Müziğin her türü var İstanbul’umuzda - ki, bu tarih abidesi hakkında olağanüstü bir kitabı da tanıtmak istiyorum bugün - ve sizleri tiyatrodaki meyhaneye gitmeyi de özendirmek...
Dört hafta önce bu sayfada “Venedik Taciri”ni irdeleyip, Ocakta ise görmüş olduğum on oyuna kısaca değinirken, konserlere, yeni albüm ve kitaplara değinmeye olanak kalmadı... Oysa ki, bunlar çığ gibi üzerimize geliyor! İşte, örnekleme yöntemiyle birkaç özel sanat etkinliği ve ürününe kısaca bakalım bugün.
Gülsin’den Cassandra’ya...
Hemen her gün değişik müzik türlerinde dinletiler sunulan Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Şubat ayında iki olağanüstü konser yaşadık. İlkinde, kurucusu Oğuzhan Balcı yönetimindeki Orkestra İstanbul’un eşliğinde, Gülsin Onay’ın Chopin’in 2.Piyano Konçertosunu ustalıkla yorumunu ve ardından Borodin’in Poloveç Dansları ile Korsakov’un İspanyol Kapriçyosu’nu dinledik – ve yeniden gördük ki, batı sanat müziğinin bu tür popüler yapıtları dinleyiciler tarafınca her daim coşkuyla karşılanıyor... Dolayısıyla – bu köşede hep yazmışımdır – özellikle çocuklarınızı bu tür müziğe alıştırmak isterseniz, programları izleyip onlara benzeri sevilgen yapıtlarla bir “ilk bakışta aşk”ı yaratmaya çabalayın; ondan sonrası artık kendiliğinden gelir..! – Aynı yerde dinlediğimiz Akbank Oda Orkestrası’nın “Çek Sanat Mafyası” başlıklı konseri ise, “klasik” müziği başka bir yöntemle sevdiriyor: yenilikçi şef Cem Mansur konser öncesi sunduğu yarım saatlik “sohbet” bölümünde, daha sonra çalınacak yapıtlar hakkında kısa bilgiler, bestecilerini tanımamızı sağlayan ilginç anekdotlar sıralıyor. Çek ekolüne ayrılmış olan bu programda ise (yaşamının önemli bir bölümünü Prag’da geçirmiş olan) Mozart’ın o güzelim Klarnet Konçertosu’nu, İsrailli virtüoz Chen Halevi’nin üstün yorumundan dinledik, ancak çağdaş Çek besteci Maratka’nın bizleri çeşitli coğrafyalarda dolaştıran “Luminarium” süitini biraz garipsedik, demeliyim (Klezmer bölümünün dışında)! – Akbank Oda’nın 27 Mart tarihli konseri ise Haydn ağırlıklı olacak, Trompet Konçertosu’nun yanı sıra “Sabah”, “Öğlen” ve “Akşam” senfonileriyle...
CRR-KS demişken, bu gazeteyi elinize aldığınızda, yani hemen 6 Mart akşamı Viyana ve Berlin Filarmoni orkestralarının en iyi müzisyenlerinin bir araya gelmesiyle, hem dinleyiciler hem de kendileri için çok yaratıcı, heyecan verici ve eşsiz bir alışveriş ortamı yaratan “Viyana-Berlin Filarmonik Dostları” Orkestrası’nın dinletisi var(dı!) – kaçırmadıysanız..! Öte yandan, 20.yüzyıl müziğine ilgi duyanlar, 15 Mart arkşamı Münih Oda Orkestrası’nın eşliğinde dünya çapındaki viyola sanatçısı Kim Kashkasian’ı dinleyebilirler: Schubert’in “Ölüm ve Genç Kız” Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nün yanı sıra, Zubin Mehta’nın “günümüzün en iyi bestecilerinden” biri olarak gördüğü İsrailli Betty Olivero’dan “Neharot, neharot” başlıklı solo viyola, akordeon, davul, bant ve yaylılar için konçertosu... 30 Mart tarihli resital için ise biletlerinizi şimdiden sağlama alın, derim – Fazıl Say, kendi uyarlamasıyla J.S. Bach’ın Sol minör Fantasia’sını çalacak, ayrıca Beethoven’in o iç gıdıklayıcı “Fırtına” sonatını, kendi baladlarını ve Ravel ile Prokofiev’in birer sonatını – işte bunu kaçırmayın!
Bu arada, İş-Sanat Konser Salonu’ndaki Shlomo Mintz ve Moskova Oda Orkestrası’nın Haydn, Bach ve Şostakoviç’li konserine gidebildiniz mi? Aynı yerde, gene gençlere batı sanat müziğini sevdirecek olağanüstü bir yapıt sergileniyor, ay be ay! Mussorsky’nin “Bir Sergiden Tablolar”ını hazırlayanların tümü, kendi başlarına birer üstad: yönetmen (Işıl Kasapoğlu), sahne tasarımcısı (Karina Cherez) ve orkestrasyonu yapan (Serdar Yalçın); “dans eden, konuşan, şarkı söyleyen” bu resimleri çocuklarınıza, torunlarınız göstermeyi ihmal etmeyin, sakın..! – Caz meraklıları için ise Mart ayında gene İş-Sanat’a iki diva geliyor: 15/3’de Dee Dee Bridgewater “Red Earth - A Malian Journey” albümünü tanıtacak ve 27/3’de Cassandra Wilson, usta tenor saksofoncu David Murray ile karşımızda – buna “wowww” değil de, ne denir ki..!
...ve son durak: “Meyhane’de”
Gelelim, yeni çıkan albümlere: Artık Türkiye’ye iyiden iyiye yerleşmiş olan İsrailli perküsyon sanatçısı ve besteci Yinon Muallem’in üçüncü çalışması olan “Olduğu Gibi”, özgün bestelerinin yanı sıra 9/8’lik “Hava Nagila” yorumu ile açılıyor. Gitarda Erkan Oğur, akordeonda Muammer Ketencoğlu, kanunda Göksel Baktagir ve udda Yurdal Tokcan gibi Türkiye’nin önde gelen müzisyenlerinin yanı sıra, Güney Hindistan’ın iki önemli perküsyon ustası ve İsrailli sanatçılar da yer alıp, tüm bu ülkelerin tınılarını birlikte sunuyorlar. – Etnik müziğin diğer başarılı bir çalışması, bu sayfalara daha önce de getirdiğim bir dostumuzdan geliyor: Kendisi de İzmir doğumlu Muammer Ketencoğlu, ana yurdunun acılı olduğu kadar tatlı geçmişini canlandırıyor, “İzmir Hatırası” başlıklı çalışmasında: yörenin Türk, Rum ve Yahudi halk müziğinin on yedi örneğini, aralarında Cengiz Onural, Göksel Baktagir, Hüsnü Şenlendirici, Orhan Osman, Stelyo Berber ve Janet & Jak Esim gibi isimlerin bulunduğu geniş bir sanatçı kadrosu ile sunmaktan da öte, bu müziklerin çalındığı dönemleri ayrıntılı biçimde sunuyor, Kalan Müzik’in yayımladığı 96 safalık kitapçıkta. Her iki albümü de meraklılarına içtenlikle öneririm.
Geçenlerde, İBB bünyesinde faaliyet gösteren Kültür A.Ş.’nin yeni bir başyapıtı ulaştı: “Eskimeyen Şehir İstanbul”. Büyük boy 144 sayfada, Türkçe ve İngilizce olarak kentimizin nice cami, saray, çeşme, sebil ve semtleri tanıtılıyor – ancak asıl önemli olan, görsel betimlemeleridir: soldaki sayfada, her bir anıtın 18.-19.yüzyılda çizilmiş bir resminin gravürünü göreceksiniz, sağdakinde ise günümüzdeki fotoğrafını. Her ikisini ortasında bulunan saydam bir yaprakta ise gene 100-150 yıl önce, ancak aynı açıdan çekilmiş bir fotoğrafı yer alıyor. İşte bu orta sayfa, çağdaş fotoğrafın üzerine kapandığında her iki resim tamı tamına üst üste geldiğinden, tüm bu anıtların yıllar içinde ne denli değiştiğini (veya değişmediğini!) görebileceksiniz... Çeşitli dünya kentlerindeki aynı mekânların eski/yeni fotoğraflarını içeren kitaplarını gördüğümde, bu tür bir çalışmanın asıl İstanbul’a nasıl yakışacağını özlemle düşünürdüm hep – ve sonunda böyle bir yapıma kavuşmuş olmaktan büyük mutluluk duyduğumu belirtmeden edemiyorum, Kültür A.Ş. çalışanlarını da kutlarken... Kendimiz için olduğu kadar, yerli/yabancı dostlarımıza çok anlamlı bir armağan, bence.
Harbiye’de Getroganan Cep Tiyatrosu’ndayız – ancak seyirciler için koltuk yok! Sen de on, ben diyeyim sekiz masa, büyüklüğüne göre... Beyaz peynir, salata, çerezler – ve “limitsiz” Yeni Rakı! Solda küçük bir fasıl heyeti, sahnede ise meyhanenin ta kendisi: Ermeni meyhaneci, işini mi yapıyor, eğleniyor mu daha çok – belli değil..! Acem garson ise sağa-sola koşturuyor, müşterileri memnun etmek için... Gedikli, iş çıkışı bir-iki tek atmaya gelir, ancak evin yolunu çoook sonra bulur... Moşe ise, evinden kovulduğu için, soluğu meyhanede alacaktır. Diğer bir müdavim içeri girer: Sevroş... Derken, Direklerarası’ndan dönen Ermeni Sihirbaz damlar... Haa, bir de iş çıkışı oraya uğrayan Yosma’yı unutmayalım – ve, tabii ki, belinde saldırma, salınarak içeri giriveren Külhani’yi! İşte, takım tamam – bir zamanlar kimsenin kimseyi hor görmediği, herkesin “biz” dediği dönemlerde yaşanmış nice sohbetlerden birini döktürmek için...
İzleyicilerden sesine güvenen, sahneye gelebiliyor; ayrıca sohbete karışmak isteyen de, tavrını takınarak katılabilir elbet... Sahnedeki oyuncular ise yarı replik – yarı doğaçlama yöntemiyle bir buçuk saat boyunca hoşça vakit geçirtiyorlar bizlere: tiyatrocu/yazar Kaan Erkam ile “amatörler” Ararat Mor, Levent Aykul, Levent Tayman, Aris Berberyan ve Elçin Fakir. Efendim, “Meyhanede – Tek Perdelik Alkollü Oyun”u topluca izledikten sonra birkaç hafta süresince bekledim – ve sevgili Şeli “ermana”mız bu değişik eğlenceyi köşesine taşımayınca, sizlere ben nakledeyim dedim – bu hoş meyhane sohbetine katılmanızı önermek üz’re... (www.odatiyatrosu.com– 241 35 45)