El Kaide’nin Doğuşu

1980’lerde Sovyet işgali altındaki Afgan mücahitlere para ve silah yardımı sağlayan Teksaslı kongre üyesi Charlie Wilson’un öyküsünü anlatan film, ABD’nin dış politikasına ilişkin önemli sorular soruyor. Bilgisiz, ufuksuz, ileriyi göremeyen politikacıları eleştiren film, ilginç tespitler yapmakla yetinip, yoruma kaçmaktan uzak duruyor. Bin Ladin gibi bir teröristin doğuşuna sebep olan ABD Dışişleri’nin hatalarına, günümüze kadar uzanan neticelerine film hiç değinmiyor.

Viktor APALAÇİ
20 Şubat 2008 Çarşamba

Mike Nichols, “Charlie Wilson’un Savaşı”nda, politik sinemada da söyleyecek sözü olduğunu kanıtlıyor.

1960’ların “Mezun / The Gradaute”inden, 2000’lerin “Daha Yaklaş / Closer”ine kadar kadın-erkek ilişkilerini anlatmada ünlenen, 77’sinde hala üretkenliğini ve etkinliğini sürdüren Mike Nichols, “Charlie Wilson’un Savaşı / Charlie Wilson’s War” filminde politik sinemada da söyleyecek sözü olduğunu kanıtlıyor.

1980’lerin başında, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali esnasında, mücahitlere para ve silah yardımını sağlayan Texaslı kongre üyesi Charlie Wilson’un öyküsünü anlatan film, 1998 yılındaki “Kirli Yarış / Primary Colors”tan sonra, Mike Nichols’un siyasete bulaştığı ikinci yapım.

Çizgi dışı bir politikacı olarak Charlie Wilson, ABD’nin dolaylı olarak Afganistan işgaline bulaşıp Sovyetler’in burada yenilgiye uğramasına sebep olmuştu. George Crile’in çok satan romanını senaryolaştıran Aaron Sorkin, “Charlie Wilson’un Savaşı”nda, Amerika’nın 3. Dünyü ülkeleriyle ilişkilerini eleştirme fırsatını buluyor.

Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve FBI liderlerinden oluşan bir komitenin üyesi olan Wilson, azılı bir anti-komünist olarak tanınan eski sevgilisi Joanne Herring’in yönlendirmesiyle, bir CİA ajanından destek alarak, Afgan mücahitlere, İsrail ve Mısır kanalıyla silah sağlamıştı.

ABD’nin Sovyetler’e karşı düzenlenen gizli operasyonlar için ayırdığı 5 milyon dolarlık fonu 1 milyar dolara çıkmasını sağlayan Wilson, Kızıl Ordu’nun 1989’un Ocak ayında Afganistan’dan çekilmesinin baş mimarı oluyordu.

ABD’nin dış siyasetinin bilgisiz, ufuksuz, ileriyi göremeyen politikacılarn elinde olduğunu sergileyen film, Amerikan siyaseti ve iç politika ilişkileri üzerinde tespitler yapmakla yetinip, yoruma kaçmaktan uzak duruyor.

Mücahitleri silahlandırılmasından sonra, ABD’nin ve dünyanın başına bela olan Bin Ladin gibi bir teröristin doğunuşan sebep olan ABD Dışişleri’nin hatalarının, günümüze kadar uzanan neticelerine film hiç değinmiyor.

SOVYETLERİ BİTİREN POLİTİKACI

Mike Nichols akıllı ve haddini bilen bir sinemacı. Çıtayı fazla yükseğe koymuyor. Elindeki zengin malzemenin hakkını vermekle yetiniyor. 11 Eylül ile ilgili büyük laflar etmekten kaçınıyor. Kongre üyesi Charlie Wilson ve dış yardımların musluğunu elinde tutan deneyimli senatör Doc Long’un iyi niyetine inanıyor.

Mike Nichols hümanist yaklaşımıyla sorular sormakla yetiniyor. Ekilen nefret tohumlarının, ABD’nin geçmişteki hatalarının 11 Eylül’e yol açtığı gerçeğine varmayı izleyicisine bırakıyor.

Film Afganistan’ın Taliban’a teslim edilmesinin öyküsünü, SSCB’yle dolaylı yoldan savaşma kurnazlığının günümüzdeki kaos’a yol açtığını, bir tarih dersi niteliğinde anlatıyor.

Film, 1993’te CİA’in Charli Wilson’a komünizme karşı sağladığı başarılar için tertiplediği ödül töreniyle açılıyor, finalde de aynı sekans ile noktalanıyor. Teksas’ın en zengin kadınlarından, sosyete gülü Joanne Herring (Julia Roberts), dürüstlüğüyle tanınan, eski sevgilisi, kongre üyesi Charlie Wilson’u (Tom Hanks) Afganistan’daki mücahitlere destek olması için ikna eder. Şahsi dostu, Pakistan lideri Ziya Ül Hak’ın da desteğiyle, mücahitlerin içinde bulunduğu sefil durumdan etkilenen Wilson’un ABD’nin, sovyetlere karşı düzenlenen gizli operasyonlar için ayırdığı fonun artırmasını sağlar.

Aksiliği ile ünlü, becerikli CİA ajanı, Yunan kökenli Gust Avrakotos (Philip Seymour Hoffman)’ın dahiyane planıyla, Wilson, Afganlara direkt olarak veremediği silahları, İsrail’deki dostu Mossad ajanı kanalıyla, İsrail’den ve Mısır’dan satılmasına ön ayak olur.

Bu iş için, amiri, güçlü senatörü Doc Long’u (Ned Beatty) Peşaver kamplarına götürüp ikna eder. 1920’lerin, 30’ların silahlarıyla Sovyet istilasını püskürtmeye çalışan mücahitler, modern silahlarıyla, işgalcileri çekilmeye zorlarlar.

KIVRAK DİALOGLAR, ZEKİ ESPRİLER

Dünyanın gidişatı üzerine bu ilginç politik konuya değinen Mike Nichols, evvelce sinemada işlenmeyen Sovyetlerin Afganistan işgalini, ayrıntılarla zenginleşen karakterlerin eşliğinde anlatıyor. “Birkaç İyi Adam”ın senaristi olarak ünlenen Aaron Sorkin, kıvrak diyaloglar, sivri ve zeki esprilerle zenginleştirdiği senaryosunu, Nichols’a altın bir tepside sunuyor.

Genç ii, dinamik, pırıl pırıl ve özenli mizanseniyle, yılların yönetmeni Nichols, espirili anlatımıyla bu senaryodan mükemmel bir film yapıyor. Temposu hiç düşmeyen bu zeki ve usta işi film, bizlere 11 Eylül’ün tohumlarının nasıl atıldığını, ibret alınacak bir tonla anlatıyor.

CİA’ın İsrail ve İslamik Pakistan üzerinden ulaştırdığı modern silahlarla, ilerde El Kaide olacak Afgan mücahitlerin nereden nereye, geldiklerini, Mike Nichols, kendi vatandaşlarına iyi bir ders olarak sergiliyor.

Tek bir insanın çok şeyi, hatta tarihi değiştirebileceği gerçeğini yineleyen “Charlie Wilson’un Savaşı” iki mükemmel sekans ile akılda kalıyor. Wilson’un Ziya Ül Hak ile Afgan sorununu konuştuğu bölüm ile Peşaver’deki kampta aşka gelip mücahitlerle “Allahuekber” diye slogan atan Amerika’lı senatör Duc Long’un bölümü ironi yüklüydü.

Filmin mükemmel üç oyuncusu Nichols’un işini kolaylaştırıyorlar. Playboy güzelliğiyle jakuzilerde, içki, uyuşturucu ve seks partileri yapmaktan hoşlanan yakışıklı Teksaslı Demokrat parlamento üyesi Charlie Wilson’da Tom Hanks, her zamanki gibi rahat ve inandırıcı.

Değişik makyajı ve kuaförüyle yepyeni bir tip yaratan Julia Roberts, görmüş geçirmiş sosyete güülü Joannne Herking’de olgunluk döneminin en iyi kompozisyonunu çiziyor.

Oynadığı her filme damgasını vuran Philip Seymour Hoffman, sevimsiz, sinsi, zeki ama pasaklı CİA ajanı Gust Avrakatos’ta, kendisine En İyi Yardımcı Aktör dalında Oscar adaylığı getiren kompozisyonuyla, çizgi üstü bir oyuncu olduğunu doğruluyor.