ailesi hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değilim. Büyükannemin ailesinin Belçika’dan geldiğini, 19. yüzyıl sonunda Fransa’ya yerleştiğini biliyorum.

Annemin tarafı da aynen baba tarafım gibi cumhuriyetçi ve laikti. 8 veya 9 yaşlarıma ilişkin bir anım var. İtalya’da yaşayan ve ziyareti sırasında evimizde kalan bir kuzinim beni sık sık sinagoga götürüyordu. Bunu öğrendiğinde babam onu ikaz etti: eğer bir daha bunu yaparsa bizim evde kalamayacaktı.

Gayet basit; Yahudi ve laiktik. 4–5 yaşındaki yuva arkadaşım Yahudi olduğumuz için annemin cehennemde yanacağına beni ikna ederek hüngür hüngür ağlamama neden olmuştu. O dönemde din hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. 1937’de Paris’te uluslararası bir sergiyi ziyaret ettikten sonra, öğle yemeği için gittiğimiz lokantada lahana turşusu ısmarladık. Evlerinde kaldığımız kuzenler bunu öğrendiğinde; “Yaptığınızın farkında mısınız? Lahana turşusu yemek… Üstelik bir Kipur günü” diye bağrıştılar. Bu olay benim Yahudi adetlerini öğrenmemin başlangıç noktası oldu. Bu öğrenimimin pek zayıf kaldığını çekinmeden kabul ediyorum.

Buna karşılık Yahudi toplumuna aidiyetim hiçbir zaman bana sorun çıkarmadı. Babam dini sebeplerle değil, kültürel sebeplerden dolayı Yahudiliğe aidiyetini savunurdu. Onun nazarında Yahudi halkının, seçilmiş halk olmaya devam etmesinin sebebi, Kitabın, düşüncenin ve yazının halkı olmasıydı. 14–15 yaşlarımdayken ona “Yahudi olmayan biriyle evlenmem seni üzer mi?” sorusunu sorduğumu anımsıyorum. “Ben şahsıma, Yahudi olmayan bir kadınla evlenmezdim. Tabii o kadın bir aristokratsa işler değişir.” Şaşkınlığımı görünce açıklama getirdi: “Yüzyıllardır okumayı bilenler sadece Yahudiler ve aristokratlardır. Önemli olan da budur.”

Laiklik üzerine birkaç sözcük daha söyleyeyim. Laiklik bizim referansımızdı. Bugün benim de olduğum gibi Tanrı’ya inancı olmayan annem iyilik duygusunu son kertesine dek içimize işlemişti. Buna karşılık dinlerin inançlı kimselere ne denli faydalı olabileceği kanısını taşıyor ve kamp yaşamında vücutları iskelete dönmüş Polonyalı iki genç kızın Kipur günü yememekte direnmelerinin anısını takdirle anıyorum.

Onların gözünde, dinin icaplarına duydukları saygı hayatta kalmalarından çok daha önemliydi. Tanık olduğum bu olayın etkisini halen yaşıyorum.

SİMONE VEİL

Simone Jacob 1927’de Nice’de doğdu. 1944 yılının Mart ayında ailesi ile birlikte Auschwitz- Birkenau kampına gönderildi. Numarası 78651’di. 27 Ocak 1945’te kız kardeşleri ile kamptan kurtuldu. Ailenin diğer fertleri Holokost’ta yaşamlarını yitirdiler.

Simone, Paris Üniversitesi’nde siyasi bilimlerde eğitim görürken tanıştığı Jean Veil ile evlendi. Siyasete atıldı, Fransız siyasetinin en önemli simalarından biri oldu. 1975’te sağlık bakanı olduğu dönemde, Fransız Parlamentosu’na kabul ettirdiği kürtajın serbest bırakılmasına ilişkin yasa Veil Yasası olarak tarihe geçti.

1979’da başladığı Avrupa Parlamentosu başkanlığı görevini 1982’ye dek sürdürdü. Bu görevi ile Avrupa Parlamentosu’nun ilk kadın başkanı sıfatını kazandı. Devam ettirdiği siyasi yaşamında çeşitli bakanlıklarda bulundu. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nicolas Sarkozy’yi destekledi.

“Fondation pour la mémoire de

la Shoah

” nın (Holokost’u anma vakfı) onursal başkanı olan Simone Veil, birçok önemli ödüle layık görüldü hakkında biyografiler yazıldı. “Une Vie” adlı otobiyografisi 2007’nin Ekim ayında yayımlandı.