Karnaval döneminde bir şehri ilk kez ziyaret etmek ne kadar akıllıca bilemiyorum ama eğer yolunuz düşmüşse elden geldiğince iyi vakit geçirmekte fayda var. Şimdi sizleri Köln’de kısa bir gezintiye davet ediyorum
Sibel CUNİMAN PİNTO / PARİS
Almanya’nın en eski şehri olan Köln’e ayak bastığımız anda beni en şaşırtan olgu trenle şehrin göbeğine direk ulaşabilmemizdi. Gezdiğim çoğu Avrupa şehrinde ana gar hep eski şehrin biraz dışında yer alır. Ilk kez trenle şehrin bu kadar içine içine, şehrin simgesi Köln Katedrali’nin dibine kadar varmıştık. Turistler için çok pratik olmakla birlikte şehrin dokusunun muhafazası konusunda problem olduğundan eminim ama II. Dünya Savaşında neredeyse tamamen yıkılmış bu bölgeye klasik anlamda pek de eski şehir demek doğru olmaz.
Karnaval
Şubat ayında Köln “crazy days”(çılgın günler) demek! Karnaval tarihçesi şehrinki kadar eski ama organize olarak yapılmaya başlanması 1823’de ilk festival komitesinin kurulması ile başlar. Şehrin “beşinci mevsimi” her yıl 11 Kasım saat 11:11’de start alır ama asıl yoğunluk Aschermittwoch (Ash Wednesday) denilen perhiz başlangıcı çarşamba günü öncesindeki bir haftada yaşanır. Bu dönemde şehirde kapalı ve açık alanlarda çeşitli yürüyüşler, eğlenceler, maskeli balolar, kutlamalar gerçekleştirilir. Bu yıl sokak karnavalının resmi açılışı olan 31 Ocak perşembe günü kadınlar karnavalı için hanımlar en şatafatlı kıyafetlerini giyip Altermarkt’da toplandı. Cumartesi günü şehrin kalbi Neumarkt’da attı, pazar çocuklar yürüyüşü ve Rosenmontag (Pembe Pazartesi) yapılan büyük paradla tüm çılgınlık doruğa ulaştı. Salı günü kutlamalar şehrin dışındaki banliyölere taştı ve karnaval mevsimi 6 Şubat Çarşamba günü sona erdi. O günden itibaren dindar katolikler perhiz dönemine girip paskalyaya kadar 40 gün boyunca yağlı ve et ürünlerine veda ederler, her yerde geleneksel olarak balık yemekleri servis edilir. “Carne vale” eşittir ete veda!
Karnaval boyunca katılımcılar renk renk, çeşit çeşit kıyafetleriyle balo havasını yasatıyorlar. Şıklıktan öte yaratıcılık çok önemli- giyimde, maskelerde, makyajda ne kadar canlı ve parlak renkler kullanılırsa o kadar güzel kabul ediliyor. Karnavalın üç ana figürü olan prens, çiftçi ve bakirenin yanısıra kral, kraliçe, Napolyon gibi çeşitli tarihi kişilikler, hayvan figürleri sıklıkla rastladıklarımızdandı. Özellikle grup halinda aynı temada giyinenler çok hoştu: çilek grubu, inek grubu, palyaço grubu gibi... Rosenmontag’da yapılan büyük yürüyüş 6.5 km uzunluğunda, 4-5 saat sürüyor, 350 atlı, 117 bando, 10.000 kişi, izlemeye ise 1.5 milyondan fazla kişi katılıyor. Resmi geçit yapanlar şehrin sokaklarında dizilen halka kilolarca şeker, çikolata, çiklet ve çiçek--140 ton şeker, bir milyon adet çikolata, 300,000 demet çiçek, binlerce oyuncak ve diğer hediye malzemeleri dağıtıyor. Karnavalın bütçesinin 2,3 milyon euroya vardığı gerçeği hacmi konusunda bir fikir verir sanırım. En çok sevinen pek tabii ki çocuklar-hediyeleri toplamak için birbirleriyle yarış ediyorlar ve süper yöntemler geliştirmişler. Bez, plastik torbalarla gelenler, büyük şapkalarıyla veye şemsiyelerle atılan hediyeleri yakalamak için birbirleriyle kıyasıya mücadele eden kalabalık...Turizm ofisindeki yetkili karnavalı izlemek için en iyi mekanın katedral bölgesinin dışında olduğunu belirtmişti, müteşekkiriz. Gerçekten de sürekli tren, S Bahn ve U Bahn’la şehre akın akın gelen yerli ve yabancı turist kafileleri en yakın nokta olan katedral çevresinde konuçlanıyordu. Soğuk havada ben iki kazak, kalın palto, atkı, şapka, eldiven ile kendimi Antartika’dan gelmiş gibi hissediyorken karnaval katılanlarının incecik gömlekler, mini şortlar, file çoraplar ve çılğınlığın sınır tanımadığı her tür kostüm ve muhteşem şapkalar eşliğinde etrafta salınmaları “yaşlandığımı” anımsattı bana... Nerede o gençlik günleri diyeceğim ama ben oldum olası hep üşürüm zaten!!
Kölsch ve Berliner
Karnaval boyunca her tür çılgınlık, her tür eğlence serbest... hatta kalabalığın içinde elimizde bira şişesi olmadığını gören Alman genci “içmezseniz zevk almazsınız, bütün bu gürültü, pislik, kırık şişeler, yemek artıkları çok çirkin görünür” diye uyardı bizleri. Oysa biz kendimizce dozumuzu yemek sırasında almıştık. Köln’de bira deyince hemen kölsch geliyor akla. Özel fermantasyon yöntemi ile üretilen ve %4.8 alkol içeren bu bira kölner strangen denen özel silindir bardaklarda (0,2 veya 0,3 litrelik) sunuluyor ve içimi gerçekten muhteşem. Yanına çavdar ekmeğinden yapılan ve gouda peyniri, soğan ve hardalla hazırlanan (kelime anlamı “yarım piliç” ama piliçsiz bir sandviç) “halve hahn” süper gidiyor. Bir de patates, soğan, un ve yumurtadan yapılan meşhur “rievkoche” (bir tür patates gözlemesi), yanında elma püresi ile sıkça yeniyor. Köln’de “haute gastronomie”den bahsetmeyeceğim ama her gidilen şehrin/kasabanın/ülkenin kendine has yiyecek özellikleri olduğuna inananlardanım ben...Köln’de berliner’e rastlamam da bunun en güzel örneği... Berliner özellikle karnaval döneminde çokça tüketilen içi marmelatlı bir tatlı, bizim ponçiğe benziyor. Eskilerde kalan bu lezzete evvelden pastane vitrinlerinde çok karşılaşırdık, şimdilerde pek göremiyoruz. Ponçiğin hikayesine gelince rahmetli dedemi anmadan geçemeyeceğim: Daha sonraki yıllarda eşim olacak erkek arkadaşımı dedemle tanıştırdığım gün bir iki saat hoş beşten sonra dedem bana dönerek: “çok sevdim bu çocuğu, ponçik gibi” demişti. O anda çok komiğime gittiyse de daha sonra yumuşak, içi tatlı anlamında kullandığı bu benzetme beni hep gülümsetmiştir, nur içinde yat Dede Aziz!
Turistik Köln
Köln’ün turistik özelliklerinden bahsetmek gerekirse akla öncelikle Almanya’nın en büyük katedrali olan Köln Katedrali gelir.
157 metre yüksekliğindeki yılda 6.5 milyon kişiyle Almanya’nın en çok ziyaret edilen eseri olan katedralin inşası 1248-1880 yılları arasında tam 632 yıl sürmüş. 1996 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine giren katedralin halk tarafından Fat Peter (Şişman Peter) diye adlandırılan Saint Peter çanı dünyanın en büyük serbest sallanan kilise çanıdır, içindeki üç kral reliğini gösteren mihrap da en önemli hazinesidir.
1330 yılında inşa edilen belediye binasının önünde camla kapatılmış bölüm nedir diye baktığımızdaki 1170 yılından kalan mikveyi keşfettik. Yanıbaşına koydukları açıklayıcı tablodan edindiğimiz bilgilere göre kazı tarihi 1956-1957 yıllarına rastlayan mikve’deki 15 metrelik merdivenden inilince yeraltı sularının beslediği havuza ulaşılmakta.. Aynı arazide Roma yöneticilerinin sarayı üstüne 10.yüzyılda sinagog inşa edilir. Mikve, kadınlar sinagogu, hastane, cemaat merkezi hepsi bu bölgede bir aradadır. Yahudiler şehri 1106 ve 1180’de düşmana karşı korumuşlar. 1349’da Yahudi bölgesi yıkılır ve 1424’de Yahudiler şehirden kovulur.
Ludwig Müzesi modern sanatçılar için vazgeçilmez, özellikle de pop-art meraklıları kaçırmayın derim. Kurucuları Peter ve Helene Ludwig Amerika dışında en büyük pop-art kolesiyonunu oluşturmanın yanısıra 1906-1930 arası Rus Avantgarde ve geniş bir Pablo Picasso koleksiyonu da müzeye bağışlamışlar. 30 Marta kadar Piet Modrian sergisi devam ediyor. Romano-Germanik Müzesi şehrin Roma dönemi buluntularını anlatır. Cam, roma ve erken orta çağ mücevher koleksiyonu müzenin en önemli hazinelerindendir. Wallraf-Richartz-Müzesi-Fondation Corboud Almanya’nın geleneksel resim galerilerinden biri. Burada ziyaretçiler Eski Köln resimlerini, Rubens ve Rembrandt gibi barok dönemi sanatını, romantizm, realizm, sembolizm ve impressionizm/post-impressionizm dönemi resimlerini görebilirler. Yine şehirde çikolata müzesi ve karnaval müzesi ilgilenenleri beklemektedir.
Rhine nehrinin ikiye böldüğü Köln’de 1998 yılında açılan ve dünyanın dördüncü büyük sergi alanı olarak kabul edilen Köelnmesse fuar arenası yılda kırkın üzerinde fuar ve sergiye, iki milyonun üstünde ziyaretçiye ev sahipliği yapıyor. En önemlilerinden bir kaçı Uluslararası Mobilya Fuarı, Photokina ve Art Cologne... Köln Sanat bu yıl 16-20 Nisan tarihlerinde...
Eski pazar yeri çevresindeki 14-17. yüzyıl kasaba evleri ve muhteşem romanesk kilisesi St Marti(1151-1240), Köln’deki hoş panoramanın önemli öğeleri. Tipik görünümlü Balık Pazarı civarında Köln halkı nehir kıyısında piknik ve yürüyüşlerini yapar. Karşılaştığımız Türkler ve her köşe başında duyduğumuz Türkçe’den bahsetmeye bile gerek yok çünkü kimilerinin aksine Türk’ün ayak sesleri çoktan Avrupa’yı fethetmiştir bile...
Ne alınır?
Köln’e gidip de “Eau de Cologne” almadan dönmek olmaz. Opera’nın karşısında 4711 numaralı gotik binası üretici şirketin genel merkezi. 1792 yılında bir keşişin Wilhelm Muhelmens ailesine hediye ettiği özel formül halen büyük bir gizlilikle saklı tutulmakta ve aynı yöntemle üretilmekte. Çeşit çeşit ambalajlanmış traş losyonları, sabunlar, deodorantlar şehri ziyaret edenleri beklemekte.
Bu sefer de Köln’den kısa bir esintiydi. Başka diyarlardan tekrar seslenmek dileğiyle hoş kalın, hoşçakalın...