İlk bölümünü geçen hafta yayınladığımız, Metin Delevi’nin 27 Ocak’ta gerçekleştirdiği “Holokost ve çocuklar” başlıklı konuşmasının ikinci bölümüne yer veriyoruz. Delevi, “Holokost Yorgunluğu Sendromu”na ve Holokost eğitimin nasıl verilmesi gerektiği hakkında bir pencere sunuyor
Holokost Yorgunluğu Sendromu
Birkaç yıl önce BBC tarafından yapılan bir ankette, “Auschwitz sizin için ne ifade ediyor?” sorusuna, ankete katılanların yaklaşık %40’ı fikrim yok cevabını verdi. Bu cevabı verenlerin yaklaşık %10’u Yahudi kökenli. Yine aynı dönemlerde, İngiltere veliaht prensi Harry, gamalı haçlı kıyafetle bir partiye gider. Gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamada, “birilerini üzdüysem özür dilerim” gibi bir ifade kullanır.
Yıllardır en çok okunan 100 kitap arasında bulunan, Holokost klasiği, Elie Wiesel’in “Gece” kitabı, bir kaç sene önce bu listeden düştü. Kolaylıkla bulunabilen, gençlere yönelik Holokost eğitim kitabı Maus’un dağıtımı yıllar geçtikçe daha az okunuyor.
Toplumun genelinde ve özellikle gençlerde sanki bir umursamazlık, doymuşluk, bıkkınlık hissedilmektedir.Bu duruma da bilimsel bir ad takılmıştır “Holocaust fatigue syndrome (Holokost Yorgunluğu Sendromu)” ve “aşırı maruz kalmadan dolayı bir duruma etki verememe veya bir işlevi yapamama hali” olarak açıklanıyor.
1980’li yıllara kadar Holokost kurtulanları olayları pek anlatamadıkları için Holokost hakkında bir birikim paylaşılmıyordu. Bilgiler, birkaç filme ve birkaç kitaba dayanıyordu. 80’li yıllarda ise, kurtulanlar hatıralarını anlatmaya, yazıya dökmeye başladılar. İsrail dışında Holokost Müzeleri, araştırma merkezleri açılmaya başlandı. İnternetin gelişmesiyle ise bilgi dağılımı en üst düzeye çıktı. Filmler çevrildi. Bilgi gençlerin ayaklarına geldi. Özellikle Yahudi toplumlarında bu konu sürekli ve belkide bilinçsizce işlendi. Sonuçta, “Yine mi Holokost?” durumuna gelindi.
Unutulmaması gereken bir gerçek var ki insanoğlu kötü şeyleri unutmaya meyillidir. Hergün o kadar çok şiddet görülüyor ve duyuluyor ki, yaşanmış olaylar 65 sene önce olmuş; ancak kulak dolgunluğuyla bilinen bir olayı bastırabiliyor. Holokost Yorgunluğu’nu belki de böyle açıklayabiliyoruz.
Holokost eğitimi nasıl yapılmalı?
Çocuklar için Holokost, tarihin bir konusu. Tarihe ne kadar ilgi duyuyorlarsa, rakamlar, tarihler, kamp isimleri ve kötü adamlardan oluşan Holokost’a da o kadar ilgi duyacaklar. Peki, Holokost’u çocuklarımıza hatırlatmaktan ve anlatmaktan vaz mı geçmeliyiz?
Her etkili öğretmen metodu gibi Holokostu da çocukların hayatlarına paralellik kurabilecekleri, düşünüp tartışabilecekleri araçlarla öğretmek mümkün. Anma töreni organize etme, roman okuma, dönemin gazetelerini inceleme ve gazete çıkarma, getto gezisine katılma, hikaye yazma gibi birçok araç kullanılabilir. Birçok kaynak da var; ama eğitimi hem amatörce, hem de yükleme şeklinde yapmamak gerektiği kesin.
Kabul etmek lazım ki çocuklar yaşamlarında bir sürü olumsuzluk taşıyor. Not ve sınav baskıları, arkadaşlık ve kabul edilme sıkıntıları, politik karmaşalar, dünyanın her tarafındaki savaşlar, kıyımlar, evde anne baba şikayetleri..ve bunlardan sıkılıyorlar. Onlara, hele vicdan sömürüsü yapacak şekilde, ağır bir hatıra arşivi daha yüklemek çok da akıllıca değil.
Holokost’u yalnız kendi çocuklarımıza öğretmek yetmiyor tabii. Geniş toplumlara ulaşmak, onların çocuklarına bu eğitimi vermek belki de daha önemli. İşte Yahudi derneklerinin akıllı ve etkin yöneticilerinin çoğunlukla yaptıkları da bu. Ülke ülke dolaşıp devlet başkanlarıyla görüşerek Holokost eğitiminin müfredatlara alınmasını, anma günlerinin tertip edilmesini sağlıyorlar. 27 Ocak’ın Birleşmiş Milletler tarafından özel bir gün olarak tespit edilmesi de aynen böyle bir çabanın sonucu.
Bütün bu çabaların sürmesi de çok önemli; çünkü o eski zihniyet hiç ara vermiyor. Dünyanın her bir köşesinden antisemit olayların haberi geliyor. Hitler özlemi hâlâ devam ediyor, bir ülkede Holokost karikatürleri sergisi açılabiliyor. Yasalara rağmen, Holokost inkârcıları günden güne artıyor.
Geçen sene gösterime giren biraz da küçümsediğimiz Borat filminden bir alıntıya baktığımızda, görüyoruz ki medeni bir ülkede bir insan hâlâ “Yahudileri öldürelim” diyebiliyor.
Çok kültürlülük, başka inançlara saygı ve barış eğitimi
Holokostun kendisini öğretmenin ötesinde sürdürülen çok önemli başka bir eğitim var: Çok kültürlülük, başka inançlara saygı, barış eğitimi... Rotary, AFS, Erasmus gibi birçok faydalı değişim programının yanında çok ilginç bir organizasyondan bahsetmek isterim: Children’s International Summer Villages. 1946’da bir çocuk psikologu olan Dr. Doris Allen, UNESCO’nun kuruluşu ile ilgili bir makaleyi okurken dünya barışının gerçekleşmesi için uygulanması gerekli yetişkin eğitiminden bahsedildiğini görüyor ve şiddetle karşı çıkıyor bu görüşe. Diyor ki, “bu işe çocuklardan başlamalıyız.” Öyle bir organizasyon kuruyor ki on iki farklı ülkeden on bir yaşındaki iki kız iki erkek öğrenci ile bir yetişkinin oluşturduğu delegasyonlar yazın 4 hafta süre ile bir araya geliyorlar. Önceden planlamış etkinliklerle bir arada yaşamayı, paylaşmayı, birbirlerini dinlemeyi, saygı göstermeyi ve eğlenmeyi öğreniyorlar. Ve bu program öyle başarılı oluyor ki bunun gibi sekiz ayrı program daha yaratılıyor; tamamen gönüllülerden oluşan çalışanlarıyla seksen ülkede bir çok konu açılıyor ve yüz binlerce çocuk bu programlardan mezun oluyor.
Bu köylere dünyanın tüm çocuklarının katıldığını düşünün! İşte o zaman artık ne Holokost’u anlatmak zorunda kalırdık; ne de tarihin anlı şanlı sayfalarını... Hepsini çöpe atar ve tertemiz bir defterle işe başlayabilirdik; ancak henüz bu düzeye ulaşmaktan uzağız ve o zamana kadar yapmamız gerekenler var.
“The Wave: Dalga” Filmi
Doris Allen’in, işe çocuklarla başlamak gerektiği görüşünün ne kadar doğru olduğunu gösteren bir film var. Adı “The Wave: Dalga” Gerçek bir olaydan filme aktarılmıştır.
“Dalga”, California’da, Palo Alto’da bir lise tarih öğretmeni olan Ben Ross’un 1969 yılında gerçekte yürüttüğü bir deneyin filmidir. Ben Ross, öğrencilerine Holokost’u anlatırken, öğrencileri özellikle tüm Almanlar’ın Nazi olmamalarına rağmen ses çıkarmadan milyonlarca insanın katledilmesine izin vermelerini anlayamaz ve kabullenemezler. Bunun üzerine Ross sosyal bir deney yapmaya karar verir. Ertesi gün sınıfa girdiğinde deney başlamıştır. Öğrencilerine her gün yeni kurallar, yeni sloganlar, gruplarına özgü yaşantı biçimlerini benimsetmeye başlar. Grup üyelerinin özel bir selamı, mutlak otoriteye kayıtsız şartsız saygıları ve davranış kuralları vardır artık.... Bu hareketin adı “dalga”dır (The Wave)
Grup monitörleri kurallara uymayanları uyarır, ihbar eder, bazen de acımasız cezalar da verir. Giyim, davranış hatta yürüyüş şekilleri değişir, birbirlerine kenetlenmiş bir grup oluşmuştur. Grup dışındakiler aşağılanmaya başlanır... Sınıftaki tüm öğrenciler bu otoriteye kendi rızalarıyla boyun eğerken tek bir öğrenci aydın ve açık fikirli ebeveynlerinin de etkisiyle bu akımı sorgulamaya başlar, eleştirir ve karşı çıkar. Ancak dışlanır ve her konuda yalnız bırakılır.
Öğrencilerine hayatlarının en önemli dersini vermek üzere yola çıkan Ben Ross da artık bu akıma kapılmış yarattığı canavarın etkisi altına girmiştir. Onu da, eşi uyarmak zorunda kalır, vardığı yeri ve öğrencilerini ne kadar etkilediğinin farkına varmasını sağlar. Artık bu duruma bir son vermek gerektiğini anlar...
Ben Ross, derse girip, Dalga Ulusal Lideri’nin onlara sesleneceğini ve bu örgütlenmenin artık tüm ülkeyi kapsadığı haberini verir. Liderin seslenişi için büyük bir toplantı düzenlenir. Bu toplantıya ancak seçkin Dalga üyeleri katılabilecektir.
Büyük heyecanla Ulusal Lider’lerini bekleyen öğrenciler, sahnedeki perdede Adolf Hitler’in gençlere yönelik yaptığı meşhur mitinglerinden birindeki konuşması ile karşılaşır. Sahnedeki Nazi gençliği aynen onlar gibi kendilerinden geçmişler, ulusal liderlerini dinlemektedirler...
Dalga üyesi öğrenciler, faşist bir yönetimle nasıl beyinlerinin yıkandığını, geriye dönülmez yönlere gittiklerini ve kişiliklerini kaybettiklerini anlarlar. Bu görüntüler onlara en büyük hayat dersini vermiştir.
Ben Ross kendisinin de derinden etkilendiğini paylaşır ve son söz olarak, öğrencilerinden her zaman otoriteyi sorgulamalarını, kendilerine güvenmelerini, mantıklarını kimsenin emrine vermemelerini özellikle belirtir...
Yeni Hitler yardakçıları yaratmak maalesef çok kolay. İşte bu yüzden anmaya, hatırlamaya, öğretmeye devam etmek zorundayız. Yalnız güzel şeyleri hatırlayacağımız bir dünya yaratana kadar...