Tiyatro Pera’nın Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya gerek Yahudilik ve gelenekleri, gerekse 16.Yüzyıl Venedik yaşamı hakkında geniş bir araştırmaya girerek, günümüze uyarladığı “Venedik Taciri”nde çok başarılı bir Shylock tiplemesi ile karşımıza çıkıyor...
William Shakespeare, tüm ömrü boyunca belki bir tek Yahudi görmüştür – ve onu da, uzaktan: 1594 yılında, tam otuz yaşındayken tanık olduğu ve tüm Londra’yı sarsan bir duruşmada, Kraliçe Elizabeth’i zehirlemekle suçlanan özel hekimi, Portekiz asıllı Roderigo Lopez, işkence altında Yahudi olduğunu itiraf etmiş ve ardından idam edilmişti! “Medya”da büyük ilgi gören bu olay, o yıllarda “gösterimde olan” bir oyuna büyük “rating” sağlayacaktı: Dönemin önde gelen tiyatro yazarı Cristopher Marlowe (Goethe’nin esin kaynağı olacak “Dr.Faustus”u yaratmadan üç yıl önce), “Maltalı Yahudi” ile bu gizemli halk topluluğu hakkında dehşet dolu bir oyun kaleme almış ve büyük ilgi görmüştü. “Gizemli” sözcüğünü kullanmamın nedeni, 1066 yılında Norman kavimleriyle birlikte İngiltere’ye ilk kez ayak basmış olan Yahudilerin, iki yüz yılı aşkın bir süre boyunca büyük ezinç gördükleri bu ülkeden 1290 yılında topluca sınır dışı edilmeleriyle, 17.Yüzyılın ikinci yarısına dek bu topraklarda izleri bile kalmamıştı. Ne var ki, dostu Marlowe gibi geçimini kalemiyle sağlayan Shakespeare de, işte tam o yıllarda “Venedik Taciri” öyküsünü yaratarak, gizemli olduğu kadar renkli ve dolayısıyla ilginç Yahudi toplumundan tefeci Shylock’u ölümsüzleştirecekti...
“Venedik Taciri” oyununun antisemit öğeler taşıyıp taşımadığı, yüzyıllar boyunca tartışılagelir. Hatırı sayılır bir faiz karşılığı borç verdiği Antonio taahhüt ettiği vadesini geçirince, Shylock’un – elindeki senedine ve tarafsız Venedik yargısına güvenerek – Katolik işadamının “kalbine yakın bir bölgesinden yarım kilo et” hakkını kesip almaya kalkışması, sadece o duruşmada bulunan Venedik halkını değil, yüzyıllardır dünyanın tüm tiyatro izleyecilerini derinden sarsmıştır! Ne var ki, o dönemin İngiltere’sinde eylemsel bir Yahudi düşmanlığından söz edilemediğinden, Shakespeare bu “sorun”u ancak kuramsal düzeyde algılayabiliyordu – İsa’yı çarmıha germiş oldukları söylencesi karşısında Yahudilerin düşman olarak görülmeleri ve bu bağlamda Marlow’un “Yahudisi” Barrabas’ın (diğer bir oyunu olan “Tamburlaine the Great”in başkişisi olan Timur’da olduğu gibi) şeytana benzetilmesi gibi... İşte burada Shakespeare, Shylock’u etki ve tepkileriyle “bizim gibi” bir insan olarak karşımıza çıkarırken, Yahudi bireyini asla düşman olarak değil – tersine, diğer mesleklerin çoğunun onlara yasak olmasıyla faizle para verdiği için sürekli olarak hor görüldüklerinden, savunmadan öte öç almak dürtüsü içinde çizmektedir. Kimi yorumculara göre, Shylock “Hath not a Jew eyes...” (“Bir Yahudinin de gözleri yok mudur...”) söylemi ile eşitlik arzusunu sorgularken, ben bir adım daha ileriye giderek, mahkeme sahnesinde kesilecek eti tartmak için beraberinde getirdiği teraziyi “adalet”in bir simgesi olarak görmek istiyorum..! Kıssadan hisse – kendi kanımca William Shakespeare, o dönemde henüz o denli “evrensel” olmayan Yahudi sorununu kendi ince yorumlarıyla işlerken bu halk topluluğunun özelliğinin altını çiziyor – suçlandığı antisemitizmi daha sonraki dönemlere bırakarak..!
Tüm bunlardan öte, “Venedik Taciri”nin 1590’lı yıllarının bir “salon güldürüsü” olduğunu gösteren diğer bazı bilgiler de var: O dönemde Londra’da yerleşik Don Antonio isimli bir Portekizli, başdüşman İspanya’ya karşı kullanılmak için bir donanma oluşturmak üzereyken, iflas eder... Gerek kamuoyu, gerekse Hanedan tarafınca pek sevilen Don Antonio’nun en yakın arkadaşı ise Essex Kontuydu... Tiyatro yorumcusu Georg Hensel’e göre, o dönemde büyük ilgi gören Marlowe’un “Yahudi”sine bir “rakip oyun” yaratmayı düşünmüş olan Shakespeare için toplumun bu iki “Ç(ok) Ö(nemli) K(işi)”si (“VIP”i), Shylock’un yanında Antonio ve Bassanio için birer uygun ilham kaynağı olmuştur.
Tiyatro sanatının yüceliği...
Tiyatroyu diğer yazın türlerinden ayıran en belirgin özellik, yorumlama boyutudur. Tiyatro sanatının yüceliğini ortaya çıkaran, işte bu öğedir– yönetmenin, oyun yazarının hiç bir satırını ellemeden, yazılmış metne kendince yaşam vermesi! “Venedik Taciri” de yüzyıllar boyunca değişik uyarlamalarla sahnelenmiştir – Shylock’u tefecilikten öte bir katil adayı ve şeytan olarak çizen salt antisemitik görüşten, onu tüm diğer başkişilerin yanında oyunun tek açık sözlü ve düzgün özyapısı olarak gösteren yorumlara değin... Bazı yönetmenler, özellikle Perde 3/Sahne 1’deki monologundan hareketle bireylerin eşitliği, diğerleri öç alma sorunsalını oyunun odağında görebilir – kimileri Perde 4/Sahne 1’deki duruşmayı ti’ye almayı yeğler, diğerleri Antonio ile Bassanio’nun ilişkilerini sorgular – veya o dönem Venedik toplumunun ifrata kaçan yaşam tarzını...
Bundan iki yıl önce yorumunu izlediğim, günümüzün önemli tiyatrocularından Roberto Ciulli, (bir kadının canlandırdığı!) Shylock’u açık/koyu gri çizgili, Nazi toplama kampı giysilerini simgeleyen bir pantalon-ceket takımı, karşıtı Antonio’yu ise Mussolini dönemi subay üniforması ve uzun siyah çizmeleriyle karşımıza çıkarmıştı. İtalyan yönetmen olayları günümüze taşırken, sıkıntıdan ne yapacaklarını bilmeyen çoğu baba zengini kendi ülkesi gençlerinin, bir alacak konusundan doğan kanlı-bıçaklı bir oyunda hemen taraf olmaya hazır olduklarını, bu bağlamda boş oturmanın nasıl da kolayca şiddete dönüşebileceğini gösterirken, AB’den kaynaklanan üst refah düzeyine kavuşmuş çağdaş Avrupa toplumunu hedef alıyor.
Sanat Yönetmeni olduğu Tiyatro Pera’da sahnelediği oyunların çoğunu kendisi kaleme alan, yöneten ve önemli rollerini de üstlenen Nesrin Kazankaya’nın da Cuilli’den etkinlendiğini sanıyorum, “Venedik Taciri”ni yorumlarken – ancak daha da ilerilere gidiyor: Çağdaş yaşama artık bilgisayar ekranları ve cep telefonları girmiş; sürat motorlarından dev tankerlere, oyunun sonunda ise Tel-Aviv’e kalkan uçaklara dek tam anlamıyla küreselleştik..! Rialto Borsası’ndan laptop ekranlarında izlenen ve işlem yapılan uluslararası para pazarlarına ulaştık; Fas ve Aragon Prensleri ile telekonferans üzerinden haberleşiliyor ve altın/gümüş/bakır dolu sandıklar arasındaki seçimler, bir bilgisayar oyunu biçiminde yapılıyor... Bunların tümü pek güzel – öte yandan, oyunun özgün metninde bu konuda kesin bir saptama olmaksızın, Cuilli’de Antonio ve kadim dostu Bassanio arasında belirgin bir eşcinsellik süregelirken, Kazankaya’nın yorumunda Bassanio’nun sevgilisi Portia ile arkadaşı Nerissa’nın, benzer bir ilişki içinde olmalarına gerek var mıydı ki???
... ve bu sanatın başarılı emekçileri...
Şirin Dağtekin’in çevre tasarımı başarılı – Pera’nın oldukça cılız sahne ortamını iyi kullanmış, özellikle Shylock ailesinin kalabalık yemek masasını fuayeye almakla; sağ duvardaki Venedik panosu, kırımızı/beyaz kısa direkler ile kanalları simgeleyen akan su sesleri de iyi oturmuş. Koltuk ve masaların, caz müziği eşliğinde “varyete usulüyle” ortaya çıkarılıp toplanmasını biraz çocukça buldum, naçizen... Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı, bu dar sahne alanının tam hakkını veriyor, her zaman olduğu gibi. Nilüfer Moayeri’nin giysi tasarımına, özellikle maskeler seçimine ayrı bir alkış! Yahudi geleneklerine gelince, tüm oyunlarında sergilediği araştırmacılık ruhu ile Nesrin Kazankaya, bu konuda da bir hayli okumuş ve örneğin, Shylock’un Aşkenaz asıllı olduğunu öne sürerken, çevresine Yidiş şarkılar söyletiyor, oyunda Klezmer müziği kullanıyor – biz de, bu savın doğru olduğunu kabullenelim... Aile sofrasında yanan yedi kollu şamdanın ise ne (olayın başladığı gün olduğunu varsaydığı) Purim akşamında, ne de hiç bir Yahudi evinde bulunmadığını arada öğrendi, Nesrin Hanım – ve belki de doğrusu olan dokuz kollu şamdanı da edinebilmiştir...
Tiyatro Pera sahnesinde ilk kez izlediğim, “Çin Kahvesi” ve özellikle “Belden Aşağı Vurmak” oyunlarında beğenimi kazanmış olan Can Başak (Antonio) ile Portia’yı canlandıran Kazankaya’nın yanı sıra, gene Pera’nın sürekli ve başarılı oyuncusu Başak Meşe ile yetenekli genç Aytunç Şabanlı, Nerissa ve Launcelot rollerinde göz dolduruyorlar – ancak oyunun asıl yıldızı, hiç kuşkusuz “Shylock” Mehmet Ali Kaptanlar’dır!
Nesrin Kazankaya’nın “Yahudi” öğesinin yorumu tabii ki tartışılır; benim algılamama göre, ibresi “olumlu” yöne doğru gidiyor - ve bu izlenimim, Kaptanlar’ın son derece başarılı canlandırması ile doğrudan ilgili! Her şeyden önce, tiyatro tarihinde gördüğümüz çoğu itici/şeytani Shylock’lardan çok daha “babacan” bir kişidir, “Pera”daki! Bana (sahnelerimizde yıllar önce Cüneyt Gökçer’in canlandırdığı) “Sütçü Tevye”yi andırdı, birazcık... Her ne kadar duruşma sahnesinde bıçağını sürekli olarak biliyorsa da, kana susamış bir katil değildir, abartıyı pek seven Kazankaya’nın Shylock’u. Büyük bir olasılık ile Shakespeare’in de tasarlamış olduğu üzere, “bizim gibi” bir insandır bu Yahudi – bir yandan iş yaşamının bazı olanaklarını kişisel dürtüleri için kullanmasını bilir, diğer taraftan ailesine ve de geleneklerine sımsıkı bağlıdır – örneğin kızı Jessica Hıristiyan bir genç ile evden kaçarken, “kria” yapmadan da duramıyor (ve burada, Kaptanlar’dan öte, Kazankaya’yı da alkışlıyoruz!). Shylock hakkında son söz, kullandığı dil ile ilgili: Mehmet Ali Kaptanlar, kusursuzca sergilediği (ancak biraz da bıktırdığı!) İbranice dua bölümlerinin yanı sıra, Türkçeyi yumuşak bir Yahudi şivesi ile konuşurken, her türlü sözel abartıdan özenle kaçınmayı bilmiş – ve burada Halûk Bilginer’in birkaç yıl önce Moliére’in “Cimri”sini gülünç olmaya varan Yahudi vurgulamalarıyla konuşturmasını (ki bu, tamamen yersizdi – zira özgün Harpagon, Yahudi değil..!), talihsiz bir karşı örnek olarak göstermeden edemiyorum...
Gerek Şafak Eruyar’ın dramaturji çalışmaları ve Pera’nın (her zaman olduğu gibi) hazırladığı, neredeyse “ansiklopedik” geniş program kitapçığı, gerekse M.A.Kaptanlar’ın bu sezonun en üstün sahne başarımları arasına girecek oyunculuğu; bir yandan Oscar Peterson, Klezmer ezgileri ve Vivaldi’nin “İlkbahar” ile “Yaz” mevsimlerini içeren yerindeki müzik seçimi, beri yandan Yahudilik kavramlarının oldukça iyi araştırılıp uyarlanması, bu konudaki bazı yanlışlıklar ile özellikle oyunun günümüze uyarlanmasında yapılmış bazı “tatsızlıkları” unutturuyor – ve özetle: Nesrin Kazankaya’nın kotardığı “Venedik Taciri”ni (“ağızları yanmış” Yahudilere bile..!) zevkle izlettiriyor.